034 - 19 Aralık 2001 Çarşamba

Selam ve Selam


"Nur Suresi" Yukarı

Şimdi hemen NUR suremize geçelim. Geçen sohbette input/output olayını anlatmıştım, I/O kapılarını yani. Bunlar da input 1 ve output 0 olarak çevriliyor. Hani Allah=1, 0 ve Hu=El Evvela=... Allah GÖKLERİN (Faz) ve Yerin (Toprak) NUR'udur demiştik. Faz için 1 ve toprak ground/grund için 0 demiştik. Nur sözcüğünü de "AKIM" örneğiyle anlatmıştık. Bu evrensel bir kuraldır. Toprak-faz ikisi de olunca AKIM işlevini yapar. Bu bizde de ruhsal kısadevreler olarak "Melek=Kiramen katibin" ve herkese özel bir Cin/Şeytan olan iki zıt önerme veriliyor. Meleğin ki hep iyi ve Negatif feedback (buzdolabının çalışmasını anımsayınız), Şeytanın (Özel, kişisel cinimiz) ise pozitif feedback yapmaktadır. Biri savcı öteki avukat gibi çalışır ve HAKİM olan yargıç biziz demiştim. Örneğin “çalışmak” negatif feedback'tir. Çalışmanın tersi olan ÇALMAK ise pozitif (olumsuz anlamında) feedback=Günahtır. Çalışmak HELAL çalmak HARAM gibi, savunmak sevab saldırmak günah gibi.

Melek bize asla kötü telkin yapmaz... Şeytan da asla iyi telkin ve önerme yapmaz... Melek "Çalma çalış" derken, şeytan "Çal, çalışmak enayiliktir" der ve bu savcı-avukat ikilisi içinde nefsimiz "YARGIÇ" olarak çalacağına ya da çalışacağına karar verir... Böylece hesap defterimiz tutulmuş olur... Melek iki önerme yapar: EL (Al, İl, Ül vb.) yani 1 ve La (Le li lü vb.) yani sıfır(0)... Fakat şeytanımız bu ikisini kullanamaz (secde edemez) bunun lerine AYN harfini kullanır. AL=1 ve tersi olan La elif harfiyle; ama şeytanınki ELİF kullanamadığından AYN harfiyle yapılan bir önermedir. Bunun ÂL olanı vardır fakat tersi yoktur (Lam önüne ayn gelmez. Ya da şeytan asla İYİ BİR ŞEY ÖNERMEZ). Ademe secde etmediğinden Al ve tersi olan LA'yı kullanamamaktadır. Onunki ÂL biçiminde olandır ve bunun TERSİ DE Y O K T U R. Bu yüzden şeytan daima kötü ve fesat olanı önermektedir. Tuhaf ama bu böyle:

Şeytana "İyi olma veya iyiyi önerme" şansı verilmemiştir. Kalbin mühürlenmesi ise şöyle: Nefsimiz 72 şeytan kuvvetindedir. Kendimizi kilitleriz buna nefse eza, eziyet diyor Kur'an. Bir de insandan şeytanlar/cinler (Hannas.... minel cinneti vel N A S ) olanlar var ki, şeytana fazla iş bırakmıyorlar... Böylece kalbimizi kendimiz mühürletiriz.

İnsanın doğasında HALİFELİK ve/veya MUHALEFET bir arada vardır. "Yeryüzünde halife olmak demek, hem HLF (Halif) hem de muHaLiF ve de MuHteLiF olmayı gerektiriyor. Yeryüzünde bir HALİFE yaratacağını söylediğinde Rabbimize melekler, "Yeni bir fesad mı=MUHALEFET mi? anlamında sordular... Allah da şöyle buyurdu: "Halife ve/veya muhalefet, siz benim bildiğimi bilmezsiniz“ dedi. Melekler de hemen tenzih ettiler...

