127 - 29 Ocak 2003 Çarşamba

Selam ve Selam candaşlarımız hoşbuluştuk,


“Bakara Suresi 284. Ayet” Yukarı

Bakara 284: Göklerde ne var ,yerde ne varsa Allah'ındır . Eğer siz içinizdekini açıklar, yahud, gizlerseniz Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra kimi dilerse onu yargılar; kimi dilerse de onu azaplandırır. Allah herşeye hakkıyla kaadirdir.

ÇOK AÇIK bir ayet... "İçimizde gizlediğimiz"e bir örnek. Ali İmran Suresi’ndeki "Kininizle ölün" konulu ayetler...

Eylem haline gelmemiş hiçbir düşünceden sorumlu değiliz. Allah adaleti de, Dünya adaleti gibi "Suç sabit olmadan" yargılamaz. Çünkü insan sürekli ve bilhassa FESATLIK üretir. Kızdığınız birini "Öldürmek" istersiniz ama istemekle katil olmazsınız. Zina etmek isteriz, ama fiili ve 4 şahitli olmadıkça zina bile zina değildir.

Gelelim içimizdekinin "cezalandırılmasına". Bir plan kuruyorum: Bir suikast planı; bunun benden ve ALLAH'tan başkasının bilmesi mümkün değil. Bu planı gerçekleştirmek üzereyken, mesela bir aksilik oluyor ve kurşun boşa gidiyor... Bundan O ANDAN itibaren sorumluyum.

Zina iyi bir örnekti. Göz zinası, kalp zinası, ruh zinası, dil zinası, kulak zinası, bunlar sadece HADİSLERDE var. Ayette tek bir zina var: O da fiile geçmiş ve tanıkları oluşmuş zinadır. Suç budur. Diğerleri YOKTUR. Göz zinası, kalp zinası, bunlar nasıl bilinebilir? Rüya gördüm gibi bir şey... Kim benim rüyama girip de beni yargılayabilir?


“Nazar” Yukarı

NAZAR, tıpkı kanser, grip, sakat doğmak ya da deli doğmak veya sonradan olmak gibi bir YAZGIDIR. Nazar, sihir, bunlar YAZGIDIR. Aynı gün aynı anda ve saatte, ECELİ geldiğinde araba çarpacak ölecekti. Burada önemli olan ölümün biçimi (kaza, hastalık, sihir, nazar vb.) değil, ECELİN yetişmesi önemlidir. Diyelim ki sihir yapılmadı ya da nazara uğramadı... Ama evinin çatısına UÇAK düşüyor ve AYNI SAATTE ölüyor. SAAT çok önemli bir olay...

Nazar OLAĞANDIR... İmrenirsin, gıpta edersin... Özenirsin... Ama HASED... İşte bu HARAMDIR. Yani imrenme kıskançlığını ÖLÜMCÜL HASUDLUK haline getirirseniz, sorumlusunuz. Onu kıskanmak hasedlik değil... "İza Hasidin Hased" ayetinin muhatabı olmak yani bu ölümcül nazar (göz değmesi) silahını kullanan SORUMLUDUR. Çünkü bu kötü nazarın ŞAHİDİ yoktur, DELİLİ de yoktur. Ortada tabanca gibi bir silah da yoktur. Yasalara şikayet ederseniz, yargıç güler size... O zaman bu HASEDİN intikamı MÜNTEKİM Allah tarafından alınacaktır.

Nazar çözülebilir mi? Burada Nazar tek bir silah türü değildir. İş arkadaşınızın maaşına zam gelir, size vermezler... Arkadaşınıza bir kastınız yoktur, hatta onu çok sevmektesiniz, ama onun terfii etmesi, sizin içinizi BURMAKTADIR... Bu çok küçük bir nazardır. Yani HASEDLİK değildir. Fakat arkadaşınızı vurabilirsiniz... Elinizde değildir. Çünkü NAZAR = LAZER gibi bir "potansiyel farkı giderici", yani voltaj farkını gerilim farkını GİDERİCİ özeliğe sahiptir. Nazarlı bir insana dokunduğunuzda "Çıtır çıtır" elektrik sıçraması olur. Birinden diğerine "Gerilim farkı" ark yaparak atlamaktadır. Bir TOPRAKLAMA bu nazar türünü çözebilir ama ileri derecede HAİNLİK derecelerindeki hasetliklerdeki NAZAR öldürmek üzere ve ard niyetlidir. Derler ya "Öküz çatlatır" diye... İşte bu NAZAR'a "Maşa Allah" kategorisinden bir dizi ayet ile karşı konmalıdır. Maşa Allah ilahi kelamı, istemeden vuracağımız, yani nazar edeceğimiz kişileri SİGORTA etmemiz demektir. Maşa Allah deyin önce, sonra istediğiniz kadar KISKANIN. Yani emniyet kapalı olduğundan silah ateş almıyor...

Nazar bir güç değildir: Bir gerilim farkı boşalmasıdır. Bu gerilim farkı ise, biyo elektromagnetik alan yoğunlaşmalarımızla ilgili... Bunlar (mesela biyo seksüel elektrik vb.) ark yapmaktadır. Bu yoğunlaşmalar vücuttaki çok MASUM olan deri yani yüzeyde ve bunun hemen altındaki YAĞ dokuda elektrik dipiezzo olabiliyor, ama GÖZ gibi TAM şeffaf ve lazer (quartz) kristali gibi davranan GÖZ'de bu böyle değil... RESMEN kohorent (Tek dalga boyu) bir halde gidip kişiyi ya da eşyayı (kıskanılan otomobili örneğin) vurabiliyor.

