163 - 6 Ağustos 2003 Çarşamba


"Giriş" Yukarı

Selam selam hoşbuluşturan ES-SELAM'a... Ve Hanif kullarına... Selam nefret etmeyenlere... Sadece "Sabrın sonunda", "Kininizle geberin ARTIK!” diyecek kadar sabırlı olan barışçıl candaşlara.

Sabır taşı çatlayana kadar BARIŞ barış! SULH kelimesi BİZİM değildir. Biz sadece barış deriz. Sulh kelimesinde "Akit-Misak, geçici BARIŞ” vardır. Allah ise ismine yakışır biçimde hep Selametli Esselamdır. Allah barışı GÖNÜLLERİMİZE koyandır.

Barışın ve barışın. Eğer varsa absürt dargınlıklar, NEFSİNİZDENDİR. RUHUNUZA ait olan BARIŞ'a yönelin. Ve Rabb’imiz biz Hanifliğini kabul ettiği kullarını HANİFler mekanında dost tutar. Rabb’im kuşkusuz DÜNYA HAYATINDA sadece ve sadece İbrahim atamızı dost tuttu. Başka kimse YOK!

Ama AHİRET mekanında bu kuralı bozarak İBRAHİM MİLLETİ’NİN her çağdaki mensubu Hanifleri, sakın ha BARIŞ tersine bir tutumumuz olmasın. Tüm eylemlerimiz BARIŞ için olsun. Sizleri Allah'ın BASAR gözüyle seviyorum.


“Sabır - Nedensellik” Yukarı

Sabır konusu ayrıntılı soru gerektirir. SABIR ASLINDA YOKTUR! Zamanın olmadığı yerde SABIR da yoktur. Zaman akmalıdır ki, "Sabır" denen eylem ortaya çıksın. Rabb’im zamandan münezzeh, fakat güzel adıyla ES-SABUR! Rabbimizin SABR'a gereksinimi var mı? Yani Rabb’imizin bir zamanı/saati var da o saat içinde "Sabır" mı ediyor?

Rabb’imizin adı Al-Sabur (Es sabur).
Rabb’imiz HAYY, fakat MUHYİ >>> Hayat veriyor.
Rabb’imiz ĞANİ (zengin) fakat MUĞNİ >>> Zengin ediyor.
Rabb’imiz ES SABUR >>> ? Orantıyı yakalaya bildiniz mi?

Eğer zaman olmasaydı/yaratılmasaydı, yani İLERİ ya da GERİ akan bir ZAMAN boyutu olmasaydı, ZAMAN EBEDİ DURSAYDI, bir lahza sonsuz ebediyet olsaydı, o zaman "NEDEN-SONUÇ" ilişkisinin ilkesi olan "Nedensellik (causality principle)” de olmayacaktı veya.

Öncü bir etkiyi artçıl bir tepki İZLEMEKTEDİR. Seslenirsem (etki/neden) döner ve bakarsın (tepki/sonuç). Bu zamanı ileri çalışan sistem için geçerli bir ilkedir. Işık hızında ebedi kaldığınızı (donduğunuzu) düşünün: Neredeyse Allah'ımız gibi ZAMANDAN MÜNEZZEH'siniz. Hani diyordum ya, son aldığınız nefes size ebediyen yeter veya son yemeğiniz ebediyen sizi tok tutar diye...

Zamanın bir çıkış ucu vardır: Big Bang ile uzay-zaman başlamıştır. Buna NEDEN (sebep) diyoruz. Uzay-zaman (Evren) böylece ZAMAN İÇİNDE İLERİ DOĞRU genişleyecektir/genişliyor. Ve kaçınılmaz son: Yaratıldığımız gibi AYNEN GERİYE iade edileceğiz (Enbiya 104. ayet). Yani NEDEN'in sonu olan SONUÇ'a ulaşacağız.

Neden için IŞIK HIZI ve SONUÇ için de evrenin buz tutacağı mutlak soğuk derece (0 Kelvin) diyoruz. Demek ki NEDEN ÇOK sıcak; fakat SONUÇ çok sıcak oluyor. Zaten termodinamik doğa sistemleri de "Sıcaktan >>> Soğuğa" dengelemek için ısıyı akıtmıyor mu?

