015 - 2 Kasım 2001 Cuma | |
Selam&Selam "Kürre-Zerre - Kubbe-Habbe" Yukarı Arapça Cebel (Çoğulu Cibalün) DAĞ demek.... Ama bir anlamı daha var: Makro düzeyde en büyük şey DAĞ fakat mikro düzeyde ise ZERRE'den küçük kırıntı demek... KVR=Kıvırmaktan Kürre ve Tekvir, aynı kökten bilirsiniz. Kürre'nin tersi Zerre değildir. Kubbe nasıl gök-tavan anlamında (Mimari yapıda çatı, kişide kambur) ve Habbe=En küçük hava kabarcığı ise, makro olan Kubbe, mikro olan Habbe; makro olan Kürre, mikro olan Zerre. Zerrenin niceliği-Rakamı/Rakimi vardır. Kürrenin ise niteliği-Geometrisi/ K E H F 'i vardır. Ashabı KEHF ve RAKİM derken bu ikisi anlatılır. Anımsayacaksınız: "Zerre kadar bir şey ve bundan küçüğü olmasın ki, Rabbinin katında bir bir sayılmamış olsun...Hepsi bir LEVHİ MAHFUZ'da kayıtlıdır" diyor ayet... Zerre'yi bilim en küçük aralık=KUANT diye nitelemiştir. Zerreden küçük?????? kuantlaşmamış bir evren daha var. Böyle unufak kırıntılardan değil D A Ğ gibi bir bütünden (Küll) kuruludur o evren... Şu çok tuhaftır ki, zerreden küçük olan şey EVRENDEKİ EN B Ü Y Ü K'ün adıdır. Çünkü doğa yasaları bize en küçük ile en büyük uzayın ikisinin birbirine bir tek noktada çıktıklarını göstermektedir. Tek noktada birleşmişlerdir. Planck'ın zerrelerinden daha küçük olan şey "SÜPER UZAYDIR". David Hilbert uzayı, Planck uzayından (Mümkün olan en küçük uzay aralığı, maddeleşme aralığı) KÜÇÜK'tür ama bu uzayda KÜÇÜK olan tüm evrenLERden büyüktür ve adı SÜPER uzaydır. (Misal alemi). Yani bir Kuantın içine girerseniz sonsuz sayıda evrenden oluşmuş bir üst-uzaya çıkarsınız ki, sizin evren orada kaybolmuştur... "ZERRE'DEN KÜÇÜK" bu demektir ki herşeyden BÜYÜK demektir. Buna şaşırmamalıyız artık. Hatırlarsanız, mutlak soğuk yani sıfır Kelvin=-273.16 C derece son'dur. İyi de bir de bunun KÜÇÜĞÜ vardı: yani EKSİ BİR DERECE KELVİN... O da en soğuğun tersine EN SICAK'tır. Bu öyle bir sıcaktır ki ZEBANİ'yi bile yakar. ZEBANİ=Zebun Cehennem'i bir kuzey kutbu gibi soğuk bulur. O Cehennem'in de bir altındaki, hani şu KAZAN'ın altında kazanı ısıtan gerçek ATEŞ vardı ya? İşte onun adı şudur: SEKAR. SEKAR'ın ısısı şu: -1 K (Kelvin) derece... Yani soğuktan da soğuk ve/veya evrendeki en büyük sıcak. Sekar şudur: Büyük patlamanın en başındaki en küçük noktacıktaki sıcaklığa SEKAR denir. Dikkat ediniz ki EN KÜÇÜK yani Zerreden de küçük olan bir şeyde EN BÜYÜK sıcaklık var ve dikkat ediniz ki evrenin kendisi bir QUANT idi... Minicik ama dehşetli bir dev. Evrenin kendisi bir tek kuant iken açılıverdi. Rakim idi. Açıldı, genişledi ve K E H F oldu bu geometriye KÜRRE deniyor, KUBBE deniyor. Onun tek bir kuant olmasına da ZERRE ve HABBE deniyor. İşte bunlar Kur'an'daki misal alemimizin M İ S A L'leridir. Kürre:Makro sistemin yuvarlanması. Kelime kökü kıvırmak olduğundan Uzay-Zaman eğridir. Zerre:Mikro sistemin noktacıklarıdır. Kelime kökü ise ZÜRRİYET'te olduğu gibi, "BOL MİKTARDA SERPİNTİ" demektir. Kuant'ın Kur'an'daki adı da