Arz’dan Arş’a: Sonsuzluk Kulesi: [SK1] – [SK2] | Mirac: [M1] – [M2] – [M3] | Evrenin Sırları Sınırları: [ESS1] – [ESS2] | Zamanda yolculuk
Sonsuzluk Kulesi 1 : Birinci Albüm: Yaratılma tekilliği :
Kesim 1 | Kesim 2 | Kesim [3a] [3b] | Kesim 4 | Kesim 5 | Kesim 6 | Kesim 7 | Kesim 8 | Kesim 9 | Ref. 1 | Kesim 10 | Kesim 11 | Kesim 12 | Kesim 13 | Ref. 2
Kesim: 8: Yolculuğu noktaladık!..
Daha geri gidiyoruz ve bilye kadar evrenimizin iğne ucu kadar olduğunu görüyoruz. Bir iğnenin ucunda yüz milyon atom vardır. Evren daha da geriye gittiğimizde bu atomlardan birinden de küçük olacaktır. Daha geride, atomdan da milyarlarca kez küçük olacaktır. İşte bu AKDELİK “OL” emrinin merkezidir.
Maddenin cehennemi bir enerji olduğu bu AKNOKTACIK bütün evrendir ve aynı zamanda sonun başlangıcı; başlangıcın sonucudur. Sonsuz küçük bir noktacık (Kuant) olarak yaratılan bu evren, aynı zamanda evrenimizdeki en küçük uzay aralığıdır. Yani BÜYÜK İLE KÜÇÜK AYNI YERDEDİR.
En küçükten en büyük yaratılabiliyor.
Eğer yolculuğumuzu sürdürebilseydik, bu MİNİ AKNOKTANIN içinden girmiş; ardında bir tünelle arkasındaki BİR KARADELİK’ten dev bir evrene girmiş bulunacaktık.
Bu evren bizim yola çıktığımız şimdiki evrendir. Yani dev ve kocaman boyutlarıyla genişleyen bildiğimiz evrendir. Geldiğimiz yere döneriz!
Zaman bizi geçmişimizin sonundan geleceğin en başına fırlatmıştır. Böylece evrenin en uzak bölgesi dediğimiz Kuazarların aslında evrenin öz geçmişi ve merkezi olduğunu, evrenin kıyısı olmadığını görüyoruz.
O halde biz şimdiki zamanımıza fırladığımıza göre, artık hedef almadan rastgele bir yönde evrenin en uzağına gidelim:
Eğer evren ışık hızından büyük hızla genişliyorsa, biz o uzakları hiç yakalayamayacağız demektir.
Eğer biz evrenden daha hızlıysak evrenin geleceğine geçebileceğiz. Çünkü gemimiz ışık hızıyla gitmektedir. Dolayısıyla yerde bıraktığımız ikizimizden genç kalacak, evrenin geleceğine gitmiş olacağız. Örneğin bizim bir günlük yolculuğumuza karşı, ikizimiz bin yıl yaşlanmış olacak, “Allah indinde bir günün bin yıla eşitlendiğini” ayetlerden hatırlayalım…
Böylece evrenin 2,7 derece daha genişleme enerjisi bulacağı 8 nci gök katmanına (Sekizinci spiral) ulaşıyoruz.
Sonra evrenin daha genişlemediği dokuzuncu gök katmanına gideceğimizi görüyoruz.
Orada henüz evren genişlemediği için sadece esiri bir rezerv uzay-zaman vardır. Biz oraya gidince, bizler de evrenden bir parça olduğumuz için, yanımızda kendi evrenimizin “Dört temel kuvveti” ni götüreceğiz. Biz madde-enerji olduğumuz için yanımızda atom-içi kuvvetleri, çekimci dalgaları ve elektromanyetik kuvveti de taşımış ve üretmiş olacağız.