Demek ki NEDEN ve SONUÇ arasındaki bilinmezi PARAMETRE olarak çözebiliriz. Hareketin donduğu 0 Kelvin ve hareketin en hızlı olduğu BIG BANG patlaması (ışık hızıyla kısıtlıyoruz). Demek ki SICAK başlangıçtan soğuk bitişe doğru EVREN genişliyor ve bunun adı TERMODİNAMİK yasası.

Demek ki SICAK NEDEN (Büyük Patlama)‘den SOĞUK SONUCA doğru evren yol alıyor. Demek ki 0 derece Kelvin ile C hızı arasında NEDEN VE SONUÇ birbirine EN UZAK parametredir. En büyük mesafedir. O halde neden ve sonucun birbirine en uzak olduğu MESAFEYİ bulmuş olduk. Henüz evren ölme noktasında değil (Can çekişiyor, ama hasta yaşıyor). Neden ve sonucun birbirine en uzak olduğu noktayı bulduk.

Şimdi bu noktayı birbirine yakınlaştıralım. Bu sadece ve sadece IŞIK HIZINA DOĞRU hızlanmakla olur. Hareketin durduğu BUZ TUTMA noktasında, gözlemci/bizler için ZAMAN DONMUŞTUR. Yani NEDEN var ama; SONUÇ çok uzakta... Hani Ashabı Kehf gibi üç asırlık bir donma gibi... Hani Dabbet olanların bir saniyesine karşı 18 dakika geçmesi gibi... Hani Rabb’in indinde bir günün bin yıl olması gibi... Ya da Melekler ve Ruh'un O kata 50 bin yıl tutan bir TEK GÜN'de gitmesi gibi...

Şimdi NEDEN ile SONUÇ'un arasını GİDEREK kısaltalım. Uzay gemimiz var ve bu ışık hızına doğru büyük hızlarla gidebiliyor. Işık hızına doğru hızlanmak demek, NEDEN'i daha kısaltıp yanınızdan taşımak demek!

Yanınızda taşıyorsunuz NEDEN ucunu. Dolayısıyla rotanızın sonundaki SONUÇ size yaklaşıyor. Neden ve sonuç arası SİZ HIZLANDIKÇA kısalıyor. Daha da hızlanıyorsunuz ve bir de bakıyorsunuz ki, zaman içinde -mesela- 300 yıl ileri gitmişsiniz.

İKİZLER ÇELİŞKİSİ gereği ikiziniz sizden 300 yıl daha yaşlı kalmıştır. Çünkü O YAVAŞ olan ikiz; siz ise ışık hızına yakın gidensiniz! Siz 3 asır daha GENÇ kalmışsınız -ikizinizden-. Siz 20 yaşındaysanız, ikiziniz 320 yaşındadır. Biliyorsunuz, bu Einstein başta, tüm bilim adamlarının TEK GÖRÜŞÜDÜR (Relativty=İzafiyet).

Ve daha da hızlanıyoruz. O kadar hızlandık ki, NEDEN ve SONUÇ AYNI YERDE BİTİŞTİ.

Bir esnek cetveli alın, 0 yazan başı NEDEN ve mesela 100 yazan sonu da SONUÇ olsun. Bu düz cetvelin başı ve sonunu birleştiriyoruz. Yani bir çember oluyor. VE NEDEN (OL) ile SONUÇ (ÖL) ikisi de AYNI YERDE BİR TEK NOKTA oluyorlar. NEDEN=SONUÇ oluyor... İki nokta üstüste geldi ve tüm ÇEMBER ortadan kalktı ve bir TEK NOKTA oldu. Yani cetvel=Nedensellik ilkesi idi. Ama öyle bir hızla gittik ki, CETVELİN BOYU kısaldı, kısaldı, kısaldı ve BİR TEK NOKTA oldu. Neden ve sonuç öyle birbirine yaklaştı ki, ikisi birbirine değip AYNI ŞEY oldular.