zaten budur. Kubbe:Makro sistemdeki "Yarıkürelerin adıdır" HABBE: Evrendeki en minik KÜRECİKLERDİR. Bunlardan bir tek örnek verilmek durumunda çünkü ikincisi YOK. Çünkü elektromagnetizma temel bir kuvvettir. Dolayısıyla bu kuvvet yardımıyla artı olan protonu eksi olan elektron dengeler ve atom oluşur. İkisi arasındaki bu işbirliği sonucu ELEKTRON OLASILIK KÜRESİ oluşur. İşte bunun da adı HABBE'dir. Gözle görülmeyen bir MİNİ-KÜRE... Neden Habbe denmiş: Çünkü "İleride mikroskop gibi araçların yardımıyla görüleceği" bildirilmiş. Yani su baloncuğu anlamındaki HABBE kelimesi MİSAL olarak seçilmiştir. Habbe'den küçüktür ve bir gün göreceğimiz söylenmiştir (Aksi halde ğayb olduğu söylenir ve bizim gaybı taşlamamız yasaklanırdı). Şimdi şunu da biliyoruz ki: Bir kuant'ın duüalitesi vardır, dilemması, ikircillik özelliği yani... Hem PARÇACIK (A R Z) hem de DALGACIK (S E M A) parçacık olarak dar bir alana sığışır. Ama dalgacık olarak 7 kat uzayı kat eder. Örneğin foton: Bir dalgacık olarak milyonlarca ışık yılı öteden bize gelirken DALGACIKTIR. Ama bize çarpıp da ELEKTRON kopardığında MADDE/PARÇACIK olarak davranır. Aksi halde Güneş'ten çıkan ışık ışını (Foton) daha bir milimetre gitmeden işi biterdi... Ama sonsuz uzayı DALGACIK olarak katediyor. Bize çarptığında ise PARÇACIK oluveriyor. Bu sayede güneş ışığı bizi aydınlatıyor ve ISITIYOR. Elektron da aynı: Bizim HABBE'miz yani olasılık aralığımız olan mini-küre hem parçacık hem dalgacıktır. Parçacık haline KEHF (Geometriktir) dalgacık haline ise RAKİM denmektedir. Çünkü dalga mekaniği sinüzoidal ve trigonometriktir. Elektron yerleşik ise mesele yok. Ama tedirgin edilip (iyonize) koparılırsa ve hele bir fluoresan lambadaki gibi bir uçtan ötekine ışığa yakın hızla akarsa ona da dalgacık deniyor (Beta ışını ya da katod ışını demek, elektronun atom çevresinden alınarak, ışık huzmesi (beam) gibiyönlendirilmesidir). Bunun makro sistemde anlamı şudur: Siz sakin duran bir elektron kabuğunu (Habbeyi) bağlı bulunduğu atomdan uzaklaştırırsanız ve başka bir yere IŞINLARSANIZ. Bunun makro ölçekteki durumu size yabancı gelmeyecektir. Yabancı gelmeyecektir: Şeytan Üçgeni ve Philadelphia Experiment. MİKRO ya da HABBE düzeyindeki o küçük kıyametler büyük yani KUBBE düzeyinde elektromagnetik aşırı biçimde irrite edilirse (uyarılırsa) o zaman bir elektron ötekine ışınlanıp orada komşu olmuyor. Bir gemi, bir uçak uzay-zamanı katediyor... Bu mekanizmadan sorumlu olan PARÇACIK değil DALGACIK özelliğidir. Dalgacık bulunduğu uzay-zaman noktasını DALGACIK olarak free terk ediyor. Gittiği yere de PARÇACIĞI götürüyor. Particle=Parçacık, maddecik, Vibration=Dalgacık anlamında. Şimdi bu evrensel olguyu Kur'an kurallarına uygulayalım. Arz=Parçacık, Sema=Dalgacık, İkisi arasındakiler=Etkiyen kuvvet alanları (Bozon denen ışımayan fakat mesela mıknatısın çiviyi çekmesini sağlayan görünmez fotonlar) (Bozon denen ışımayan fakat mesela mıknatısın çiviyi çekmesini