Bu önlenebilir mi? Evet ama Medusa'nın kalkanını hep taşımak şartıyla... Yani onu geri yansıtmak şartıyla... Çünkü Nazar kohorenttir, yani LAZER gibi tek dalga boyudur... Ve Laser gibi kristalden (rubi taşı vb. gibi) üretilmektedir. Bu da GÖZDÜR. Göz, beyindeki düşünceyi YANSITABİLEN YEGANE organımızdır. Gözündeki O ANKİ bir bakıştan insanı anlayabilirsiniz. Göz YAŞLI doğar. Yani bebekken bile bakışlar BÜYÜKTÜR... Ve resim ne kadar eskirse eskisin, GÖZLER hiç değişmez. 6 aylık bir bebek ile 66 yıllık bir ihtiyarın BAKIŞI aynıdır. Resimlerde hiç değişmez bu.. Değişen, kırışlar, gözaltında torbalar vb.dir. GÖZ o denli bir KRİSTALDİR ki, içten dışarıyı, dışarıdan içeriyi EŞİT gösteren bir penceredir. Hipnoz sadece GÖZ ile yapılabilir. Yani körü hipnoz edemezsiniz. GÖZDEN göze bir link vardır. Aşklar bile GÖZDEN başlar... İlk elektriklenme GÖZDEN başlar... Erkekler ve kadınlar en çok ve ilk olarak birbirlerinin GÖZLERİNE bakarlar (%70); diğer yerlere daha sonra bakılır.

Hipnoz bir Modality'dir yani işgal etme kipliğidir. Burada işgal edilen ise Süper Ego'nuz yani sizi siz yapan NEFSİNİZ'dir. Tele-hipnoz ve toplu hipnoz ikisi de "Spirtizm" denen başka bir yöntemle yani psi-enerjiyle oluşuyor. Bu pozitif değere, DELİ kuvveti sahibi kişi konsantre olduğunda negatif 20 ton kuvvetinde bir çıkma yapabilir. Bu enerji fazlamız zaten var:

1. Kuarklardaki bağ enerjisi bağlandığı atomaltı parçacıktan DAHA ağırdır.

2. Bir maddeye mesela gravitasyon olarak etkiyen kuvveti daima "TERS" yönde dengeleyen madde ötesi (Soyut madde, takyon) doğası gereği LEVİTE eden, yani tersine çekim dengelemektedir. Bu deli kuvveti dediğimiz fenomenlerde bedeni olan mesela boksör yumruğu 15 tondur... Bu pozitif değere, DELİ kuvveti sahibi kişi konsantre olduğunda negatif 20 ton kuvvetinde bir çıkma yapabilir. Çelimsiz insanlarda "KATALEPTİK" bir dayanıklılık gözlemlenmiştir. Yani "İğnenin batmadığı, çivinin delmediği Fakirizm" benzeri görüntüler de var. Özellikle Hunlardan beri Türklere karşı çelimsiz olan Çinliler döğüş tekniklerini geliştirirken, KATALEPTİK konsantrasyonlardan ve dini Ritüellerden yararlandılar.

İnanılır gibi değil ama, bu DİNİ terbiyeden çıkmış bir SPORDUR veya döğüş sanatıdır. Sadece elinin yanıyla, 20-30 ton Takyon sonsuz özenerjisi TRANSFER eden ustalar, mermer, tuğla, hatta tarihte başıyla demir çubuk kıranlar var (büken değil, kıran). Bunlarda şaşılacak bir şey yok... Sadece ÇOK sık olmuyor, ondan şaşkınız. Kısacası bizde klaüsik adıyla PSİ kuvveti var. Bu da kök içinde -4900 kg olan bedenimden (Ruh diyelim mesela) bu bedene (-ki kök içinde + 4900 kg'dır) EK ENERJİ GETİREBİLİRSİNİZ. Meleklerin TAKYON oluşu ve dolayısıyla enerjilerinin SONSUZ ÖZÜNLÜ ENERJİ (Nur sonuşmazı) olduğunu hatırlarsak, onların KUDRETLERİNİN normal olduğunu anlayabiliriz. Yani bir sıradan melek irade dışına çıksaydı evreni YOK EDERDİ. O sonuşmaz enerji (burada +70 kg ve -70 kg/imajiner diye sundum) dengesini, öteki tarafı artırarak BURAYA sonsuz özenerji transfer edebilirsiniz. Kuarkların bağlanma enerjileri ve elektromagnetizmanın magnetik özelliği nasıl ki quantum tünelinin AĞZINDA ve içinde bekliyorsa, aynı şey PSİ kuvvetleri için de geçerlidir. Tünelinizden (Elif noktanızdan, kuantum köpüğü içindeki şahdamarlarınızdan) İÇTEN alacağınız bu EK kuvvet (sonsuz özenerji) +70 ve -70 dengesini değiştirir. Mesela +70 kg.a karşı -80 yaparsanız 10 kg fark, bir demiri parmağınızla büktürür. Bedeniniz kaskatı kesildiğinden kurşun işlemez, çivi batmaz, ya da 50 mermeri bir darbede kırabilirsiniz.

NAZAR da işte bu PSİ güçlerimizden biri... Sorun TAKYON-MADDE ikilisinin DENGESİNDEN ve bu dengenin değştirilmesinden geçiyor. Bilincimiz bizim imajiner (Sanal) EŞİT ağırlıktaki ışıktan hızlı bir bedenimizdir. Bedenimiz ise maddedir ve ışıktan yavaştır. Bu ikisi IŞIĞIN KENDİSİ (Nefs) bileşkesinde BİRLEŞİRLER buna HAYAT deniyor. Artık enerji bedenimiz ışıktan hızlı gidememektedir, çünkü artık BEDEN bağlıdır. Beden de külçe, ceset olmaktan kurtarılmış, CANLI ve yürüyebilen bir organizma olmuştur. Yaşam budur, bu kadar basittir. İkisini birbirinden ayırdınız mı buna ÖLÜM deniyor... Bilinç (eksi 70 kg beden) ışıktanı hızlı olduğundan KENDİ evrenine gidiyor... Madde (cesediyle) hiçbir ilişkisi kalmıyor.