ŞİMDİ HEMEN BU NOKTAYI gidip test edelim. Aslında o noktayı biz test etmiştik. Allah şahidimizdir -test etmiştik- o gün orada NEDEN VE SONUÇ YOKTU! Ebedi hareketsiz (kabzedilmiş) gibi bekliyorduk.

Rabb’im sordu: "Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?"
"Kalu Bela/Evet Yarabbi sen bizim Rabb’imizsin!"
A’raf 172: Hani Rabb’in, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?" Onlar: "Rabb’imizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi. Kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" demeyesiniz.

O gün neden ve sonuç yoktu: İKİSİ de aynı yerdeydi. OL=DOĞUM ve/veya ÖL=ÖLÜM ikisi aynı yerdeydi. Nedensellik yoktu! Zaman ileri geri akmıyordu. BİZİM ADIMIZ RUH(lar) idi ve bir bütündük. "Evet Yarabbi sen bizim Rabb’imizsin" dedik.

O gün bedenimiz yoktu ve dolayısıyla nedenselliğimiz de yoktu ve dolayısıyla Rabb’in bize ÜFLEDİĞİ kendi ruhundan dolayı Rabb’imizin takvimi -imiş- gibi aynı anda yanıt verebiliyorduk veya RUH tektir, tek ruh (ki Rabb’im üfledi) KENDİSİNE yanıt bekliyordu (Yanıt aramıyordu -dikkat- yanıt bekliyordu!).

NEDEN VE SONUCUN OLDUĞU O YERDE nedeni ayıklayabilirsek SORU ŞU: "Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?" Ve neden ile sonucun aynı olduğu o yerde sonucu seçip alabilseydik SONUÇ SORUSU ŞU OLACAKTI: "Bugün mülk kimindir?".
Neden sorusuna yanıt verebildik: "Evet, Rabb’imizsin" diyerek.

Pekiyi, Allah dışında herşeyin yok olduğu o gün SONUÇ sorusuna yanıt verebilecek var mı? YOK elbette (La ilahe illallah)!

Rabb’im yanıtı verecek "Bugün mülk Vahid (tek kalıcı) ve KAHHAR (kahderici) Allah'ındır".

Mümin 16: O gün onlar ortaya çıkarlar. Hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz. Kimindir bugün mülk? O Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ın!

Ve BU CÜMLE yeni bir üfürüştür: Sur'a ikinci kez üflenir. Rabb’in ruhu yeniden üfler ve Ahiret yurdu kurulur. Ve orada görürüz ki "Biz Rabb’imize kulluk için gelmiş, onun mülkünde kiracı olan kimselermişiz!".

Neden ve sonuç AYNIYDI, fakat dikkat ediniz, AYIRDIM. Şimdi yeniden Kalu Bela’ya dönüyoruz.

"Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?" NEDEN ve SONUÇ tek olduğu için YANIT verdik: Allah'a ŞAHİT olup, onun Rabb’imiz olduğunu misak ettik.

Şimdi neden ve sonucu "bir milimetre daha ayıralım". Bazılarımız "ateş rengi bir mekanda" bazılarımız da "serin ve yeşil bir mekanda". İYİ AMA, BEN ne yaptım da "Cehennem’liğim?" veya merak bu ya “CENNET’LİĞİM?”. Neden?

Rabb’imize soruyor RUH: "Ben bir bütünüm ve bütün olarak Rabb’imsin dedim. Neden bütünümü iki kısım (aslında üç sınıf) yapıyorsun? Beni SOL'a, SAĞ'a ve ÜST'e niçin ayırıyorsun?”

Rabb’im "Ruh" denen (Su örneğini vermiştim, buzluğa suyu korsunuz: TEMELDE su sudur, ama); BUZ TUTTUĞU için artık bitişik değildir >>> Ayrık nefsi vardır >>> Buz kalıpları örneği....) suyu "Sıvı-Katı (buz) ve "BUHAR" fazlarında kıldı.

