116 - 18 Ağustos 2002 Pazar

Selam ve Selam hoşbuluşanlara,


“Zikr” Yukarı

Hamd olsun Alemlerin RABB'ine, ki o buluşturandır. Şükürler O'na. Allah hep zirk edilir aslında. Hatta belirli saatleri de vardır Kur'an'da : Şu saatlerde anın diye... Bu da öyle bir saat zaten. Yemekten sonra “OHH!” deyiniz bu da şükürdür. Yorgunsunuz, kendinizi yatağa bırakırken "ALLAAAAH!" der düşersiniz. Bu katmerli bir şükürdür ve O'nu anıştır. Tüm anlamlı ünlemler (nidalar) birer şükürdür, “üf” ve “ah” dışında (bunlar kul hakkı için davacı olmaktır). “OHH” demeniz BÜYÜK bir şükürdür (Ayn ve He harfi). Ve kul ŞÜKRA, ZİKRA, İKRA, FİKRA toplamından ibarettir. Şükra, İkra, Fikra üçü bir ŞİFADIR. Zikra ise BİLİMDİR. İkra+Fikra = İLM, ALEM'dir. Yani Allah'ı her vesileyle anmak, en azı BİLİM.

Bu yazdıklarımız, söylediklerimiz de ZİKR'dir. BİLİM bilenler ve tartışanlar Allah'ı EN ÇOK ANANLAR ve dolayısıyla ZİKR edenlerdir. Zikir formülü olayı evrenseldir. Sadece İslam dininde yoktur ve/veya tüm dinler İslam’dan bozma olduğu için İSLAM kalıntısı ve uzantısı taşır niteliklidir. Örneğin VEDD dini (Budizm ve Brahmanizm en başta BİTİŞİK tek bir göksel din idi). MANTRA denen kişisel "Esmalar" zikreder. Bunlar özel birer tılsımdır. Bazı İsrailiyat ve Nasrani öğretilerinde de bu vardır. Gabriel gibi, Cebrail ve Cibril, Sankritçesi Gevro... Elbette rastlantı değildir bu.

Cebrail için eski öğretilerde Yengeç Burcu’nun ve Ay planetinin logo meleğidir diye yazarlar. Michael/Mikail ise İkizler Burcu ve Merkür (Utarid) logosunun mantrasıdır diye yazılır (Muhyiddini Arabi'nin eserlerinde bunlardan söz edilir). Cebrail Pazartesi gününün meleğidir diye yazar bu kitaplar... Ve yakamoz (gümüş) rengiyle metalini ve su unsurunu barındırır. Er-Rahim adı Su Grubu’nun ve de Pazartesi/Ay/Yengeç burcunun yönetmenidir denmektedir. Bunları piyasadaki kitaplardan bol bol bulursunuz. Mesela Mikail'in Çarşamba günü ve Cıva (Hg) metali meleği olduğu ve dolayısıyla El-Aliyy ve El-Aziym isimlerinin meleği olduğu belirtilir. İkisi birleştirilebiliyor: Aliyyül Azim diye...

Allah'ı BURADA yaptığımız gibi anmak en büyük zikr'dir. Çünkü Kur'an=ZİKR'dir (Zikri biz indirdik... gibi). Kur'an'ın diğer adı İLM'dir. Zikr=İlm'dir. Bu en büyük anıştır en büyük zikr’dir. Bir de klasik anlamda ZİKR vardır ki bunun adı "Melekler onu korkuyla tesbih ederler" örneğinde olduğu gibi SUBH yani tesbihlemektir (Subhanallah gibi). Burada TESBİH etmek (çekmek saymak için), belirli sayıda belirli bir RAKİM adreslemektir. Tesbih etmek ve Allah'ı bizler gibi Zikr etmek bir dua (ve de salat) değildir. O hamdü sena ve tesbihlemektir. Allah'ı tüm övgülere layık bulmaktır.


“Dua” Yukarı

Kaderi etkileyen ise DUA (kişisel içerikli dua) ve Salat (toplum içerikli dua) ile seslenmektir. İşte bu duadır ve kaderi / Levhi Mahfuz ana kitabı bu etkilemektedir. Allah Mucib'dir HER DUAYA (ve de bedduaya) İCABET edicidir. Mercii'dir, hayır ve şer dileyen herkese hed dileğini mutlaka verir. Örneğin İblis, ademoğullarına can düşmanı olmayı dilemiştir. Ve El Mucib Allah vermiştir dileğini. Şer dilemiştir... Oysa hayr dileseydi halen Cennet başmeleği olarak kalacaktı YANİ kaderini DUA (ve/veya beddua) ile değiştirmiştir. Nuh hep Rabb’ini anmıştır zikretmiştir ve tesbih etmiştir ama dua etmemiştir insanlığa, tam tersine BEDDUA etmiştir ve bedduası kabul olmuştur. Yani KADERİ etkileyen zikr değil; niyetlerimiz (suiniyet ve hüsnüniyet) DUALARIMIZDIR.