“Beden - Ruh - Nefs” Yukarı

Beden nedir? Buna bir karadelikten ÖRNEK vereyim: Biliyorsunuz karadelik olay ufku arkası BİZİM EVRENİMİZ değildir. Orası başka bir evrenin girişidir. Karadelik gibi akdelik de bir evrenin ÇIKIŞIDIR, en büyük akdelik, kuşkusuz büyük patlamanın o minicik noktası olan odaktır. Büyük patlama niçin oluştu? Çünkü karadeliklerden de hatırlarsanız, "Kendi evrenine, kendi sığasına sığamayan ŞİDDET olayları, kendi dışlarında BİR BAŞKA mekana açılırlar”. Yani kendi uzay-zamanına sığamayan bir büyük patlama ya da kara-evren, ÖTEDEN (elsewhere) BURAYA (WORLD, UNIVERSE; COSMOS) (from elsewhere to here) açılmıştır. Büyük patlama, KENDİ hacmine ve kapasitansına sığmayan bir evrenin BURAYA açılması demektir.

Bizim üç karanlığımız vardı (anımsayınız). Ana rahminden dışarı doğmak da AKDELİK olayıdır ve gün ışığıdır. RUH sahibi bu bebek, aslında KENDİ EVRENİNE sığamadığı için BU EVRENE DOĞAN bir akdelik patlamasıdır, (kusarca patlama). Onun evreni HORN HOLE (Corn Hole, Sur borusu) olan evrendir. Ama DOĞUM olayıyla bu evrene açılmıştır... Yani bir NOKTASAL enerji patlaması (Big-Bang) ORADAN buraya kapı açmaktadır. Bu büyük patlama birden ANİDEN şişme olur. (KEHF). Yani enfustaki anne baba tek+tek sarmalları artık noktasal değildir. HÜCRE göçü yapabilecek biçimde bir KEHF (Geometri, mıknatıs akılarının düzgünlüğü gibi bir formasyona) dönüşür. Ona beden diyoruz.

Beden bir KEHF'tir ve doğrudur. Çünkü Rakim MATEMATİK, KEHF ise aynı matematiğin GEOMETRİK BİÇEMLENMESİDİR (Biçem, format anlamında). Dünya hayatı doğrudan bir BİLGİSAYARIN içinde geçmektedir. Şu yaşadıklarımız birer simülatördür, birer programı oynamaktan ibarettir. Holografik bir evrendeyiz MADDE=Aslında madde değil HAYAL! Gerçek olan, HİÇ ÖLMEYEN, ölümsüz, enerjisi sonsuz ve hiç bitmeyen... Zamanı ışık hızında durduğu için yaşlanmayan, acıkmayan, nefes almayan, biyolojik hiç bir ihtiyacı olmayan O RUHUMUZDUR. Beden hologram; Gerçek olan ÖLÜMSÜZ ruh! Yani "Herşey hayaldir" tasavvuf ifadesi tümden budur.

Allah'ın Arş'ı bilgi işlem merkezidir demiştik. Kalem klavye demiştik, Levhi Mahfuz BELLEK kartı demiştik. Kürsi de monitördür demiştik. İşte bu PROGRAM içindeyiz biz... Hayaller KOLLEKTİFTİR, RUH TEKTİR ve TEK tüm ideogramları ya da hologramları içinde barındırır. O tüm insanlığın MALIDIR. TEK RUH'un kendisi Etheric'tir (Hayal yumağı), ama nefse bölüntülendiğinde KENDİNE düşeni hayal eder. Allah TEK olarak ruhu yarattığında "Ben RABB’İN DEĞİL MİYİM?" diye sordu... Ve bu tek ruha karşı çok sayıda NEFSLER yarattı... Her biri kendi kafasından bir cevap verdi (bugün de bu karmaşa var). Ruh gibi "Evet" demedi... O zaman ruh+nefs aşamasına geçildi ve Rab sordu: "Ben SİZİN Rabb’iniz değil miyim?". Ruh/tek ruh "Evet " diyecek oldu ama, onun bölüntülendiği NEFS "Hayır" dedi. Sonunda ikisi ortak bir noktada BİLEŞKE oluşturdular: "Sen sana, ben bana" dediler... Yani EVET ana kelimesinde birleştiler fakat NEFS "Evet AMA..." diye itiraz etti, "Senin tanrılığından bana ne, beni kendi halime bırak" dedi. Nefsin görevi BUDUR, AYRIK olmak... Başını alıp gitmek, kendisi TANRI olmak... Ruh ise tam tersine RÜCU edici, yani kaynağına dönücüdür.

Nefsin bu FORMATINI kınamayın. Çünkü onu YARATAN, böyle programlayan bizatihi Rabb’imizdir, ÖYLE istemiştir. Nefsinize şeytanmış gibi saldırmayı bırakacağız artık. Biz NEFSİMİZ olduğu için SINANAN insanlarız... Ahlaksız tasavvuf kanadı, hep NEFSİMİZE şeytan muamelesi yapmıştır. Oysa ahlaklı tasavvufta "Yaratılanı YARATAN'DAN ÖTÜRÜ HOŞGÖRMEK" etiği vardır. BİZ ikincisine (Yesevi) aitiz. Nefsinizi ıslah edin, bir şeytan falan sanmayın. Biz nefsimizle KAİMİZ. İnsanda olmazsa olmazdan ilki NEFSİDİR, biz nefsi olmayan MELEK falan değiliz.