BUHARlaşan SOL Ehli Meşeme (Cehennem Ehli), SU olan SAĞ Ehli Meymene (Cennet Ehli) ve elbette... BUZ SU ÜZERİNDE yüzer. Buz olan (Kristal olan, tek kuant olan) SABIKUN/Naim Cennet ehli... Ama neden neden neden? Nedenini sormak bir hata mıydı acaba?

RABB’İM yanıtladı: "Sen, Hans'a kurşun sıktın!"

İtiraz oluşacak: BEN kimim? HANS KİM? KURŞUN NE? KURŞUN SIKMAK NE? ÖLDÜRMEK NE? Veya yaralamak?

İşte bunları bilmek için, BİLMEMİZ için, BİZİM MUTMAİN OLUP GERİ GELMEMİZ İÇİN İMTİHAN sınav açıldı/başlatıldı.

"Bu söyleşmemizi siz kullarıma DOĞUMDA unutturacağım; son nefeste hatırlatacağım! Sizi yeniden BURAYA alacağım. Ve sorunun yanıtını SİZLER bileceksiniz”.

Sonra günün birinde bir çocuk doğdu, erişkin oldu, Hans'ı tanıdı! O'na düşman oldu. Ona ateş etti! Kurşunu öğrenmişti, düşmanlığı biliyordu. Kendi adını da biliyordu, öldüreceği kişinin de adını.. ve ÖLDÜRMEK fiilini de biliyordu, öğrenmişti artık moron katil! Ama Rabb’ine söz verdiği ve unuttuğu sınav meydanını bilmiyordu.

UNUTTURULMUŞTU ilk nefeste ve hatırlatıldı son nefeste. Ve herkesin son nefesini verdiği gün yeniden "SINAV" sözümüzü hatırlayacağız. Artık BİLİYOR olacaklar! "Eyvah bizlere" diyecekler. Ve NEDEN ile sonuç yeniden birleşmiş oldu. Pekiyi bu nasıl oldu?

1. Bizler Kalu Bela’da söz verdik.
2. Secde ettik ve O SECDE'de kaldık...
3. Bir RÜYA gördük: Sanki 80 yıl yaşamışız ve Hans'ı öldürmüşüz.

O rüya bir kaç saliseydi, birden secdeden başımızı kaldırdık ki, HERKES -ama herkes- MAHŞER MEYDANINDAYMIŞIZ. Secdeden başımızı kaldırdığımızda, zaten MEZARIMIZDAN KIYAMA kalkmış oluyoruz. Veya KIYAMET'e...

İşte bize göre bir kaç salisede yaşadığımız TÜM EVRENİN yüzmilyaryıllık öyküsü...

NEDEN = SONUÇ olduğunda İKİSİ AYNI ŞEY OLDUĞUNDA bize gösterilen rüyanın (saliselik bir olay) DÜNYA HAYATIMIZ olduğunu anlayacağız. Ve gerçekten bir rüya görmüşüz... diyeceğiz.

Demek ki SABIR'ı anlatırken şu üç vitese bakmalıyız:
1. SABRIN OLMADIĞI YER >>> Kalu Bela
2. Sabrın OLDUĞU YER >>> Yalancı dünya
3. HER İKİSİNİN DE OLDUĞU YER >>> Ahiret’te dirilişten itibaren REEL YAŞAM (Artık hologram yok! Rüya, Hülya yok...).

Birincide SABRA gerek yoktu: Çünkü ZAMAN AKMIYORDU, yani sabırsızlanmak için zamanın akıp geçmesi, sizin sıkılmanız falan gerekir.

İkincide ise SABRA gerek var: ÇÜNKÜ “Neden ve Sonuç” iki uzak uca yayıldı. Ruh derken takyon düzeyindedir, yani ışıktan hızlısınız! Enerji derken ışık hızındasınız ve hele hele MADDE derken ışıktan yavaş mı yavaş bu HIZDASINIZ! Yani artık NEDEN ve sonuç diye iki ucunuz oluştu (İmtihanı bu sayede veriyoruz). Zaman denen boyut kondu ve saat dendi, tiktaklar başladı. İşte neden ve sonuç arasındaki mesafeye SABIR deniyor.