sağlayan görünmez fotonlar), Elektron=Habbe (Lokal, yerleşik ve parçacık özelliğindeyse). Gök-yer (ve ikisi arasındakiler), parçacık ve dalgacık (İle ikisi arasındaki polarize durum), Kürre-Zerre, Kubbe-Habbe. En soğuk-en sıcak, en küçük (evren en küçük idi) ve en büyük. En uzak=En yakın (Arada karadelik tünelleri yani osmos var da ondan). Yani Hunnes ve Künnes (Chaos ve Cosmos arada ise osmos) hep vardır. H ve K harflerinde saklıdır. Örneğin Habbe-Kubbe, Habil-Kabil, Hitab-Kitab, daha neler neler. Gelelim konuya: Parçacık=Cibalü=Mini dağlar, Dalgacık=Vadi (İki dağ yamacı) Biri V harfi diğeri de ters bir V harfi... Yani İNDİ-ÇIKTI ,gel-git, Zil-Zal, Zig-Zag. Ayetleri anımsayalım. Sen dağları (elektronu yörüngede sanırsın) Durur sanırsın ama o B U L U T gibi gelir geçer... Bu bulutu anımsadınız mı ayetteki?... Elektron bir BULUT'tur. Küre biçiminde bir bulut. Atmosferimiz gibi küre bir bulut tabakası Tabi buna küre, kubbe değil, Habbe=Mini küre demek gerekiyor. "Ala Suresi-Vakıa Suresi" Yukarı Örneğin Ala suresini bir gün şöyle bir anlatmıştım. "Ahracel Mer'a=Otlağı/merayı bitirdi" diyordu. Ahrace= HRC=İhraç etmek kökünden geliyor ama, nasıl ki Hamid'i Ahmed biçiminde yazıyorsak (Diğer biçimleri Muhammed ve Mahmud) Eğer İhracı da Ahrec biçiminde yazarsak ANLAM bize başka bir şey daha söylüyor: "GÖZÜN GÖRDÜĞÜ YEŞİLLİK". Yani gözün görme hücrelerinin bir mikron olan görme çapından büyük olan cisimler... Yeşillikler... Yüksek yapılı bitki plantasyonu ama AHREC EL MER'A dediğinden. Bir de şunu anlıyoruz: "HARİCE ÇIKMAMIŞ MER'A=BİTKİLER var". Bunlar elbette toprak altında kalmadılar. Sadece gözümüzün görme çapından küçüklerdi. Üstelik onlar da BİTKİ yani tek hücreli bitkiler (Algea'lar ve tüm Bakteriler BİTKİ 'dir. Bu da bir Kur'an Mucizesidir.... Gözün hariçte gördüğü şey YÜKSEK YAPILI BİTKİDİR ve K Ö M Ü R olarak ölür. Gözün Hariçte görmediği (MAHREC) olan bitki ise çok küçük olduğundan görünmez ve kömürleşemez ama başka bir şey olur: ĞUSSAE=PETROL yani ğasil=ıslak ya da sıvı yakıt... Düşünün bütün bunları Ahracel mera ve Ğussae'den çıkardık. Üç kelime yetti de arttı bile... 1400 yıl önceden, bakterilerin bize bitki olduğunu da söyledi Kur'an, petrolü bulacağımızı da... Ve Hepsi 3 Kelime (İki ayet). İşte, Arapça'nın (Kureyşçe ve Kurayzca'nın değil) bu özelliğini bilen birileri için Kur'an kadar büyük ve anlaşılır ve detaylı bir başka kitap daha bulamazsınız. Üç kelimeden üç milyon şeyi hem de hiç zorlanmadan BULUR çıkarırsınız... Onun için dağların yürümesi ya da Vakıa suresinin ilk ayetini yazalım: 1-3. Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadiği ortaya çıkacaktır. Nasıl ki "ÇERÇÖP" dediği ĞUSSAE petrol ise, orada da tüm tercümeler yanlış: Kıyamet'ten değil "VAKIA"dan bahsediyor. Çünkü BİRİNCİ SUR bir Vakıa'dır. Kıyamet İKİNCİ SUR üflenmesindedir. Daha önce söylemiştim. Bir maddenin (Parçacığın) öztitreşimini yakalayan DALGACIK yani SES SAYHASI uzaktaki bir bardağı kırıyor ya da uygunadım yürüyen askerler veya bir klakson sesi, asma bir köprüyü SALINIM hareketlerine zorluyor sonra da köprü bir hallaç pamuğu gibi atılıyor... Bunu yapan da minicik bir klakson. Hani bir çocuğun çaldığı düdük, borazan gibi minik bir şey. Çalan da İsrafil, üfleyen İsrafil melek... Fakat o ÖZTİTREŞİM, evren denen koca bardağa "Parçak=Dalgacık" eşdeğerliliğini hatırlatınca... Klakson köprüyü, soprano kristal bardağı ve İsrafil ise EVRENİ darmadağın ediyor. Bu o güne kadar başımıza gelmemiş bir VAK'A böyle bir şeyin ilk kez başımıza gelmesine de V A K I A denmektedir (Yani evren her haftada bir bardak gibi kırılmıyor ya). İşte üç kelime de burada... Vakıa-indi-çıktı, yani DALGA mekaniği, evrenin parçacık iken DALGACIK durumuna geçeceğini söylüyor (Her ayetin 7 anlamı var ya, mesela bundan sonraki anlamı da protonun sabit olmadığını, yarıömrü olduğunu ve parçalanacağını söylüyor). Bir de Yecüc-Mecü'ühn İÇİÇE bırakıllması ve HER TEPEDEN dünyaya akmaları ile ilgili ayetleri hatırlarsak iki türlü DALGA mekaniği olduğunu anlıyoruz: 1. Vakıa türü=Bunlar küresel SES ve havuza atılan dalgalar gibi kasılıp gevşerler Böylece Vakıa bize küresel (Dikine) dalgaları anlatıyor. Bunların sıkışıp gevşediğini anlatıyor ve Kıyamet'in bir SES-ötesi ses olduğunu anlatıyor. İşte Vakıa suresinin ilk ayetindeki üç kelimenin sırrı bu... (Aynı zamanda biliyorsunuz Ad ve Semud gibi kavimleri de bir sesötesi ses ile bir burkhan (Fırtına deniyor). Aslında yabancı dillerde karşılığı Turbilance=Türbilans demek...) "Sahya-Fonon" Yukarı Sayha supersonic ses demek. Bu sesin havaya ihtiyaç duymadan büyük bir enerji birikimi yaparak havasız ortamda (Uzay-zamanda) yürütülmesi birimidir. Fonon'un havaya ihtiyacı yoktur. Yani gazları sıkıştırıp gevşettirmez. Fonon, doğrudan UZAY-ZAMANI kasıp-gevşetir. Hani uzay zaman küreydi ya? Yani eğriydi... İki tip eğriliği vardır ki, fonon iki tipi de CEBREN oluşturur. Birincisi küre gibi konveks dışarlak uzay (Gevşeme) öteki izleyen hali ise içerlek semer gibi uzay (Riemann uzayı ile Konkav olan ve eyer biçimindeki öteki çukur uzaya da Lobatchewsky uzayı dendiğini anımsayalım) . Fonon odur ki: Ses dalgası hava ortamına ihtiyaç duyar Burada fonon yoktur, kulağımızdaki sinir uçlarına gelen bir dizi titreşim vardır. Duymayabiliriz de... Ancak FONON (Phoneon) öyle değil: Ağzımızdan çıkan HER SÖZ istisnasız olarak GÖKKUBBE denen bir devasa teleskopta odakta (Kiramen katibinde) toplanıyor. Hiç bir söz kaybolmuyor. Bunu çıkıp da uzayda aramayınız... O gideceği yeri biliyor. Allah'ımızın adı HABİRÜ haberdar olan, haberdar eden anlamında... O bir SATELİT gibidir. Her sesi Seriul-Hısab duyar (Semi) ve ilgili abonelere linkler (Kiramen katiplerine). Fonon sanki enfrasonik ya da ultrasonik bir SES FOTONU gibi davranır. Yaşayalım da görelim: Ses bile kuantlaşıyormuş... Üstelik ahırette bir de vücudumuz konuşacak... Ben bir Hırsız isem, orada da inkar edersem. Elim