HİÇBİR ŞEY yokken, SADECE ALLAH ve tüm olasılıklar (Külli Şey’in=Her bir şey sonsuz kez sonsuz kez sonsuz ihtimallerin her birine bir tek şey deniyor, tamamına ise Külli Şey'in/Whole things deniyor) vardı. Allah tüm olasılıklar KÜME'sine (Tümce, cümle, set-ki BOŞ CÜMLEDİR) "Yaratmayı" yani HER AN SÜREKLİ TÜM İHTİMALLERİ YARATMAYI dilediğinde tek tek sordu. Kimi ÖYLECE ğaybda kalmak istedi, kimi cansız eşya, kimi bitki, hayvan, melek, cin , Yecüc-mecüc vb. olmak istedi. Burada KELLE koltukta olan bizlerdik. Hayvanlar, bitkiler, melekler masumdur ama MASUM OLAMAMAK, GÜNAHSIZ olamamak gibi bir RİSKE, Hans falan da girdi... Bu satırları okuyanlar da... Hayvanlar masumdular ama HAYVAN idiler, bitki idiler... Melekler... Bir tür robot idiler... İş makinesi idiler... Hiç biri özerk değildi, İNSAN'DAN başka... İnsan olmayı BİZ istedik... Evde beslediğiniz KEDİNİZ istemedi.

Kolay mı öyle CEHENNEMİ göze alıp, ebediyen azap çekmeyi göze alıp İNSAN olmak... Kediler bu işten kedi olarak KURTardılar, kefeni yırttılar... Ama biz DEĞİL... Biz imtihan sonucuyuz... Bize CİNSAN deniyor. Cin olan tarafımız (Enerji) ve insan olan tarafımız da Madde (E=mc2) denklemiyle EŞDEĞERDİR. Rahman Suresi’ndeki gibi; "Ben Cin (enerji insanları) ve insanı (maddeyi) ancak ibad (Kalu Bela’daki BİLMEK sözünü) yerine getirmeleri için yarattım" der ayet... Cin enerjiyi, insan maddeyi ve Einstein bu ikisinin eşdeğerliğini dile getirir. Bir daha hatırlatayım ki, cinler çok seyrek madde olan ışık hızındaki insanlardır. İnsanlar da çok yoğun madde olan ve de ışıktan yavaş giden CİNLERDİR.

Ahzab 72: Biz emâneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi.

Şimdi gelelim madde ve cin ilişkisine... Önce şu tasnifi yapalım ve üç vitesli evrenimizi anımsayalım:

1. Takyon (melek) NUR ışıktan hızlı gider. Dolayısıyla ne ENERJİSİ (NEFSİ) ne de MADDESİ (cesedi) YOKTUR.
2. Luxon (Cin) NAR (yani ışık hızında enerji) olup, enerji bedeni=Nefsi vardır, daha yavaş gidemediği için cinin CESEDİ yoktur.
3. İnsan (Madde) hem NEFSİ hem de cinlerden fazla olarak MADDİ bedeni vardır.

İşte farkımız bu... Gelelim madde ve enerji birbirine etki eder mi sorusuna? Evet, çünkü ikisi aynı şeydir (formüle bakınız) ama bir de şunlar var:

Bileşik Alanlar Teoremleri’ne ve Süper Simetri Yasaları’na göre, proton dahil hiçbir şey KALICI değildir, yarı ömrü vardır. Yani KALICI (stabil, sabit) sandığımız PROTON bile bozulacaktır birgün... Bunun benzerinde, başımıza ÖMRÜMÜZDE bir kere BENZERİ durum gelmektedir. Komik olacak ama, ÖMRÜMÜZDE sadece bir kez ÖLÜRÜZ. Yani protonun YARI ÖMÜR SÜRECİYLE bizim ölümümüz arasında fark yok...

Biraz daha açalım olayı... Radyoaktivite şudur: Her iki atomdan (M) birinin kendini (E)ye çevirmesi yani uranyum vb. gibi radyoaktif elementlerin YARILANMASI denen bir yarı ömürleri var. Burada ne oluyor? E=mc2 uyarınca iki tane m'den biri yine m kalıyor, diğeri buharlaşıp ENERJİ oluyor. İki insandan biri CİN oluyor gibi bir şey (Aslında bu espriydi. Ama insanın cin olduğu durumlar da var (Nas Suresi’nin sırlarından). Ölüm odur ki, BENİM ÖMRÜMDE BİR KEZ MADDE (Tardyon) kaydından çıkıp TAKYON fazına geçmem demektir. Cin ve insan da benzeri biçimde EŞDEĞERDİRLER. Alfa tanecikleri kocaman sayılırlar ve helyum çekirdekleridirler. Kurşun bir kabdan asla dışarı çıkamazlar... Ama ÖMÜRLERİNDE bir kez, o kurşun kalın duvarı HAYALET gibi geçer ve DIŞARIDA var olurlar... Bu o benzeri olayları kitaplarımda vermiştim anımsarsanız... Alfa tanesinin İNANILMAZ biçimde (Bizim ömrümüzde bir kez ÖLMEMİZ gibi) duvarın dışına çıkması SEYREK de olsa CİNLERİN maddeye etki etmelerine izin verir. Çünkü cinler az yoğunlukta bir MADDE olarak zaten bizimle hempadırlar. Madde ise çok yoğun enerji demektir... Biz madde olarak cinlere etki eder miyiz? Evet ederiz: Sadece gelecekteki bir deneyden yola çıkarak, birgün ışık hızını yakalayacaklar(yakaladılar) o zaman bu ufonotlar ışık hızında artık madde olarak kalamayacakları için ENERJİ olacaklardır. Artık çocuğun adını koyalım: Yani CİN olacaklardır... Ve artık cinlerle duüello edebilirler... Bunun tersine NAS suresindeki Hannas olayı da tersine dönen bir mekanizmadır. Çünkü İLLA ki ışık hızına yükselmek TEK kapı değildir. Bunun tersinde bir kapı daha vardır. Orada da zaman GENLEŞİR... Orada da CİN MADDELEŞİR... Bu kapıyı hatırladınız mı?