Önce Allah'ın SABRINI (Es Sabur oluşunu) irdeleyelim:
Allah'ın neden ucu yok >>> AMA EL EVVEL diye bir adı var.
Allah'ın sonuç ucu yok >>> Ama Muahhar (Ahir her şeyin en sonuncusu) ismi var.
Allah daim/devamlı; Ezeli (eksi sonsuz uç), ebedi (artı sonsuz uç) ve iki sonsuzluk arasında BAKİ (Beka=Kalıcılık).
Saydığım tüm bu esmaları toplayınız ve = (eşittir) dedikten sonra şu ismi yazınız: ES SABUR!

Yani inanılmaz bir sabır. Ezel denen, El Evvel denen, NEDEN öncesi, neden ucu -pardon uçsuzluğu- ve Ebed denen Muahhar denen SONUÇ sonrası sonuç ucu - uçsuzluğu. Demek ki Rabb’imiz SABIRLAR SABRIDIR.

Bizim bir kaç saliselik KOCA (!) hayatımızda ise sabırsızlık var: Allah sabrı tavsiye edip, sabırlı olanın yanında olacağını beyan ediyor. Sabrın sosyal ve psikolojik açılımına girmeyelim, bize gerekli olan, ayetteki BİLİMSEL açılımları...

Önce (neden) ÇİÇEĞE su verirsiniz! Sonra (sonuç) toprak o suyu çeker! Verildiği anda çekmez! İlla ki bir İNTİKAL süreci vardır. Yani bekleyeceksiniz=SABREDECEKSİNİZ ki, toprak suyu emsin, bitkinin köklerine versin, oradan da özsu örneği çiçeğe hayat versin!

Mearic 19: İşin gereği şu ki insan; aceleci, hırslı, sabırsız, tahammülsüz yaratılmıştır. 

Ayetteki gibi, biz istiyoruz ki NEDEN=SONUÇ olsun, aynı anda olsun!
Demek ki Sabırsızlık=ACELECİLİK! Bir an önce istemek tutkusu=HIRS.
Toprağın suyu emmesini, fidanın ağaç olmasını bekleyememezlik ise SABIRSIZLIK!

Ve sabırsız olan herkes kaçınılmaz biçimde dirençsizdir, beklemeye tahammülü yoktur. Ben çekirdeği ekmeliyim, sabretmeliyim, o ağaç olmalı ve bana meyveler vermeli... Ama bu NEFSİN işi değil! Çünkü bir kaç saliselik ŞU ÖMRÜMÜZDE bir kaç salise bile SABREDEMİYORUZ.

Oysa Allah ES SABUR'dur. Aniden ve kıskıvrak bizi YAKALAMIŞ, işimizi bitirmiştir. (Neden=Sonuç olduğu için o takvimde, kıyamet kopmuştur bile...) Allah için bir kaç saliselik sabır "İŞİ BİTİRDİK" diye verilmiştir.

Bir örnek verelim: Yecüc Mecüc ile ilgili ayetleri yazalım:
Kehf 97: Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.
Kehf 98: Dedi: "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır."
Kehf 99: O gün onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sûra da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır.

Dikkat ediniz: "O gün DÜNYADALAR" ama ANINDA AYET öteye geçiyor. Sûra da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır. İşte Allah için geçen süre budur.

Bir de "Kötülüğe süre tanı...Onlara mühlet ver...." söylemindeki bir iki ayeti yazalım:

Tarık 15-16-17: Onlar ha bire tuzak kuruyorlar. Ben de tuzak kuruyorum. O halde, o küfre batmışlara mühlet ver, süre tanı onlara birazcık...

Şimdi bu ayetlerin ÖZÜNÜ açalım: Ayet ayeti açıkladığından ÖZÜNÜ/ortak paydasını açalım: Bu saydığınız ayetlerin ORTAK PAYDASI ŞUDUR: "Görmüyorlar mı? Allah'ın kazası inip duruyor". Bu da ayettir. Allah'ın RIZKI ve bunun yanında KAZASI GÖKTEN iner!" Ayeti bulursanız çok önemli bir SABIR konusuna gireceğiz. "Allah'ın kazası İNİYOR".