konuşacak: "Ya rabbi kulun yalan söylüyor, beni kullanarak, milletin parasını hortumladı" diyecek.. Bilin bakalım nasıl diyecek???? Ahırette (Mahşerde) HAVA yoktur. Nasıl konşulur acaba? FONONLA. Sesin şu özelliği vardır. Belli bir yere kadar şiddetini yitirir ve duyulmaz olur (16 ila 20 bin Hertz'den ötesini bilemeyiz). Işık da öyle... ışık demek E=hV (Planck sabiti çarpı dalgaboyu). Bu fotonun tanımı. Işık bir sokak lambasından uzaklaşıldıkça görünmez olur ama E=2hV biçiminde yazarsanız adı LASER olur, onbinlerce km öteye hiç dağılmadan noktasal olarak ve tek bir dalgaboyunda gidiverir. FOTON böyle. Ya Fonon? O da böyle... Kohorent bir FONON aradaki mesafe ne olurae olsun, hiç dağılmadan ve havaya ihtiyaç duymadan istenilen yüzmilyarlarca km. öteye gider. Ahıreti anlatıyorum... Ve sorumu yineliyorum: El-Ayak ve organlarımız nasıl konuşacak? Azalarımız konuştuğunda bize ŞAHİT olacakları için zaten duymak ZORUNDAYIZ. Telepati ise bireyseldir (Özel telefon gibidir, iki üç kişi arasında bir konferans ötesine geçemez yani toplu bir telepatide PARAZİT yüzünden hiçbirşey anlaşılamaz. Bir klakson Boğaziçi köprüsünü yıkabilir. FONON da EVRENİ yıkabilir. Şimdi olayı ters çevirelim: Köprü de tersinerek KLAKSON olarak “K o n u ş a b i l i r”. Soprano frekansı yakaladı ve koca operadaki çok uzaktaki bir bardağı kırdı, ya da tersine BARDAK Soprano'yu konuşturdu. Elimiz ayağımız üyelerimiz burada SOPRANO durumunda, biz ise BARDAK durumundayız. "Zann" Yukarı Buna bir örnek ayet de şu: Zannederek, paranoya ve ğıybet ile suçlamak büyük bir günahtır. En büyük üç günahtan biridir. (İlki Allah'a ortaklık ya da inkar koşmak), ikincisi namuslu bir kadına ZİNA isnad etmek, üçüncüsü de ZANNETMEK. Hele gençlikte... Uzanamadığımız ciğere mırdar demek için, gururu kurtarmak için bu işi hangimiz yapmadık ki... Ama GENÇLİK AFFEDİLMEK içindir. ZANN=PARANOYA'dır. Gençlik hataları affedilmek içindir ama kemikleşilince KATMERLİ geri döner... Allah indinde 40 yaşa kadar "GENÇLİK" sayılıyor ayette böyle bu... 40 yaşına kadar günahların affedilme katsayısı çok yüksek. Kırkından sonra ise sıfıra doğru bir düşüş var. Bunun 40 yaşına kadar masum olmakla alakası yok. Biz akil-baliğ olmamış ÇOCUK/SÜBYAN'mıyız? Akil-Baliğ'lit ötesinde bir SÜBYANLIK daha yok ki? Şöyle bir durum: Hatalar diyelim ki, 12-13 yaşında akil-baliğiz ama bir yandan da çocuğuz resmen... Hataların affedilme katsayısı 100 üzerinden 99 diye başlıyor ve kredi 40 yaşında yüzde-birkaça düşüyor. Çünkü o yaştan sonra KAN durulabilir. İnsanın beyni eğlenceden hatta ateizm propagandasından yorulabilir. Gerçeğe çağrı başlayabilir. İnsan erken emekli olup, kendine vakit ayırarak o yaşlara kadar bulamadığı veya haşir-neşir (içli-dışlı) olamadığı ya da vicdan hesaplaşması yapamadığı Allah'ı bulabilir... "Müddessir Suresi" Yukarı 30: Üzerinde ondokuz vardır onun. Şimdi burada bildirilen: Tevrat'ta olduğu gibi Kur'an'da da GERÇEKTEN BİR 19 vardır. Tevrat tahrif