Buradaki S I R şu: Daha önce yeryüzünün ilk sahibi "Azrail grubu" melekler idi. Sonra ENERJİ (Cinler) yaratıldı ve onlar adı üzerinde şeytanca bir düzen ile dünyayı ve kendi uygarlıklarını altüst ettiler. Enerjiden sonra MADDE (İnsan ve canlı) yaratıldı. Melekler cinleri örnek vererek, itiraz edecek oldular (Eski fesat cinler, yeni fesat ise insanlar oluyordu) ama Allah bir SIRA dahilinde yaratıyordu:

Önce ışıktan hızlı melekler HALİFE oldular (Khalifage anlamında), sonra ışık hızına yakın ENERJİ (Canlı enerjiye cin deniyor) yaratıldı.NEFSİ var olan bu enerji, melekler gibi SAF, MASUM değildi... Halifeliği melekler NEGATİF FEEDBACK olarak yapıyorlardı (termostat böyle çalışıyor), ama yerlerine gelen CİN uygarlığı iki türlü yapıyordu:

a) HLF=Halife yani negatif feedback ve de
b) MuHLF=Muhalif pozitif feedback olarak...

İşte bu İKİNCİSİ yani FEZAD galip gelince ALLAH Cin uygarlığını yok etti. Yerine SOĞUYAMAYA başlayan dünya ile birlikte Canlı madde (İnsan dahil tüm canlılar) kondu. İnsan da aynı NEFSİ taşıdığından ya,

a) Halife ya da
b) Muhalefet ikilemini devraldı.

İşte biz bu ikilemin Hilafet ve Muhalefetiyiz. Evet Kardeşlik ve Kalleşlik gibi...Allah'ımız E=mc2 formülünün önce ışıktan hızlı giden C2 tarafını (melekleri) Halife kıldı. Sonra E (Cinleri) yarattı... Formülde sırada m=İNSAN vardı elbette... Şeytana dedi ki, "E, çok yoğunlaş ve m ol!". Şeytan buna küstahça cevap verdi:"Ben E=Ateş olarak m=Topraktan olan biuna mı secde edeceğim? Bilirsiniz ki madde çok yoğun bir enerjidir... Enerji de çok SEYREK bir maddedir... İkisi birbirine eşdeğerdir ve yukarıdaki ünlü formüle göre birbirine DÖNÜŞEBİLİR (İnsandan ve Cinden şeytanlar yaratılması gibi). Enerjinin yoğunlaşarak MADDE haline gelmesine S E C D E diyor Kur'an misali...

Bunun misal olduğunu şuradan anlıyoruz: Allah'ımız diyor ki: "Adem(Maddeye)e SECDE et”. Yani Allah "Bana secde et” demiyor, Ademe SECDE etmesini söylüyor. Haşa Adem bir MABUT, tanrı değil, sadece tanrıya secde edildiğine göre...

Melekler c2=Işık hızının kilometrekare/saniye kare cinsinden HIZLI olanıdır. Bu hızlarda giden bir varlığın QUANT yani tekbaşına ayrılığı yoktur (NEFS=KUANT). Kuantlaşma (Nefs sahibi olma) eylemi "IŞIK HIZINDA BAŞLAR ve bunun hesabını Planck çok iyi yapmıştır. Bizlerin NEFSİ var neden? Çünkü bizler KUANT (Özel kendi başına bir nicelik) durumundayız. Melekler ışıktan hızlı olduğundan QUANTLAŞAMAZ (Nefsi olamaz). Bunları Allah Alimlerimize MİSAL olarak verdiği için rahatlıkla çözebiliyoruz... Yoksa secde bildiğimiz secde değil, DÖNÜŞÜM FORMÜLÜNE uyma emri... E=mc2 demek, "İnsan çok çok yavaş giden bir CİN ve / veya "Cinler, çok çok HIZLI giden İNSANLARDIR demek. Işık hızı bir SINIRDIR. Eğer ışıkhızında gider ve kalırsanız, onyüztrilyon bin asır geçer... Sonsuza dek öyle kalırsınız.