Hicr 21: Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli/bilinen bir KADER ile indiririz.
Mümin 13: O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten RIZIK indiriyor. İçten yönelenden başkası öğüt alıp düşünmez.

KADER'i biliyoruz: Bizim hangi coğrafyada, hangi tarihte doğacağımız, genlerimizi kimden alacağımız, sayılı nefesimiz ve rızkımız TOPTAN veriliyor. Buna kader deniyor. Bu TOPTAN rezervimiz ve coğrafik-tarihsel konumumuz. Eğer NEDEN=SONUÇ aynı anda aynı yerde olsaydı, bize bir defada örneğin 300 ton et verilirdi ve biz bunu bir ÖĞÜNDE bitirirdik. Ama neden ve sonuç ayrıştığı için, KADER olan bu rezervimiz/rızkımız bize bir defada değil; GÜNDE ÜÇ ÖĞÜN halinde indiriliyor!

İşte TOPTAN olanın "Perakende" bize indirilmesine KADERİN kaza edilmesi diyoruz. Rızkımız bellidir ve toptan depoda durmaktadır. Bunu ZAMAN içinde öğün öğün bize veren REZZAK, kaderimizdeki o toptan rızkı gün be gün parça parça vermektedir. Alacağımız nefes bellidir: Diyelim ki yüzmilyar metreküp olsun! İşte bunu bir kerede değil; son nefesimize kadar, nefes nefes KAZA etmektedir. Sayılı nefes bitince de... Ölüm kaçınılmaz oluyor.

"Allah'ın kazasının inmesi...". Bu nasıl oluyor?
Hablilverid (Göbek kordonumuz/11 boyutlu ÖZEL RIZK tünelimiz) REZZAK olan Allah'ımız isminden bize pompalanmaktadır. Bunu hiçbir melek vb. kimse yapmamakta ve tek Allah'ımız/ER-Rezzak bunu üstlenmiştir ve SAMED denen tek kutbundan bize pompalamaktadır. Allah'tan başka hiç bir melek veya kuvvet bunu yapamaz. Allah'ımız bize RUHUNDAN üfledi ve şahdamarımızdan da yakındır. Ruh Rabb’in EMRİNDENDİR. Ve Allah'ın EMİR (ita emri) ve KAZA/Gadha'sı BİRLİKTE inerler.

İsra 85: Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir. Ve size, ilimden sadece az bir şey verilmiştir".

Şimdi bu noktada gelelim SABIR nedir? Gönül ister ki: "Şu yemek çok güzel, doydum, keşke yedek on midem daha olsaydı, hepsini doyururdum. Nefs böyle ister! Ama SABREDECEK!

1. Önce acıkacak,
2. Sonra ikinci öğünü yiyecek.

ACIKMAYA KADAR sabredecek! Eli mahkum!
"Ayşe beni sevmiyor, ben de bu hayatı sevmiyorum. Bir an önce bu hayat bitse de kurtulsam!” Hayır dostum, ELİN MAHKUM, ister sabret, ister sabretme AYNI SÜREYİ yaşayacaksın.

"Öff işten çıkmaya daha üç saat var. " Hayır dostum. Elin mahkum SABREDECEKSİN, sabretsen de sabretmesende ÜÇ saat geçecek. Bari şikayet etmeden geçsin de senin canın sıkılmasın! Neden canını sıkıyorsun kardeşim? Sabırsızım diyorsun, ama bak ÜÇ SAATİ istemeden aynı oranda geçirmektesin. Aynı sürede... Yani sabreden de üç saat bekliyor sabretmeyen de!

Allah'ın Kazası (ve emri) İNİYOR! Allah'tan gelir her iyilik ve kötülük! Ama Bu Allah'ın kötülük oluşturduğu anlamına gelmez. Kabil'e Allah “Git kardeşin Habil'i öldür!" demedi! Kabil bir ŞER işledi, ölüm fiili oluştu!