Işık hızı C ise, öteki kapının adı K... Evet Kelvin sıfır derece... Orada ENERJİ maddeleşir ve hız SIFIR olduğundan zaman ışık hızıyla gitmişçesine GENLEŞİR ve yavaşlar. Bunun için HİBERNASYON denen dondurarak bekletme yöntemi var. Hibernasyondan çıkanların KEHF ehli gibi "Bir kaç dakika belki bir saat uyudum sanırım" dediklerini anımsayınız... Oysa damarlarından kan alınmış yerine süper sıvı konmuş, kalp durdurulmuş, yıllarca orada buzdolabındaki besin gibi sapasağlam duruyor... İki yıl sonra damara yeniden kan veriliyor, kalbe bir elektrik şoku veriliyor ve HAYAT kaldığı yerden devam ediyor... "Ne kadar uyuya kaldın?" sorusuna karşılık, denek “bir saatten az” diyor, ama siz kıs kıs gülüyorsunuz...


“Kadın - Huri” Yukarı

Paranın kökeninde KADININ süs eşyası vardır. Süs eşyasını takarak, hem estetik açıdan ve varlık açısından görüntü veriyorlardı. Hem de takılara kendilerini CÜZDAN yapıyorlardı. Böylece hem aksesuar hem de Jeton yerine geçen para olgusu ortaya çıktı. Yoksa ALTIN neden bu kadar değerli olsun ki? Bugün evrende en değerli şey altın, platin taşlar falan değil... Boraks diye bir şey... Ama işlerliği yok... Altın bir ihtiyaçtır... Ve Kadın ihtiyacıdır. Kadın niçin Altın takar? O Cennet içgüdüsüdür. Oradaki Havva anamızın GENOMUNDAN süregelen bir şeydir. Tıpkı makyaj gibi... Sündüz denen DOĞAL makyajlı bir DERİMİZ daha vardı en üstte... "Allah SOYUNUN (sündüzü bırakın) ve AŞAĞI İNİN" diye ilk ebeveynimizi sürgüne gönderdi. Kadın O DERİYİ unutmadı. Sürmeli, allıklı, uzun kirpikli, farlı vb. BU DOĞAL deriyi hiç unutmadı... Ayetlerde Cennet'te takıldığı bildirilen altın gibi soy elementli takıları da unutmadı. Havva'nın GENLERİNDEN bu ikisi kadınlara geldi...

Erkekler bir bitkinin gövdesi (kahverengisi, ya da yaprağı=Yeşili), fakat kadınlar illa ki pembe, mor, turuncu, kırmızı çiçeği... Makyajda, giyim kuşamda (Moda) bu kural hep vardır. Kadın rengarenk olacaktır. Olmalıdır da... Libas=Cennet elbisesi ama Sündüz=SOYUNDUĞUMUZ, yani bıraktığımız, buraya getirmediğimiz DERİMİZİN adı... Gözlerin rimeli bugün papağan, tavuskuşu vb. de yaşıyor. Kadınlar ONU özlüyorlar... Unutmayınız ki, HAVVA CENNET'te zaman aşırı yaşamış bir DİŞİ İNSANDIR... Ve onun kızları ve de oğullarıyız.

Huriler Sündüz üzerine ŞEFFAF libas (elbise) giyerler. Orası buranın tersi olduğu için ve huriler HELAL olduğundan Cennet kıyafetleri transpanrandır. 70 kat da giysen, biri ötekini örtmez ve sündüzü yani o inanılmaz teni gizlemez...

Araf 27: Ey ademoğulları! Şeytan, ana-babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, size de bir fitne musallat etmesin. Çünkü o ve kabilesi sizi, onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz o şeytanları, inanmayanlara dostlar yaptık.

İnsan 21: Üzerlerinde yeşil-ince ipeklerle, sırmalı, kalın ipeklerden giysiler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Ve Rableri onlara tertemiz bir içki ikram etmiştir.


“Kurban” Yukarı

KURBAN... Bu kelime Zekat (Vergi) fitre (herkesin vermesi gereken) ve Sadaka'dan farklıdır. Zekat (Bordronuzden kesiliyor ya da siz Maliye'ye veriyorsunuz). FİTRE ise zengin fakir herkesin vermesi gereken bir "Kaza, bela savma" bedelidir. Sadaka bunların dışında gönlünüzden kopandır. Dördüncü olarak KURBAN, farz olmayan (adak ise farzdır, değilse değildir) ve miktarı iyice belli bir Allah için ve Allah rızası için yapılan iştir. Bu dördüncüsü izleyen beşincisiyle (Allah'a borç vermek, Kıtal yapmak) akrabadır. Beşincisi ise tüm bunların en şereflisidir. Bu beş şeyi veririz ömrümüzce... Vergi (zekat) BİZE HİZMET OLARAK GERİ DÖNER. Zekatın karşılığını alırız. Fitre fakirin de vermesi gerekendir ve kaza-bela defeder ve ailenin tüm bireyleri için ayrı ayrı verilir ve fakirlik bahane değildir. Bela savdığı KARŞILIĞINI almış oluyoruz fitrenin. Sadaka "Gönlümüzden kopan" ek bir iyiliktir. Sadaka verenin illa ki malı artar.Yani karşılığını almış oluyoruz. Kurban'ın karşılığını alıyoruz. Çünkü içinden BİZ DE yiyoruz ve de ikram ettiklerimiz KOMŞUMUZDAN bize GERİ geliyor, yani karşılığını alıyoruz.