edildi, İncil de şifahi (Sözlü) olduğu için bu 19 numerolojisini yitirdi. Geriye DEĞİUŞMEMİŞ bir tek KUR'AN kaldı ve o önceki kitapları tasdik edici olduğundan sahiden 19 asalsayısına bağlıdır... Buraya kadar tamam... “Sayılarını bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini”. Bu bölümde, Kur'an'ın insan eliyle, kul kalemiyle yazılmadığını ve bir çok insanın bu yüzden Müslüman olduğunu anlıyoruz. Bir şey daha anlıyoruz: “Sayılarını bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini” derken "Tevrat ve bağımlısı İncil'in içindeki orijinal 19 ile Yahudi ve hristiyanlara yaklaşmaktadır. Bir çok Yahudi bu yüzden müslüman olmuştu (Medineli Kurayzalar vb.) “İnananların da imanlarının artmasını sağladık” diyor ayet. Yani şüphe kalmıyor belli ki 19 asal sayı sisteminin katları ile kaleme alınmış bu kitap... (Tüm cinler ve insanlar bir araya gelseler bunu gerçekten yapamazlar). Düşünün ki, yarın bütün gün konuşacağınız tüm sözcüklerin, kelime ve harfleri 19 katlarına göre NASIL DÜZENLEYEBİLİRSİNİZ? Bu yüzden 19 bir Allah/Kur'an mucizesidir. Gelelim ayetin devamına: “Kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: "Allah bu misalle neyi murad etti?" desinler”. İşte bu cümyeli ASLA SÖYLEMEMEK GEREKİR. 19 bir fitne=SINAV'dır (Zaten adı 19 fitnesidir). Yani Tevbe suresinin son iki ayetini inkar etmek. Kur'an'ın ha bir ayetini, bir harfini, ha tamamını inkar edin farketmiyor... Adınız MÜRTED oluyor... Bu çok tehlikeli. Resulullah Kur'an'ın tastamam olduğunu beyan etmiştir vee Resulullah'ın GADDARCA öldürülmesini emrettiği kişiler ise Arap yarımadasının SAHTE PEYGAMBERLERİ olmuştur. Ebu Süfyanı bile affeden Resulullah'ın, sahte peygamberleri kolayca öldürtmesi çok bilinçlidir. ALLAH DİLEDİĞİNİ SAPTIRMIŞTIR. Ama bizler 19'u makul bir seviyede tutarak, onun Kur'an'daki bir ölçümleme olduğunu bilerek ılımlı ve olumlu anlamda kabul ederiz. "Hanif İslam (Namaz)" Yukarı Şifreler şunlar: 1. Akımetissalat=Namazı vakitli kılmak (Günün iki yanında ve bir de bütün gece) 2. Namazı dosdoğru kılmak: Açılış tekbirinden sonra Euzü besmele ve bir kolay kısa sure -mesela fatiha-okunur. Rüku var. Secde var. (Semiallahü limen hamideh, Rabbena lekel Hamd yok. Hepsirne sadece Allahüekber deniyor. İlk Allahüekber farz diğerleri değildir, ama ben söylüyorum. Sübhane Rabbiyel ala/azim'leri de söylüyorum. İkinci rekat oturuyorum. Bir zammı sure (Mesela ASR) okuyorum, selam veriyorum ve namaz bitmiş oluyor. Namazdan sonra yani namaz bittikten sonra dua ederken de Sübhaneke, Allahümme Barik, Rabbena'yları ve kunutları okuyorum. Bunları namaz içinde okursan namazın bozulur. Çünkü saydıklarımın hiçbiri ayet değildir. Namazı dosdoğru kılmanın ilk şartı şudur: **Namaz mutlaka iki rekattır ve iki rekat bitiminde seylam verilir. **Namaz içinde KIRAAT farz olduğundan=Kur'an'dan SURE okumak anlamına geldiğinden, asla Sübhaneke vb. okuma.. Bunlar şiir yani ilahidir ve aslında sadece Cenazede kullanılmıştır. Cenaze namazı NAMAZ değildir (Törendir. Namazda mutlaka secde olur, mutlaka rüku vardır). Zaten Sübhaneke ve Ettehiuyyatü'yü MALİKİ MEZHEBİ de okumadığından benim anlattığım aynı zamanda EHLİ SÜNNET görüşüdür. Nisa 101 ve 102'de namazın İKİ rekat olduğunu (1420 yıl sonra) nihayet görebileceğiz. 