Hızır Levhi Mahfuz'a ÇIKAN duaların tümüne operatördür. Yani kaderi değiştirme fonksiyonlarını yerine getirir (Kaderin değişmesi de KADERDİR bunu unutmayalım. Kader EN SONUNCU HALİYLE kaderdir). Şu anda yazılı kaderiniz HER AN DEĞİŞEBİLİR. Evlat istersiniz GELİR. Hayırlı evlat isterseniz belki elinizdeki HAYIRSIZ olabilecek evlat ÖLÜR, yerine hayırlı evlat gelir (neyin HAYIR neyin ŞER olduğunu KULLAR bilemezler). Bu şekilde KADERİNİZ değişir. DUA ALLAH'adır. Uluları erenleri rahmetle anın ama SAKIN onları ALLAH ile aranıza sokup, ELÇİ gibi dilemeyin. Allah sonsuz LAİK olduğundan, araya tavassut diye soktuklarımızdan ve sokanlardan TİKSİNİR. Hanif bilincinde Allah'tan isteyiniz ve SABR ediniz gelecektir. Sabır son derece önemlidir: Yazın ortasında KAR yağsın diye istemek de hakkınız ama... Kış gelince bu duanız kabul olur –ki Allah dilemezse kutba bile kar yağmaz. Zaten ateist ve teist arasındaki FARK/furkan da budur. Ateist: "Nasıl olsa kışın kar yağar" diye mantık yürütür. Bilmez ki Merkür'e kar yağmaz! Bilmez ki evren -270 santigrat derecelerde değil kar yağmak BUZ TUTMUŞTUR, ama haberi yoktur.


“Deccal” Yukarı

Deccal ile ilgili sayısız işaret var. Bu o kadar çok ki, bende bir kitap halinde yazılı duruyor. “Alemlerin Rabb’i” kelimesi bile (Rabbil Alemin) ve Ali İmran Suresi’ndeki "Allah Alemlere zulmetmeyi istemez" derken oradaki ZULÜM kelimesi >>> DECCAL’DİR. Deccal'in paralel evreni zıt-paralel olanıdır yani TERSİNMEKTEDİR, dolayısıyla 2000 yıl sonra çıkmaktadır. Diğer evren ise bize (zıt) olmayan PARALEL evrendir. Eğer Deccal oradan gelseydi, 2000 yıl önce çıkacaktı. Siyerde, "Adem dahil, hiçbir elçi olmasın ki, Deccal'e karşı ümmetini uyarmasın!" yazılıdır. Bu konuda en az onbir veri hatırlıyorum.

Ali İmran 108: Bunlar sana Allah'ın ayetleri. Hak olarak okuyoruz sana onları. Allah, âlemlere zulüm istemiyor.

Evet burada ALEM+LER derken paralel ve zıt-paralel o yönleri olan bir çift takım-alemden söz ediyor. Birincisinde Deccal yok; ikincisinde var. ZULM yaratığı olan Deccal birinde var ötekinde yok. Zıt paralel evrende ilk oluşum su ve tuz üzerineydi, bu tıpkı bizim Dünya’mızın asit ve baz atmosferi gibi o alemde YAŞAMA izin vermiyordu. Öteki alem-dünya tersine gelişirken Nacl ve H2O'dan tuz asidi (HCl) ile asit çıktı. Yani bunlar orada HAYATI başlattı. Deccal'in doğasında bu TERS durum var. Tuz ve Su Deccal'i zehirleyen bir silahtır. Daha önce de yazmıştım.


“Sünnetullah” Yukarı

Sünnetullah şudur (7 anlamından biri): Allah yasaları:

1. Cansızlarda fizik yasaları
2. Bitki-hayvan ve CİN ile İNSAN nefsinde İÇGÜDÜ (beslenme, savunma, üreme).
3. İnsanda (RUH olarak nefs değil) ise AKIL'dır.

Elektron proton çevresinde döner, köpek kemik yer ama BİLİMİ ve onun uygulaması olan teknolojiyi İNSAN YAPAR. Melek ve cinlerin teknolojisi/aletleri-aygıtları yoktur. Bilimi, en basit çekim yasasını bile kıyamete kadar akıl edemezler. Melekler bizden fazla akıllı olsalardı:

1. Adem eşyayı isimlendirdiğinde BU NE AKIL diye şaşırmazlardı.
2. Melekler en baştan beri Cehennem ile korkmaktansa, Cennet'ten de feragat ederek, NEFS istememişlerdir, yani KAÇAK güreşmişlerdir. Nefsi olmadığından meleklerin, cinsiyetleri, beslenmeleri, savunmaları ve üremeleri yoktur. Hatta birer matrislerdir. Sanıldığı gibi bir SOSYAL toplum medeniyet vb. oluşturmamışlardır. Kuru matrislerdir.
3. Meleklerdeki akıl insandan fazla olsaydı, Adem atamız için, "Yeryüzünde yeni bir fesat mı yaratıyorsun?" demezlerdi ve bunun bedeli olarak Adem'e secde ettiler. Yani insana NUR denen sonsuz özenerji katılımında bulundular. Ama NAR'dan (Enerjiden) oluşan Şeytan secde etmedi. Bu yüzden Allah'ımız E=mc2 uyarınca bizi enerjiden yoğuşmuş madde olarak yarattıysa da, secde etmeyen şeytanı maddeyi (toprak ve çamur misalidir) serbest bırakarak, enerji (nar, ateş) haline çevirmemektedir. Bu yüzden fesat şeytanın ASLA BİR BEDENİ olmayacaktır. Bedeni kuru bir vesveseden ibarettir.


“Fecr Suresi 27-30” Yukarı

Ey huzura kavuşmuş nefs! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabb’ine dön. Kullarım arasına katıl, Ve Cennet’ime gir. Bu MUTMAİN olmuş NEFS anlamındadır. Bu nefsin sahibi bir millettir ki onun adı İbrahim Milletidir. Allah onlardan onlar da Allah'tan razı olurlar böylece. Kullardan maksat Haniflerdir... “Vedhuliy cennetiy”, Ve dahili CENNET diye ikinci bir anlamı daha var. Yani “Ve dahil olunuz Cennet'ime” den başka, DAHİLİ CENNET diye bir GİZLİ tevili daha var (Ala Suresi’ndeki açık ve gizli anlamları anımsayınız).


“Sufi - Tasavvuf” Yukarı

Sufi kelimesi münzevi-keşiş demektir. Hintler Bhagwata gereği, kutsal çile diye kendilerine çok eziyet ederlerdi (Bence sapıklık ama neyse...). Onlara aynen okuduğunuz gibi: SOFUDA (sofular takımı) deniyordu. Kelime yıllar sonra eş anlamlı olarak, hem Önasyada (Arap-Yahudi), hem de Latinlerde (Sophia) aynı anlamda ortaya çıktı. Yani evrensel bir kelimedir. Sufi olmak iyi gibi görünüyorsa da aslında inzivacı mazoşistler yüzünden itici bulundu.

Ebu Süfyan'dan başlayarak softa takımları, sofular hep kötü anılmışlardır. Sûfyy biçiminde olanı ise taSaVVuf kelimesiyle ilgili ama tasavvufu da (Yesevi canlar ekolü dışında) Hintler organize ettiğinden bu kez Tasavvuf da kötü şöhret kazandı. Hizbullah güzel kelimedir ama, cılkını çıkarınca o kelimeye de kötü anlam yüklüyoruz. “HU!” çok güzel bir kelimedir ama “Y’ALLAH” gibi öyle patırtılı zikir halkaları içinde ve gereksiz gösterişli “HU” var ki, “HU” demeye korkuyorum, yanlış anlaşılmasın diye.

“Y’Allah” >>> “Ya Allah!” demek ama bizdeki anlamı "Defetmek" gibi bozulmuş. Resulullah oturduğu yerden kalkarken sadece kendine en yakın kişinin duyacağı kadar "Y'ALLAH" dermiş. “Ey Allah'ım” demek, bilirsiniz.


“Arap Alfabesi” Yukarı

Araplar adı üzerinde Cahiliyye dönemini yaşadıklarından Resulullah dahil okuma-yazma bilmiyorlardı, çünkü alfabeleri HİÇ olmamıştı. Yazıyı bilmiyorlardı ama Sami akrabalarından (Asuri Çivi yazısı, Sina ve Nıbti yazıları vb.) ticaret yoluyla ve ticarette belgelemek babından, özellikle bugünkü Kur'an alfabesinin temeli olan Nebat yazısını (nebatiye, nıbtiye) alfabesini öncül olarak aldılar.

Bunlar basit harflerdi. İlk 10 harf, elif=1, “B” (Bi, Beth=2, Bi-kini gibi) harfi sola dönmüş ters bir L harfi gibiydi (İki çentik anlamında), “C” ise sola bakan bir “Z” harfi biçiminde (üç çentikliydi aynı zamanda üç rakamıydı), “D” harfi ise Sigma harfi gibi dört çentikliydi (dört rakamı), aynı zamanda şimdiki Dal (“D”) harfi bunun yarısıdır. Nebatiye'de “E” harfi de vardı (“A”, “E”, “İ” vb. ayrı ayrı harflerdi). Bu harf de Arapçaya beş çentikli olarak güzel “H” biçiminde (Yuvarlak olarak yazılan beş rakamı aslında beş çentikli beşgendir) daha sonra yuvarlanmıştır. El yazısı gereği. Bu beşgenin üstüne bir çentik attınız mı latince “6” harfidir, onun üzerine sola dönen bir çentik daha koydunuz mu “7” harfidir (“7” yazarken ortasına yatay çekilen küçük çizginin anlamı beş diye yazılan O 'nun yerine geçmektedir). Yine beş yuvarlağına ters bir üçgen daha küçük bir üçgen koydunuz mu “8” oluyor. Bunun için “8” yazarken üstteki küçük daire, alttaki büyük dairedir. “9” ise, bu sekiz rakamının en altında sağında aşağı çekilen harftir ve 9 biçiminde kullanılıyor.