Dokuzuncu bir sarmal (Gök) ideal bir küre olduğu için artık genişlemenin sonudur. Çevresi, evreni çökertecek bir itme basıncı uygulamaktadır. (Negatif ivme) Orada uzay ve zaman düzdür. Yani zaman mekân içinde bir boyut ve/veya mekân zaman içinde bir boyuttur. Uzay-zamanın kendisi düzdür ama içine madde girince eğilmektedir.
Böylece evrenin daha genişlemediği ve beraberinde fizik yasalarını taşımadığı ve oraya ulaşamadığı için bize katamadığımız bölgenin tanımı için, “ışıktan hızlı” gitmemiz gerekiyor.
Pekiyi, ışıktan hızlı gidelim!
Şimdi iyice çaresiziz. Çünkü ışık hızı aşıldığında ZAMAN TERSİNE çalışacaktır.
Diyelim ki Cuma günü yola çıktık: Ertesi gün Cumartesi değil; PERŞEMBE olacaktır. Yarın yerine “Dün” ile karşılaşmış, yaşlanacağımıza gençleşmiş, yola bile çıkmamış olduğumuz bir gün önceye döneceğiz. Dolayısıyla yola çıkmamış olacağız. Bu da hiç bir mesafe almadığımız anlamına gelir.
Bu demektir ki, evren, henüz genişlemediği o yerlere bizi götürmeyecek, “Dün” denen geçmişimize iade etmiş olacaktır.
Çünkü ışık hızını her aşma girişimimizde evrenin kıyısından düne itelenmiş olacağız ve biz ASLA EVRENDEN DIŞARI ÇIKAMAYACAĞIZ.
Işık-gemimiz bile her teşebbüsümüze rağmen bizi evrenin dışına çıkaramıyor. Ölümsüz olduk, evrenin genişlemesini durdurduk ama “ZAMAN DUVARINI” aşamadık. Mekânı kolayca aştık, fakat hep zamana takıldık. Bir türlü evrenin dışına çıkamıyoruz, bir üst boyuta ihtiyacımız oluyor: BEŞİNCİ BOYUT’a…
Eğer dört boyutlu uzay-zaman boyutundan dışarı çıkmak istiyorsak o zaman BEŞİNCİ BOYUT’a bağlanmamız gerekiyor. Bu da RAHMAN Suresindeki 33. ayetin sırrındandır.
“EY MAHŞERİN CİN VE İNSAN TOPLUMLARI GÜCÜNÜZ YETERSE GÖK VE YERİN AKTAR’INDAN DIŞARI ÇIKINIZ. ANCAK ÇIKAMAZSINIZ. SULTAN (BİR GÜCÜNÜZ) OLMADIKÇA!..”
Aktar, burada bizim uzay-zaman dediğimiz esir çizgilerinin boyutlar hapishanesidir. Bu iki boyutlu mahşerden üçüncü boyuta bir geçişi ise SULTAN kavramı vermektedir.
Gazeteye basılmış bir insan resmi oradan dışarı çıkamaz!.. Evren balonunun yüzeyindeki bir resim olan bizler de dışarı çıkamayız. İçeri ya da yukarı (Yer ya da gök) olsa da AKTAR denen uzay-zaman çizgileri olan boyutlara yapışmışız.
Ne madde (İnsan) ne enerji (Cin) olmamız bizi bağlı olduğumuz uzay-zaman dört boyutlusundan kurtaramıyor. Ancak “SULTAN” diye adlandırılan beşinci bir boyut ya da soyut bir tünel olmadıkça her şey boşuna!..
O halde KARADELİKLERE başvurmamız ve buradan EVREN DIŞINA ÇIKMAYI DENEMEMİZ gerekiyor.
Karanoktalar evrenimiz dışına açılan Ahiret tünelleri, başka evrenlerin ve göklerin kapılarıdır. Bu kapının bilimini yapmamız şart! Çünkü nihayet evren dışına çıkacağımız ve Allah (C.C.) ile birleneceğimiz bir SULTAN NİZAMİYE kapısı bulduk.