Işık hızı üstünde MELEKLER (Takyonlar) ışık hızının hemen altında CİNLER/Şeytanlar (Luxonlar) vardır. Bu yaratıklar IŞIK HIZINA ve üstüne çıkamazlar (Gökler cinlere yasaklıdır. Gökler şıhablarca Cinlere yasaklanmış ve gök kubbe kalkanımız olan magnetosfer de bu şıhab denen kozmik ışın mermilerini atmosfer dışında tutmaktadır. Yani ŞEYTAN/CİN asla ışık hızına ve üstüne çıkamaz ve de MADDE hızımıza inemez... İKİSİ ARASINDA yer aldığından, hem MELEİ ALA'da melekleri dinler hem de insanlara gök haberlerini getirebilirler... Bunlar parapsikoloji konusu olduğundan bugün açmayacağız... Ama şunu biliyonuz ki, melek (nur) ardından cin (nar) ve sonra da insan (Madde) VİTESLERİ var. Cinler ikisinin arasında kaldığından MELEKLERİ dinler ve de kendilerine sığınarak azdıran insanlarla temas kurarlar (bunların tümü ayettir).

Azazil=Cennet maliye bakanı ya da mabeyincisi demektir. İblis'in adı MELEK ismi olan İL ile kutsanmıştı. Cinleri yok eden O varlık idi... Sankritçe Ablus, Turanca Albız, Azerice Yılbız, yani İblis. İblis cinlerden farklıydı. Cinler artı ve eksi elektron ailesinden (Muon, Taon vb.) yaratılmıştır ama Şeytan grubu nötr yani yüksüz olan NÖTRİNOLARDAN yaratılmıştır. Nötrinolar asla maddeyle ETKİLEŞMEZ, onların bir nötrino RÜZGARI (Yeli, akımı) vardır ve bunun Kur’an'daki adı "VESVESE"dir...

Cin elektrik yüklüdür ve çarpıcıdır ama, yüksüz olan İBLİS grubu (Şeyyatinler) sizi çarpmaz "VESVESE verir". Şeytana uyarız yani... “Euzü” ile kurtuluyoruz ama NEFSİMİZ 72 şeytan gücünde.... Ondan kurtulamıyoruz. Bir nötrino yüzbinlerce ışık yılı boyunca yoluna devam eder ve maddeye karşı saydam olduğundan yani BİR HAYALET madde olduğundan gök ile sınırlı değildir. Oysa cinler (+ ve - şarjlar) Magnetosfer (Melei Ala) ötesine geçemezler hatta orası da yasaklandı. Şeytan bu avantaj ile "CENNETE KADAR" gidebildi. Cennet TOPRAK ve üç şey ise FAZ'dır:

1. Şeytanın varlığı=NÖTR
2. İnsan=Toprak
3. Şeceretil Mel'une=FAZ...

Cennet'te TİRFAZ var: Bir toprak bir nötr ve iki faz Trifaz (Sanayi cereyanı, bunu da Tesla buldu). Şeytan BUNUN için getirildi CENNETE... Nötrlerden biri olsun diye (Diğer nötr Azrail as.). İnsan doğrudan TOPRAK ve ATEŞ (Faz olan ) ise LANETLİ AĞAÇ...

Nur 35. Allah göklerin ve yerin Nur'udur. O'nun nuru, içinde ısık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ısık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O, herseyi bilir.

Nur Allah'ın kendisi değil ÜRÜNÜ'dür. Allah, (Kehf ve Rakimini kurduk) göklerin (Faz) ve (and matematik kavram) yerin (toprak) nurudur. Bir daha dikkat !!!!!! NUR Allah'ın adı değil İŞLEVİ'dir. Sakın Allah'ın isimlerini sayarken El-Nur ya da Ya Nur demeyin... Nuran demir olursunuz, Münir demiş olursunuz ama ALLAH demiş olmazsınız... "O'nun nurunun temsili," MİSALİ yani Alimlere bildirileni (Temsil=Tesla ile müsemmadır dikkat) Yani birazdan lamba geliyor: “O ışık bir cam içindedir”. Ve elektrik akımı bilirsiniz toprak ve faz ile iki hat ile çalışır. “Bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır”. Yukarıdaki ayette DOĞU ve BATI olmayan kalan iki yön Elektromagnetizmanın ünlü KUZEY ve Güney kutuplarıdır (N-S). Yani N-S adını Allah'ımız koymuş bile...