101. Yeryüzünde dolaştığınız zaman, küfre sapanların size tedirginlik vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki, küfre batanlar sizin için açık bir düşmandır. “Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığın vakit”, burada "Sen" denen kişi İMAM'dır, içlerinden bir grup seninle namaza dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Bir secdeye varmak BİR REKATTIR. Yani Cemaat ikiye ayrılıyor. İlki BİR TEK REKAT kılıyor, sonra namaz kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar. İkinci grup da gelip BİR tek rekat kılıyorlar. Onlar namazı kısayltıp BİR REKATA indiriyorlar ama İMAM kısaltamadığı için, HER GÜNKİ gibi 2 REKAT KILIYOR. Yani Cemaat BİR rekat, İMAM İSE KISALTMADAN İKİ REKAT kılıyor. Bunun anlamı şu: Yarısı bir rekat eden namazın TAMAMI KAÇ REKATTIR? Savaş halinde şunları yapabilirsin: Savaş=Sefer yolculuk da buna dahil ama biz savaşı ele alalım: 1. Namazı BİR REKAT kılabilirsin. 102: ... Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah kafirlere süphesiz ağır bir azap hazırlamıştır. Evet fırtına, soğuk ve grip dahil hastalık bile savaşmamaya mazarettir. Eskiden karınca sürüsü gibi öldürülüyorduk. Şimdi ise BİR TEK CAN bile kıymetli. Yani açıkçası Amerika’ya bir Vietnam’lı öldürmek 50bin dolara mal oluyordu. Şimdi bu daha da arttı. Çünkü artık ASKER öldürülmemeli ALLAH da yukarıdaki ayette bunu söylüyor. Tutup da şehitlik adıyla yakamızı açıp "Vurun beni alçaklar, vurun ben şehid olup Cennet'e giricem" diyemiyorsunuz. Onlar eskidendi. Allah artık bizlerin "CANININ" bir yağmurdan bir gripten bile ZARAR görmesini istemiyor. Değil ÖLMEMİZİ İSTEMEK... Şimdi yukarıdaki ayetten "SAVAŞ" seferi durumunu çıkarıp, YOLCULUK SEFERİ DURUMUNA GETİRİYORUM: (Yolculukda da BİR TEK REKAT kılınacaktır). Miracımız "AZ ve ÖZ" oldu. Günde 40 rekat ve 5 vakit angaryasıyla ne dosdoğru namaz kılar ne de H U Ş U alırsın. Artık o işkencedir ve hiç bir genç de bu yüzden 5 vakit 40 rekat namaza başlamak istemiyor. Onlara bir Allah'ın kulu deseki 3 vakit x 2şer rekat, zerrece imanı olan bir milyar insan NAMAZA BAŞLAR. Bunu söyleyen ve yazan ben değilim ALLAH ve ayetleri... Ayetler "Günün iki yanında=Tarafeyn en Nehar", iki vakit namaz olduğunu, bu iki vakti Salatı Vusta=Gölgenin Direğin dibine en kısa düştüğü öğlen dikmesinin ayırdığını yazıyor. Günün iki yanında: a) öğlene kadar iki rekat Bunların adı FARZ vakitli ve emirdir. Asla ve asla kaçırılmaz, kazası olmaz, hizçbir şekilde yerine konmaz. Sabah namazı vakti şu: "İki ezan arası BİR VAKİTTİR". Bu durumda sabah namazının vakti öğlene kadardır (Sabah gün doğarken çok makbuldür, çünkü şahitli