KARŞILIĞINI ALMADIĞIMIZ TEK ŞEY KITALDIR. Allah'a borç verince (Kula değil Allah'a borç veriyorsunuz DİKKAT!), Allah'a sadaka-fitre-zekat vermiyorsunuz. Allah'a BORÇ VERİYORSUNUZ... Kıtal.... İşte bunun KARŞILIĞI yok... Yani Kıtal bir YATIRIM gibi size dönmez. Hizmet olarak, ya da kurban eti olarak komşunuzdan gelmez... Çünkü Allah Kurban yemez, zekata ihtiyacı yoktur... Ama KITAL! Zekatları verdik, fitre, sadakayı da verdik. Bayramda Kurban da keseceğiz... Pekiyi Kurban nedir? "Rabbin için kurban kes", "Allah'dan başkasının adına kesilmiş hayvanlar (Haramdır)", "İsteyene de istemeyene de Kurban'dan verin”...

İbrahim oğlunu Kurban etmek istedi... Gelin önce KURBAN bayramını Hanif yöntemle yeniden özetleyelim: Yılda 90 ila 121 gün kadar süren HARAM AYLAR yani Hac ve dolayısıyla Kurban olayı var. Kurban bayramı dört gün değil dört aydır. Yani haram aylarda HACI olursunuz, bu Umre değil, doğrudan HACC'dır. Yüz gün boyunca KURBAN kesebilirsiniz. Onu son dört güne SIĞDIRIP hayvan katliamına çevirmeden 100 güne yayabilirsiniz. Son dört günde dört milyon adet KURBAN kesmek HARAMDIR ve KATLİAMDIR. Bir de Hacca gitmeyen yüz milyonların kestiği kurban var ki, o da AYNI günlere denk geliyor. Ve yenmiyor o etler... Fakire de değil, zengin komşular arasında trampa biçimine dönüşüyor... Oran sitesinde (Ankara) 550 lojmanda kurban kesilecek... Eski milletvekilleri ve idari zenginlerle orada bin kişi bin kurban kesecek... Ve o kurban eti o siteden dışarı çıkmayacak... En küçüğünün maaşı onmilyar ayılığı var... Ve kurban gösteriş ve trampa haline girecek. Nasıl ki namazın MAUN yani yüze geri atılanı varsa, kurbanınız da böyle olacak.. Sokaklar sel gibi kana boğulacak... Çocuklarımız deprasyona girecekler. Bahçelerinde besledikleri sevimli dostları hayvanların kan revan içinde ölümünü seyredecekler ve alınlarına bir parmak kan lekesi izi bırakılacak... THY denen yolsuzluk kurumu araçları dolaşacak... (Deri inanılmaz bir zenginlik, beş milyar dolarlık bir endüstri). Ya da buna karşı çıkan ve parasını yıllardır Talibana gönderen ya da Apo'nun gerillarına peşkeş çeken MÜSLÜMAN sakallılarımız cübbelilerimiz ortalarda gezecek... Deri isteyecekler....

Kurban 4 ayın işidir. Dört ay hacca gidilebilir. Kurban bayramı SEMBOLİK olarak, Ramazan bayramından sonraki 70 gündür, SEMBOLİKTİR! Kadir gecesi ya da Ramazan gibi hiç bir TİTİZ kıymeti HARBİYESİ yoktur... Kadir gecesi, Ramazan'daki YENİ ay bunlar çok önemlidir ve sembolik değildir. Ramazan bayramı da SEMBOLİK değildir, kitap-hesap işidir... Ramazan bayramının amacı ÇOCUK GİYDİRMEK, yetim-yoksul çocuk okutmak, sahip çıkmaktır. Kurban bayramı ise semboliktir. "Doyurmak dahil" amacı yoktur (Unutmayın DÖRT gün değil, DÖRT aydır doyurma mühleti, yani fukaralar ET YİYOR diye kendinizi kandırmayın).

Ayet diyor ki: İSTEYENE ve İSTEMEYEN HERKESE VERİN! Hristiyan çocuğu >>> Akil Baliğ değilse MÜSLÜMAN ve O DÜNYA MÜSLÜMANI, annesi babası ablası-abisi Hristiyan olsa da... İstemeyene DAHİ Kurban eti verin diyor AYET...

EVET, EHLİ KİTAB TAMAMEN BİZDENDİR. Onları yargılayacak ALLAH'tır, BİZ değiliz. Allah'ın emri şudur: "Ehli kitaba GÜZELLİKLE davranın, deyin ki, SİZİN ve BİZİM RABBİMİZ AYNI ALLAH'TIR, TEK OLAN ALLAH'TIR". "Onlara iyi örnek olun". "Onlar size saldırmadıkça siz onlara ASLA saldırmayın” (Osmanlı saldırmamıştır. İyiliği götürmüştür. Ama ne zamanki Sırpsındığı ve benzeri haçlı seferleri yapıldıysa SAVAŞ açmıştır). Nasıl ki TÜM DÜNYA ÇOCUKLARI bizim MÜSLÜMAN çocuklarımız ise, tüm insanlık da bizim ta ADEM ve HAVVA'dan ÖZBEÖZ kardeşlerimizdir. Ama bazı kardeşlerimizin adı Habil, bazılarının Kabil olabiliyor). İnançsızlara gelince: SON NEFES'e (Yani Allah'a verdiği kulluk sözünü hatırlayana kadar) İNANÇSIZ da tevbe edebilir. Benim milyonu aşan okurum ve bu gibi gruplar arasında tamamen ATEİST olup da, şimdi bana taş çıkaran değil yüzlerce, binlerce kişi var... 37 yılda binlerce ATEİST sırf kitaplarımı okuyarak ya da sohbetlerime bir şekilde ulaşarak TEİST oldular ateistliği bıraktılar. Çıkmayan canda her zaman ÜMİT vardır.