“Bereketli zeytin ağacından yakılır”. O ZEYTİN değildir. ZEYT ZAİD Ziyade, ZIDN bunlar ARTI anlamına gelmektedir. Bunun tersi ise Nahıs, Nakıs vb.dir. Türkçeden örnek verelim:

Nakıs=Noksan ve Turancaya Sankritçeden girdiği bellidir. Kelime kökü KS iki harfdir. Bir şeyin aktığını düşünün. O şeye KAS'arsınız yani baraj kurmuş kasmış olursunuz, o şeyi KES'ersiniz yani önünü kesmiş olursunuz, o şeyi KISarsınız yani idareli verirsiniz ve akışını değiştirirsiniz, o şeyle başa çıkamazsanız Kös'ersiniz (Küsmek gibi, çekip gitmek gibi), o şey size fazla ise bu kez KS= KUSmak olur, aldığınızı iade anlamında ise Kismek olur (Ağızda geviş getirmeye, bekletmeye turanca Kis+mek deniyor)...

Dikkat ederseniz BİR EKSİ KS gidiyor... Bir şey ya EKSİ'dir ya da yüKSü (Yüksek)tir. Fakat Turanca çok ilginçtir ki bu kelimeler dururken SANKRİTÇE alınmış ve noKSan denmiş bunun anlamı EKSİ kutuptur. Hunlar ise eksi kutba SOYUT anlamında RUH anlamında TİN derlerdi. Zeytin ağacı ise sadece ve sadece tüm dünyada AKDENİZ kıyı şeridinde yetişir (Kısmen de California'da...).

Kur'an sadece AKDENİZE gelmedi ki? Bu zeytin NEDİR acep? Eskimo da onu bilmeli... İşte o zaman bir etimolog gibi araştırdığınızda karşınıza Mami dillerinde yani en yakın Sami akrabası dillerde (Özellikle Eritre ve Güney Sudan Arap yarımadasına tam karşı duruyor). Onların dili Arapça'nın kardeşidir ve İbranice'den biraz daha uzak olduğundan tarihi bağlar içinde onları izleyebiliyoruz. Habeşistan (Etyopya) Hristiyandır yani Arapça ve Kur'an'dan HİÇ etkilenmeyen hatta karşı çıkan bir Hami dilidir (Amhari dili ve Nilot dili), ama Sami-Hami akrabalığı nedeniyle kelimeleri aynıdır:

Safari=Seferi, Uhuru=Hur(riyet, Hürriyet) gibi onbinlerce misal verebiliriz... İşte Hami dillerinde “Zeytin”e Araplar gibi ZEYTUN değil KURMA demekteler. Evet aslında Zeytin HURMA'nın adıdır... Fil ve Afant'ın Tayrin Ebabile ( Filo düzeninde uçan Tayyareler) Adiyat (Beygir gücü, HP) gibi Hurma da Zeytin oluverdi...

Oysa Zeytin diye bildiğimiz... Ama asıl adı ĞURMA, KHURMA, KURMA) olan ağaca İslam ile birlikte değişik isim verildi: Yağmura (Ğurrak) yerine RAHMET dendi Kur'an ile birlikte... ve KHURMA (Gurme de deniyor Malta dilinde Gurmet) ve ARTI anlamında bereket ve ziyade anlamında ZAİDUN ya da ZAİTUN dendi...

Allah dilindeki zeytin İSE TEKNOLOJİK BİR TERİMDİR: A+R+T+I. ZYD (Ziyade, Zeyyad) çokluk anlamında, ZIYD+n (Rabbi ZIDNİ İLMİ gibi) çoğalmak anlamındayken, kelime kalın T ile (Tı) verilmiş...

Zeyt (tı) ise ARTI demek... Hani orada ZEYTÜİn ve AĞACI ? Öyle bir laf mı var? Ayette Zeytinden yakılır mı diyor? Daha neler neler... Zeytin dediği ARTI kutbun STARTER ile tetiklenmesinden ibaret. Yani ilk anlamı bildiğimiz "Tungsten lambaydı" ama... İKİNCİ mealinde (Yedinin ikincisi) iş derinleşiyor: Tabii Adem babamızın mirası kelimelere yönelmek şartıyla...

Biraz Tetonlara uzanalım mı? Bunlar kendilerine "GÖK ADAMLARI" derlerdi. Gök=GER. Allah Göklerin (German) ve yerin (Silis) nurudur... Ben size German+YUM desem, siz de Silis*YUM derseniz bu ikisinden ortaya ne çıkar? Germanyum ve Silisyum'u "Atomik düzeyde"... TRANSİSTOR çıkar. DİOD çıkar.