ÖLÜM bize ŞER gibi geliyor. Hayır ve şer Allah'tan derken, burada KABİL'in şerri değil; fiil olan ölüm kavramı. Öleceğiz bu şer midir? Hayır Hayırdır! Çünkü ölmek demek, ÖLÜMSÜZLÜĞE EBEDİYEN DOĞMAK ve bir daha HİÇ ÖLMEMEK demektir. Ve Allah'a rücu etmektir. Bunun ŞER NERESİNDE! O BİLE HAYIR'dır.

Biz neyin şer, neyin hayır olduğunu bilememekteyiz. Nice şerden hayır doğar veya tersi... OLAYIN KAZA edilmesi... Nasıl bir kaza?

Örnek verelim: Kabil'in Habil'i öldürmesi için ALLAH'ımız KÖTÜLÜĞE bir süre tanıyor/mühlet veriyor, ki SUÇ işlensin, fiili bir cürüm oluşsun, ki bize günah veya sevab yazılsın. Yani aklımdan filancayı öldürmeyi geçirmek SUÇ değildir. Niyet ve düşüncenin suçu olmaz.

Ama Kabil, kardeşini öldürdüğü anda KADERİN kazası yerine gelmiştir. Fiile dökülmüştür ve o kişi artık YARGILANACAKTIR! Böylece günah-sevabın VERİLEBİLMESİ, yazılabilmesi için BİR SÜRE verilmiştir. İşte bu eğer kötü bir olaysa, orada SABREDİNİZ! Sabrediniz ki FİİL işlensin! Ve bu arada siz sabrediniz "Az bir süre veriniz=Sabrediniz!".

Sabırda bir de TAHAMMÜLSÜZLÜK olayı vardır. Bilirsiniz ki elektrik akımı iki nokta arasında en kısa yoldan (süper iletkenlerde) ışık hızıyla akar geçer. Ama bu TAHAMMÜLSÜZLÜĞE tahammül = direnç = sabır = rezonans devresi eklediğinizde size yararlı olur. Bu kez volt direnç ile karşılaşır ve hızla geçemediği için direnç devrelerinde yavaşlar ve o zaman elektrik akımının "ISI" verdiğini ve SİZİ ISITTIĞINI görürsünüz.

Kışın elektrikli sobalarımız rezistans tellerimizin verdiği ısıyı hatırlayınız. Eğer direnç=sabır devresi konmasıydı biz kutupta donar ölürdük. Ama (Bildiğiniz Volt, Watt, Amper vb. formüllerinden anımsayınız) Voltaj düşüp; amper yükselince empedans/ohmaj formülleri içerisinde ışıma yerini ISIMA'ya bırakır ve biz de donup ölmeyiz!

Rezistans da BİR SABIRDIR! Sabrın fizik dilindeki adıdır ki daha önce de yazmıştım.

Sabır ile ilgili söylenecek çok şey var. Mesela Asr suresi: ASR >>> ZAMANIN GEÇMESİ GEREKTİĞİNİ bildiren ŞİFREDİR. Şifredir ve nedenselliğin bir diğer adıdır.

Asr Suresi:
1. Andolsun Asra ki,
2. İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir!
3. İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır.

HÜSR(an) sabırsızlığı kendine yaşam biçimi seçenlerin akıbetidir. SABR >>> Geçmesi gereken süredir. Bu süreyi BİZ belirleyemeyiz. Hüsranda olmamak için gerekli olan Salih eylemler ve BARIŞ eylemleridir. Barışçı bir Salih kulun SABIRSIZLIKLA işi olamaz. Eğer barışçı olmasanız, sabırsızlıktan SAVAŞMAYA / savaş ilan etmeye / saldırmaya koşarsınız. O da SAVAŞÇILLIK OLUR, BARIŞÇILLIK DEĞİL!

Mearic 5: Artık güzel bir SABIR ile SABRET!

Geri Dön     Yukarı