Dikkatinizi çekiyorum bir daha: KURBAN BAYRAMI semboliktir. Sadece Müslüman liderlerin TENHA olsun diye buluştukları dört gündür (Tam tersine en kalabalık oluverdi). Diyanet takvimi, Hans takvimi falan gerektirmez. Kadir gecesi gibi İLLA ki değildir. Ramazan bayramı gibi hilal göründü misali değildir. Hatta beş on gün gecikse bile önemli değildir. Ortalama 70 gündür iki bayram arası... Siz doksan da diyebilirsiniz. Kabeyi bulan, kuran imar eden İbrahim idi. Yılın üçte birini orada geçirirdi (120 gün). Şugün TAVAF edeceğim demedi. Oğlu İsmail'in Kurban olayı ise BAYRAM'a falan da denk gelmedi... Diyorum ya Kurban bayramı RASTGELE bir tarihtir... Bunu iyice anladıksa, şimdi Kurban konusuna geçebilirim.

Sembolik bir bayramın ve de dört ay süren bir HACCIN yılın 120 gününde kesilen KURBANIN sembolik ve katliam dolu dört güne dönüştürülmesi... Haniflikten yani bizden değil! Kurban kesilir mi, kesilir elbette! Zaten KESMESEK de kasapta 360 gün et yok mu? Onlar da kesilmiyor mu? Hem de besmeleyle... Et yemiyor muyuz? Yiyoruz elbette... Pekiyi ben neye karşı çıkıyorum. Katliama!

Kurban kelimesinin 7 anlamı var... KITAL >>> Katil köküne dayandırılırsa başka, KITAL >>> Allah'a borç vermek sözüne dayandırılırsa BAŞKA anlam verir. Tıpkı HALİFE (Hem iktidar/hem muHALEFet yani iktidara karşı çıkma) gibi KITAL de böyle. Hem kurban katlet, hem de Allah'a borç ver! BEŞİNCİSİ KITAL dedim...

Yıllar önce CHP milletvekili ve diğer üstadlarımızla tartışıyordum. "Kurban parasını" KITAL etsinler diyordum. Örneğin 250 milyon lira mı bugün, bunu Arap çöllerine gömmenin, ya da zenginden zengine trampa etmenin bir anlamı yok. Kapıcılardan başka fakir de bulamıyorsunuz metropolde (kapıcılar çoğumuzdan zengin)... Öztürk'ü İKNA ettim, diğerlerini değil... "Hocam" dedim, "Sen öğretmen, ben öğretmen...". Yani kasap manav falan değiliz... "Bizim asli görevimiz nedir?" dedim. Bilemedi: Öğrenci yetiştirmek dedim... Onu da "İyi öğretmek anlamına" aldı. Hocam dedim, "ÖĞRENCİYİ YETİŞTİRMEK, YANİ OKUTMAK” bizim görevimiz dedim. O zaman kurban 75 milyon idi.

İkimiz bu bedeli HARCINI ödeyemeyen ve okulla ilişkisi kesilecek olan öğrenciye verdik. O okulu bitirdi... BİTMEYECEKTİ. Eğer kurban kesilseydi, kavurma, etli pide olarak orada bitecekti. Ama biz KITAL yaptık.... Yani ALLAH'a borç verdik. Diğerleri de ; "Yahu ele güne karşı ben kurban kesmezsem zehrolurum" falan dediler. Demek ki kurban ALLAH İÇİN, ALLAH ADINA değil "ELE-GÜNE karşı ellerin rızası için kesiliyor öyle mi? "Allah'tan başkası adına kesilen..." haramdır diyor Maide 3. ayet. Ele güne karşı ha? El gün senin kurbanını kabul etsin (Allah kabul etmeyecektir)...

Okuyanlarınız biliyorlar. SÖMESTR yeni girdi ve HARÇLARIN DERHAL yatırılması gerekli, yoksa vize alamayacaklar. Sorun sadece HARÇ değil (Her bölümün harcı başka başka rakamlar oluyor). Sorun bir de bunların normal harçlıklarını cebine koyma meselesi. Okulda BİR TEK öğün yemek çıkıyor. 5 öğrenci bir ev tutuyorlar. Kirayı verseler, elektriği ödeyemiyorlar ve elektriklerini idare kesiyor... Hans koşup açtırıyor... Ama ben bittim... Şu dört ayı da hayırlısıyla çıkarıp onları memleketlerine gönderdim mi, sözümde de durmuş oluyorum (Bizde bazı okullar iki yıllık olduğundan üç kişi birden yakamdan düşecek). Bu çocuklar grup olarak geldiler. "Hocam, harç zamanıymış, aybaşı+2 gün süre verdiler”... Bugün okula gittim ve iyi bir tartıştım. "Lokallerimizde kristal rakı kadehleri almaya paramız var, fakat öğrencilere iki kuruşluk harç gecikti diye OKUL kapılarını kapatıyoruz!". Beni hep güleryüzlü sevecen görmeye alışkınlardı ya, şaşırdılar. Ama onlardan hayır yok ÇÜNKÜ: İki profesörümüzün HİÇ gazete almadığını, birinin internet kullanamadığını (masasında bilgisayarı var), evlerininde kitaplığı olmayan doçentler olduğunu, tüm kitaplarının bir valize sıdığı bilim adamları olduğunu biliyor muydunuz? Birbirlerinin kuyularını kazdıklarını...

Bundan önce "İlla ki yetim ya da yoksul okutun" diyordum ama bunlar artık sizin seçtikleriniz değil; BENİM söz verdiklerim... Eğer kurban ücretlerinizi BANA değil ALLAH 'ımıza kıtal ederseniz ben hazırım ama kurban kesmek isteyen kessin... Fakat KITAL kurban katlinden daha HAYIRLIDIR.

Kurban asla iki bacaklı (tavuk) ya da beyaz et (balık gibi) olmaz. Kurban bir kaç kişinin birleşmesiyle de olabildiğinden, HERKES KITAL yapabilir. Bunun sonucunda. hem Kıtal yapmış oluyorsunuz, Hem de NİYET kurban olduğundan, KURBAN KESMİŞ oluyorsunuz, yani kurban kesmeden kesmiş oluyorsunuz.