Hatta birazdan Tripod/triac'da ayette yer alacak... Üşenmeyelim ve şimdi önce flüoresan tekniğini inceleyelim...

Nur 35. Allah göklerin ve yerin Nur'udur. O'nun nuru, içinde ısık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O, herseyi bilir.

Transistor öncesi dönemi anlatıyorum: Yine faz ve toprak var. Ama bu kez lamba bir yukarı modele terfi etmiş. “içinde ısık bulunan bir kandil yuvasına benzer”. Züccac/sırac bunlar farklı şeyler ve kristalden söz etmiştik. Buradaki sırça içinde artık BİR TEL yok...

"O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır”

Tel yok... İlk lambada (ampulde vardı) ama şimdi yok oldu birden... Pekiyi bu fanus içinde ne var bakalım?

“bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır”

Kuzey-Güney ya da artı eksi iki kutup var bir kere... Artıdan başlıyor tutuşturma (Balastları anımsayınız ve SAĞ el kaidelerini. Zaid (Zeytun + ) olan kutuba ELEKTRONLAR KOŞUYOR. İçinde tel olmaksızın ve daha da önemlisi EL YAKMAYAN bir lamba bulduk... "El değmese bile... Yani ELİNİZ DEĞEBİLİR, eliniz yanmıyor demektir... Demek ki ilk mealdeki TERMİK ışıma değil", SOĞUK ışıma var ve el ile tutabiliyorsunuz fluoresan ampulü... Fluoresant (fluorışıma) ÇÜNKÜ:

“Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak”... Bu FLUORESANS değil mi? Hani eskiden fosfor derdik. Saatlere de korlardı, geceleyin ışırdı. Tesbihlerde ve hatta elektrik düğmelerinde halen kullanılıyor. "O (O halde Allah bun teknik aletler gibi değil) nur üstüne nurdur” (Bu Allah'ımızın bir ADIDIR).

“Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O, herseyi bilir”.

Ayetin başından beri gelen bir MATEMATİK şema var. örneğin "Onun nurunun MİSALİ dediğinde bir parantez açılıyor. içine tüm elemanlar yazılıyor, kesişim birleşim yöntemleriyle parantezin kapandığı, "Allah (Alimlere) misaller verir" diye bitiyor ayet... Bu son misal kelimesi ise "KAPA PARANTEZ" demektir. Aç parantez ile kapa parantez (misal ile başlıyor ve misal ile bitiyor) arasında BOŞ CÜMLE VAR (boş set, boş küme de deniyor).

Şimdi gelelim yine başa dönelim: Çünkü boş cümle bana VAKUM lambasını veriyor. "Allah göklerin (seyyar) ve yerin (Soket) nurudur. Onun nurunun misali içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir”. Bu flaman gömlekli bir lambanın TIPATIP çizimidir. Bu çizimi bulan kişi YİNE TESLA'dır.

“Bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak!”. O radyo lambasıdır, sesleri kaydeder. Akımın şiddetine göre "azayıp çoğalarak" bu ışımasını (örneğin seyrettiğimiz filmin kenarına ses çizgisi olarak yazar. Ya da teyp bandına yazar). Buradaki zeytin nedir? Zeytin=ANOT. Şimdi görüntü lambasını yapıyoruz:

Öncelikle bir kuzey ve güney kutupları var. Ama üçüncü bir AYAK daha ekleniyor: Anot. Böylece anot-katod kavramlarına da geldik. Orada akan nedir? katod ışınları yani elektronların bombardıman etmesi... " Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak".

Böylece vakumlu TÜPE geçtik: Zn 2 S (çinko Sülfür) sürdük. Bilirsiniz Katod tüpleri ve/veya TV tüplerini Anot Katod ve Antikatod ile üçlerler kelimeye dikkat ediniz: Katod zaten eksi (Kuzey) demek, Anod ise tersi (Artı ve Güney) demek... Ayrıca bir ARTI daha var=ZEYTUN. O bir artı var ya... Katod'un tersi demek ANTİ-KATOD demek. Eksi olan katodun TERSİ (ANTİSİ) ne olabilir? Yanıt Kur'an misalinde: "ANTİ-KATOD".