namazdır, gece-gündüz melekleri devri teslim etmektedirler). Yani sabah GÖLGE en uzundur. En kısa olan ÖĞLEN'e kadar bir vakit. Sonra yeniden gölge öteki yönde uzar ve gün batana kadar İKİNCİ vakit. Bu iki namaza TARAFEYN (İki taraf) denir. İlkine Subh(Sabah), ikincisine Nehar da deniyor. İkindi ve Yatsı Kur'an'ın hiçbir yerinde geçmez. Sadece ZORAKİ meallere sıkıştırmaya çalışırlar. Bütün gece (Akşam ile Yatsı tek namazdır ve TÜM GECEDİR). Ak iplik-kara iplikten yine ak iplik-kara iplik seçilene kadar tüm gece bir tek vakit ve İKİ rekattır. Bu farz dışında, Allah şöyle buyuruyor: "Allah sizlerin gündüz işleriyle meşgul olduğunuzu bilmektedir. Siz Kur'an'dan kolayınıza geleni okuylunuz", "Bir de keşke gecenin bir yerinde kalkıp salata dursalardı ne iyi olurdu" diye bir ayet var. Bu KALK ve NAMAZ KIL diye emreden bir ayet değil, o rica eden, fazla bir mesai teklif eden ve DİLEK KİPİ (Bunun tersi farzlar EMİR KİPİDİR) senin dileğine bırakmış. Canın istersen kılıyorsun ve istediğin kadar kılıyorsun. Farzlar 6 rekattan ibaret ama benim canım geceleyin (Hele ki kış geceleri bir uzun ki uzun) kalkıp her biri İKİŞER rekatta bir selam vermek üzere, 2-22-222 rekat daha kılabilirim. Buna vitir deniyor. Vitir mutlaka, "Gecenin bir yerinde kalkıp, uykudan ya da istirahatten kalkıp, geceyarısından sonra kalkıp" kılınması DİLEĞE bırakılmış bir DÖRDÜNCÜ NAMAZ gibidir. Oysa Sünnetler sizi gündüz oyalıyor. Evvel sünnet, son sünnet, bu müekkede bu gayrı müekkede (Bunları Muaviye ve Yezid ikilisi uydurmuştur). Neden ben kısıtlı sayıda nafile namaz kılayım. Allah demiyor mu? "Gecenin geç bir saatinde kalk ve dilediğin kadar namaz kıl" Evet tüm Şii camiası ile Hanifler ve Hz. İbrahim dini ÜÇ vakit kılıyorlar. Biz de Hacca gittiğimizde (Minareye kılıf olsun diye sözde CEM ediyormuşuz) hacda ÜÇ VAKİT kılıyor hacılar... Şiilerin tamamı üç vakit kılıyor. Çünkü birden bire bir AYRILIK olmadı. Bir hakem Ali'yi aldattı. Onun taraftarları o günden beri kendilerine "Mağdur=Şii" diyorlar. O gün namaz beş vakitten ÜÇE inmedi. Tam tersine ÜÇ iken BEŞ'e çıktı ki MEZHEBLER ARASINDAKİ UÇURUM derinleşsin. Evet Hz. İbrahimden beri 3 vakit x 2 rekat olan namaz Ebuf Süfyan-Muaviye-Yezid denen üç kuşak boyunca 5 vakit oldu. Ebu Süfyan Mekkenin reisiydi. Resulullah'ın baş düşmanıydı. Resulullah Medine'den dönüp kansız biçimde Mekkeyi aldı. Bu Ebu Süfyan ve elbette veliahtı. Yani yeni kral olması gereken Muaviye ve onun oğlu Yezid bu işi babadan oğula geçecek biçimde tezgahladılar. Cumhuriyeti (Halifeliği) yıkıp yerine sayltanatı koydular. Ebu Süfyan sofuları, Hanifliğin birinci dereceden Halk düşmanları. İyi ki 15 vakit yapmamışlar. Bunlara sadece üzülüyorum. Bizim her köşemizde böyle bir talibanlık var. Her evde bir veya iki kişide böyle bir süfyanilik var. Allah bizim yardımcımız olsun. Biz Hanif müslümanları öteki müslümanlanrdan korusun. Allah biz müslümanları Müslümanların şerrinden korusun . | |
Geri Dön Yukarı |