Mübarek Kurban bayramı ASLINDA budur. Hiç SEMBOLİK olduğunu düşündünüz mü? Çünkü HACC 4 AYDIR (HARAM AYLAR), dört AY bayram... Bu da "İleri gelenlerin, yöneticilerin buluştuğu 4 GÜN'den ibarettir. Kurban bayramı dört aydır, dört gün değil... Çünkü ayetler böyle (haram aylara bakınız). Haram aylar ile ilgili sağlıklı bilgi Diyanet sitesinde var. Kontrol ettim doğru. Birbirini izlemeyen değişken dört ayrı ay... Ya da 28 gün x 4 ay = 112 gün. Yani dört kez hilal görüyorsunuz bu da 112 gün eder. 4 günlük HACC'da hilal demiyor ayet... HACC (4 haram ay) İÇİN ölçü diyor ayet!

Resulullah 4 haram ayda, ihrama girerek, saçını kazıtarak Hacc yaptı. O zaman Mekke Ebu Süfyan'ın elindeydi. O dört AYDA yani HACC döneminde savaş yapılmazdı. Kabe'de 360+1 put olduğu halde, Müslümanlar TAVAF yapıyorlardı. Yılda dört ay... Saçlarını MÜSLÜMANLARLA diğerleri karışmasın hemen ayırt edilsin diye kesiyorlardı.


“Fitre - Nafaka” Yukarı

Fatır... Bu kelimeyi arayınız. T harifini kalın değil. Fatir gibi, Fitre gibi. Kelime kökü fe-te-re, Fe-Tı Ra değil. Anlamı canına karşı diyet ödemek demek. Canına karşı bela savma ücreti demek. Evde kaç kişi varsa, hepsininkini öder aile reisi... Çocukları da.

Bakara 273: (Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.

Yahu bu BENİM adresim zaten! Kaç kere öğrenciler için telefon faturamı ödeyemedim. İki kere telefonum kesildi, chatlere giremedim. Yine de YÜZSÜZLÜK yapıp istemedim. Biliyorsunuz. Toplam 26 gün telefonum kesilmişti. Yokluktan değil, önceliği onlara verdiğimden. Gerçekten ÖĞRETMENİN ASİL GÖREVİ ÖĞRENCİ OKUTMAK'tır. Bunu yapıyorum işte!

İFTAR >>> FİTRE. Arapçanın özelliği bu. Fitre/İftar ÖLÇÜ yani ne kadar ödeneceği için bir kriter olarak verilmiş, böylece bulunmuş oldu. Bir iftar yemeği bedeli BİR FİTRE (bir kilo buğday gibi) demektir. Bunun adı fitre ve fidye ile ANLAMDAŞ.

Bunu fakirler de verecek, beşikteki bebek de... Bu canın sigortasıdır. Fakir mesela düşkünler evine/Darülaceze vb., çocuk yetiştirme yurduna vb. verecek. Bu TOTO parası gibi HERKESTEN alınıyor ve meblağ büyük olduğundan ekonomiyi canlandırıyor. Herkes kazanmıyor ama hayır kurumu ya da düşkünler kazanıyor. Yani büyük ikramiye bir kaç kurum oluşturuyor.

Hanıma, çocuğa verilene NAFAKA denir. Yani onlara İNFAK ediyorsun, iaşe veriyorsun. Zaten BEŞİNCİ olan en büyük değer de Kıtal'den kasıtla İNFAK etmekti. Eğer kurbana dayalı bedel gönderiyorsan (öğrencilere) bu Kıtal'den infak oluyor. Eğer durup dururken gönderiyorsan (Amacın kurban, bayram falan değil, sadece alicenaplık ise) o zaman Allah'a borç vermek anlamında İNFAK ediyorsun. Arapça böyle karışıktır. Ama aslında basittir. Sadece mesela “Halife” ile “Muhalefeti”gibi, “Kıtal (Katl)” ile Kurban bedeli olan “Kıtal” (Yani hayvanın canına bağışlayıp, azad ederek, o infat ettiğini HAYRA kullanıyorsun. Yemek yersin biter ve sadece yiyen doyar... Ama Kıtalın infakında öğrencini okuttun mu O BİTMEZ...

Bakara 245: Ayet Kim var Allah'a güzel bir şekilde borç verecek? Ve Allah böyle birinin verdiğini birçok kez katlayarak artıracaktır. Allah, kabz haliyle kısar, bast haliyle açıp genişletir.

Bu ÇOK GÜZEL... Ve benim hayat hikayem bunun üzerine kurulu. Verdiğiniz KATLANARAK size döner. Allah'ın bileceği bir BEREKET o! Kelimenin güzelliğine bakınız: Allah'a borç vermek... Ve hem bunu katlayarak geri ödüyor hem de HATALAR BAĞIŞLANIYOR. Hem de Allah olumlu-ılımlı oluyor (Halim), İbrahim'e dost olduğu gibi... Zaten mülk O'NUN, sen ben emanetçiyiz. Onun verdiğinden O'na borç veriyoruz.


“WEMB” Yukarı

ADLER'in WEMB armasını Hitler'in NAZİ svastikasına benzetmesi... Gamalı haçtan nefret ediyorum...Tiksiniyorum ama gel gör ki O WEMB arması İDİ/OLACAK... Karasancak da bir büyük “E” harfinin dört yöne bakması yani WEM3 biçiminde yazılmasıdır. “W”nin sağdaki çizgisi izleyen “E”nin sırt çizgisiyle bitişik İDİ. Şimdi onu ayırdık ve bildiğiniz KARASANCAĞI yaptık (Adler/Mighty şimdi bunu ötekinden daha çok sevdi: Biz çizdik o beğendi. HA/VET).

Geri Dön     Yukarı