TV'yi de bulan TESLA idi... Vakum tüplerini ona borçluyuz, tıpkı flamanlı lamba gibi... Sonra bu sayısız lambanın işini gören TRANSİSTOR bulundu. Germanyum'u ve Silislum'u alınız (Flame=Flama=Gömlek, bayrak vb.) Flamme=Yangın, Flamoire.

Tesla'nın kendisi K.M. Allein idi (Alias Charles M. Alan). Osmanlı kütüğündeki adı ise Nikolai (Osmanlılar Nekolay diye yazmış) Cameron (Kamuran) Tesla diye geçmektedir.

"Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir ". Yani Çinkosülfür'ün ve zeytin PLAZMASIsının, plazma ekranların, Likid kristallerin tanımı yapılmış ve yarı iletkenler çağ atlamış. Monitorlar plazmik ve LCS... Çinko sülfür bilindiği gibi Gümüş nitrat gibi ışığa duyarlıdır. Bu ikisinin karmasından oluşan teknolojinin adı da Sıvı kristalden ibarettir. CAM (Serac) değil Züccac=KRİSTAL ama zeytin yağı gibi akan yani SIVI BİR KRİSTAL...

Bu misalin verilmesi çok önemli çünkü şimdi de dördüncü mealinde LASER ve HOLOGRAM tekniği var: İsterseniz onu ve izleyen "UFO" motorunu ve onu izleyen "Tarık" aygıtını" yediye tamamlayacak biçimde daha sonraki sohbetlerimizde devam edelim. Daha sırada integre devre/ Silisyum Chip'i (Mini yonga) var. Bunu izleyerek Holografik hafıza ve holografik yapay zekayı anlatacağım. Sonra "UFO" motor teknolojisinde sıra. Ondan sonra da resmen ZAMAN YOLCULUĞU aygıtını yine bu ayetlerden ap-açık ve detaylı çıkarıp sunacağım Allah İnşaa ederse.


"Zeyd" Yukarı

Zeyyad'ın bir seyleniş biçimi de Zeyd'dir. Tarık bin Zeyyad da bu isimden nasiplenmiştir. Zeyd çok özel biridir... Arap değildir, Resulullah'ın evlatlığı ve ilkler içinde dördüncü Müslümandır. Allah onun ismini vererek bir çok sır kapısını da vermektedir. EVLATLIK evlat değildir... denmiştir... Zeyd eşini kovmuş ve tekme tokat dışarı atmıştır. Resulullah "Sen Cahiliye devrinin dulları aşağılayan adetlerini yapıyorsun." demiştir. Zeyd diretmiştir... Resulullah da onu evde tutmak için geliniyle evlenmiş ama gerdeğe girmemiştir. EVDE TUTMAK için... Zeyd'in eşi de sırada 7.Müslüman olan bir müslime idi... Resulullah kocası savaşta ölmüş hatta 65 yaşında bir başka kadını daha İBRET için almış fakat gerdeğe girmemiştir. Resulullah, Hatice, Mariye, Hafsa ve Aişe annelerimiz ile gerdeğe girmiştir, diğerleri "HİMAYE" evliliğidir...

İlk müslümanlar içinde sadece Resulullah ve Ali Arap idi... Kimi İranlı (Selman) kimi Etyopyalı (Hami, Habeş'li Bilal). Hatice Anamız Arap değildi (Urartlardan ve Sebla denen çok eski bir uygarlığın kızıydı). Zeyd ise Arap olmayan Sebe ülkesindendi. Mariye ise Kıpti (Hacer gibi Kısır Çingenesi) idi.


"Hz. Muhammed’in Okur-Yazarlığı" Yukarı

Ankebut suresi: "Sen daha ÖNCE SAĞ ELİN İLE HİÇ YAZMAMIŞTIN" demektedir. Okuma-yazmayı Zeyd ve Ali'den başkası bilmiyordu. Öyle ki uzun yıllar sonra bile "Okuma-yazma bilmeyen ve kafirlikte kalan Araplar bile savaş esiri sayılmadı" yani okuma yazma bilinmiyordu... Amerika'da Abraham Lincoln dönemine kadar BİR TEK zenci bile OKUMA-YAZMA BİLMİYORDU... 1790'a kadar çarpım tablosunu sadece SARAY soyluları biliyorlardı... İhtilalden sonra Ecole Publique'lere kondu kerrat cetveli...