İşte bu harf=Rakamlar çivi yazısı özelliğinden kurtulup Sina ve Nebat elyazılarına döndü. Harfler daha kûfi idi, yani köşeliydi. İbrani harfleri de öyle... Ama Sina alfabesinde ise bunlar oldukça yuvarlandı. Bu bir stil meselesi sadece. Mesela Elif'e dokunmadılar ama “B” harfi sağa bakan bir “L” iken şimdiki biçimiyle yuvarlatıldı. Fakat “B” harfi kelime başında yazılırken dikkat ediniz yine bir ters “L” harfi gibi iki çentiklidir. Mesela “Z” gibi üç çentikli olan “C” (cim) harfi Sina alfabesinde en alttakini yuvarlak yaptılar. “Cim”, “Hı”, “Ha”, bunun noktalı-nokttasız biçimlerinden ibarettir. Sigma (Kiril) biçimindeki “D” harfi ise bunun yarısı oldu ama RAKAM olarak kendini korudu.

Arap alfabesi diye bir şey yoktur. Kur'an ALFABE'ye matbu basılarak inmedi. Sadece vahy katipleri onu alıp Nebati (Kufi karakterli) olarak yazdılar. Zalim Haccac ise Sina alfabesinin yuvarlaklığını tercih etti ve sonunda yuvarlak grafoloji baskın geldi (Sülus, Celii, Talik vb.). Kufi (Nebatiyye) karakteri birkaç harfte kaldı. Birkaç kişinin katkısı oldu ama "Hattat" özelliği Haccacı Zalimde vardı. Yani belki de iyi niyetliydi (Buna ben bile inanmadım)... "Bu Kur'an'dır, çok değişik özel bir alfabe yapalım, KUREYŞ'e uyduralım" dediyse...

“Zı”-“Tı” gibi harfleri “Sın”-“Şın” ları noktalayarak, “Sad” ve “Dad” gibi birbirine benzeyenleri kendi kafasına göre noktalayarak (harekeleyerek değil) bize tuhaf bir Kur'an hediye etti ki, okuyana aşkolsun. Çince bile bundan kolaydır. Yani Vahy katiplerinin Kur'an'ından ilk tutanaklardan ve fontlardan ESER bile kalmadı. Hani Kiril ile Latin birbirine ne kadar benziyorsa ilk kaleme alınan Kur'an ile, şimdi elimizdeki mushaflar tamamen farklı ve UYDURUK bir font ile yazılı. Adamın keyfi öyle istemiş öyle yapmış.

Kureyşçeyi tercih ettiler. Oysa Kureyş değil “ARAP” diyor Allah. Kureyşli “P” diyemezmiş! O halde “P” kalksın “B” gelsin. “B” de noktalı olarak yazılıyor. “P” ise noktasız “B” yazılıyor. Şimdi oldu mu “B”nin noktası. Çünkü “P” diye bir harf vardı ortadan kaldırıldı. Erzurumlu “K” yerine “Ç” der. Kayserili “Gayseri” der misali... “J” de “C” veya peltek “Z” oldu (Zel). Sonradan yeniden “P” harfi lazım olunca, Farslar da kullanıyor ya, bir daha “P” harfi icat ettiler. Oysa “P” noktası “B” olarak EN BAŞTAN beri vardı. Noktasız “B” idi. Gel de gülme! Eşeği kaybettirip sonra buldurmak gibi bir şey!

Hanif kelimesi de öyle değil mi? İbrahim dini zannettik durduk. Bir de baktık ki İsa'nın, Mehdi'nin ve İbrahim milletinin GELECEKTEKİ diniymiş. Ansiklopediden: Haniflik: Göksel kitapların (Tevrat, İncil) inmesiyle TERK EDİLMİŞ İLKEL BİR DİN. Evet bunu ciddi ansiklopediler böyle yazıyor! İbrahim'i ve milletini arkeolojik bir fosil sanıyorlar.

Rum 30: O halde sen yüzünü, bir HANİF olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. DOĞRU VE ESKİMEZ DİN İŞTE BUDUR. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.

Geri Dön     Yukarı