Şu muğayir (aykırı İbni Muğiyre) den başkası da HEM OKUMA hem YAZMA bilmiyordu... Arapça Elfi=Bin aynı zamanda SONSUZ demekti. Elfi elfi dendiğinde milyon olması ise Osmanlı idaresi altında oldu. Yani sandığınız gibi çocuklarımızın servis ile okula gitmeleri gibi bir okul yoktu... Bakınız Osmanlı kayıtlarına: (Eski yazı Arapça=Osmanlıca dahil) yeni dil Latince dahil. Onmilyonluk 1928 yılı Türkiye'sinde okuma yazma bilen sayısı 500 binden aşağıydı... Aşr (Öşür) ondalık sistemini Kur'an'dan yıllarca sonra Cabir gibi alimler çıkardılar... SAN-DI-ĞI-NIZ gibi değil idi...

Çöldeki Arap daha binlerce yıl önceki Önasya gibi ÇİVİ yazısı bile bulamamıştı... İnkalar gibi "Soyutlanmış" ve de "Enterne" edilmiş yaşıyorlardı. Çöl nedeniyle onlara Romalılar vb. ulaşamıyordu. Dolayısıyla hep özgür kaldılar ama hep cahil... Halen de cahil oğlu cahiller...

Ankebut 48: Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de sağ elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.

Bu ayete ÇOK DİKKAT... Bir daha bakınız... Bir daha... Ve bir daha...

1. Ne bir yazı okur,
2. Ne de sağ elinle onu yazardın.
3. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.

!!!!!!!!!!!!!!!!!!! KUŞKU DUYARLARDI !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Kuşku DUYMAYALIM diye ALLAH açık ÇEK VERMİŞ. Resullullah HİÇ OKUMADI ve HİÇ YAZMADI... Bundan KUŞKU duymak battaldır.

“ve ma künte tetlu min kablihi min kitabın ve la tehuttühu biyemiyke izen lertabelmübtilun”

Gördünüz mü? TÜM ESKİ KİTAPLAR için değil: "Sadece Resulullah'a mahsus" olarak özel olarak ona hitap edilmiş. Aynı ifadeleri şunlarda da bulacaksınız: "Yalnız KE (Sana) mahsus olmak üzere gecenin bir yerinde kalk ve namaz kıl", "Yalnızca SENİN eşlerine mahsus olmak üzere Cilbab (Kukuletalı pelerin) giysinler". Bu ve benzeri ifadeleri karşılaştırın ta ki mutmain olana kadar. Sonra "YALNIZCA SANA AİT" kelimesinin anlamı üzerinde çok durmalıyız. Bazı giyim kuşam ve bazı ibadetler, bazı evlilikler (7 eş alabiliyordu) ve kişisel yetenek olan okuma-yazma işi SON DERECE ÖZELDİ. Gece kalkıp sadece Resullullah'ın namaz kılması vb hep ÖZEL olarak kendine AİT idi... Bu ayetteki ifade de tamamen AYNIDIR.

Zaten söylüyor. KUŞKU DUYAR ve BATILA düşerler idi... diyerek... Yani Resulullah'a 7 eş birden almaya izin verilmiş. Gelini ile evlenilmesine izin verilmiş, eşleri olan annelerimize özel cilbüab biçilmiş... Resulullah da "Daha önce yazmamış-çizmemiş". Oradaki YEMİN=SAĞ el "SENİN" sağelin anlamına geliyor ve özel olarak Resulullah'a ÖZELLEŞTİRİLİYOR... Söylediğeim ayetleri "İYİCE" izleyip, araştırırsanız. Son derece ÖZEL olduğunu anlayabiliriz...

Üslubunu yakalamak gerekli Kur'an'ın... Kur'an’ların meali, tevili, tefsiri bozuk... Çünkü onlar da KLASİK. Kur'an bir üslub, Allah söylemidir... O sanatı yakalamalı ve hissetmeliyiz.

Geri Dön     Yukarı