Atatürk’ün laik akılcı bilimsel eğitim devriminin kökü, Batı’ya değil, 900 yıl önceki Türk Tarihi’ne dayanmaktadır / Cengiz Özakıncı
“Laikliği Fransızların icat ettiği bir uydurmadır. Vahye dayalı dinsel toplumlarda laiklik devrimi dünyada ilk kez 1050-1060 yıllarında Türkler tarafından, Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Tuğrul Bey’in devrimi yalnızca Atatürk’ün laiklik devrimine değil, Fransız Devrimi’ne de örnek olmuştur. Yani Fransız Devrimi’nde Türk etkisi, Tuğrul Bey’in damgası var.”
“Batı’dan Alındığı Savlanan Atatürk Devrimlerinin Türk Tarihi’ne Dayanan Kökenleri” konulu Başkent Üniversitesinde verdiği konferansta Cengiz Özakıncı’nın belge ve kaynaklarla desteklediği ezber bozan konuşmasını yazının sonunda izleyebilirler.
LAİKLİK
“Meclis’in 01.11.1922 günü verdiği kararla Saltanat ile Hilafeti (Yani dünya yönetimiyle din yönetimini) ayırması; dünyada Türkler Laik Devrim yaptı diye duyuruldu.
Bu karar Atatürk’ün mecliste yaptığı uzun konuşma sonunda verilmiş; tarihi ders diyebileceğimiz bu konuşmada, Atatürk, İslam Dünyası’nda Saltanat ile Hilafet’in din işleri ile devlet işlerinin tarihte ilk kez Türklerce, Selçuklu döneminde birbirinden ayrıldığını ve bunun bir kaç yüzyıl boyunca sürdüğünü anlattıktan sonra; ‘İşte biz de simdi aynen öyle yapmalı, din işiyle devlet işlerini, aynen atalarımızın yaptığı gibi ayırmalıyız’ demiştir. Atatürk, bu devrimci atılımın esin kaynağının, tümüyle ve yalnızca Türk Tarihi, Selçuklu Dönemi’nde Tuğrul Bey’in yöntemini örnek alarak yaşama geçirdiğini özellikle vurgulamıştır.
Türkiye’de 1922’de gerçekleşen bu laik devrimin kaynağı, Batı değildir, Fransız Devrimi değildir, esin kaynağı tümüyle Türk/Selçuklu Tarihi’dir. Ve vahye dayalı dinlerde laiklik Selçuklu/Türk buluşudur. Türklerin insanlığa armağan ettiği bir yönetim ilkesidir. Dünyada vahye dayalı din devletlerinde ilk laik devrim, Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiştir.
Laiklik, sanıldığı gibi, 1789 Devrimi’nde somutlaşan bir Fransız buluşu değil; 1060 tarihli Selçuklu Devrimi’nde somutlaşan bir Türk buluşudur ve dünya çapında patenti, Tuğrul Bey’e aittir. Laikliği Fransızların icat ettiği bir uydurmadır. Fransız Devrimi’nde bile Tuğrul’un etkisi vardır. Tuğrul Bey’in devrimi yalnızca Atatürk’ün laiklik devrimine değil, Fransız Devrimi’ne de örnek olmuştur. Fransız Devrimi’nin düşünsel temellerini kuran isimlerden Fransız doğubilimci Joseph de Guignes’in de eserlerinde övgüyle Tuğrul Bey’in yaptıklarından söz ettiğini görüyoruz.
Yani Fransız Devrimi’nde Türk etkisi, Tuğrul Bey’in damgası var.”
“Laiklik kuşkusuz, yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılması değildir; akılcı ve bilimsel eğitim olmadan laiklik olamaz.
Atatürk’ün akılcı bilimsel eğitim devriminin kaynağı da Batı değil, Tuğrul Bey’in ölümünden bir kaç yıl sonra, l068’de Karahanlılar Devlet Başkanı’nın özel danışmanı olan Bilge Türk Yusuf’un Türkçe olarak yazdığı Kutadgu Bilig isimli kitaptır. Atatürk’ün eğitim öğretimde laiklik, yani akla ve bilime dayalı eğitim öğretim ilke ve devriminin kökenlerini, Atatürk Devrimleri’nden yaklaşık 850 yıl önce yazılmış bu kitapta görebiliyoruz.
Türk Karahanlı Devlet Başkanı’nın özel danışmanı Türk Bilge Yusuf, 1068-70’lerde yazdığı Kutadgu Bilig kitabında, devlet başkanına uygulamasını öğütlediği ilkeler, tümüyle akılcı bilimsel laik eğitim öğütleridir.
Yusuf’un Akılcı Bilimsel Eğitim öğütlerini, ilk basımı 2000 yılında yayımlanan İslam’da Bilimin Yükselişi kitabımda ‘Proto-Atatürkçü’ (Ön-Atatürkçü) ilkeler olarak niteledim ve Atatürk’ün akılcı bilimsel eğitim devriminin Türk Tarihi’ndeki kökü, kaynağı olarak gösterdim.
Atatürk’ün akıl ve bilimle ilgili pek çok sözü, Türk Bilgesi Yusuf’un 850 yıl önce Kutadgu Bilig’de dile getirdiği devletin akılcı bilimsel yani laik eğitime yönelmesi öğüt ve ilkesinin, yüzyıllar sonra Atatürk’te dile gelmesi, yeniden yaşama geçirilmesidir. Atatürk’ün laik akılcı bilimsel eğitim devriminin kökü, Batı’ya değil, 900 yıl önceki Türk Tarihi’ne dayanmaktadır.
Atatürk, 1930’da büyük bir bölümünü bizzat yazdığı kitaba Medeni Bilgiler (uygar bilgiler) adını vermişti; ne ilginç bir rastlantıdır ki, Yusuf’un 1070’lerde yazdığı kitaba verdiği Kutadgu Bilig adı da, günümüz dilinde kutlu uyum bilgisi, uygarlık bilgisi yani medeni bilgiler anlamına gelmektedir.”
CUMHURİYET DEVRİMİ
“Atatürk, Cumhuriyet Devrimi’ni açıklarken, kaynağı yine Selçuklu’dur. Başkent Ankara’da ilan ettiği Cumhuriyet’in kökenini de yine Batı’ya değil, 1340’larda bir Selçuklu Beyliği olan Ankara’daki Ahi Cumhuriyeti’ne dayandırmıştır. Atatürk’ün 7 Mayıs 1924 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan açıklaması şöyledir:
‘Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi (inkisamı) üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir “Ankara Cumhuriyeti”ni görmüştüm. Tarih sahifelerinin hana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hâlâ o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Türkiye’nin hemen bütün bölgelerini (menatıkını) gezdiğim ve gördüğüm için hükmettim ki, o zaman isimleri cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı kabiliyetten asla uzak değildir.
Beni, Türkiye’nin en münasip merkez Ankara olabileceğini düşünmeye sevkeden ilk vesile çok eskidir ve bilimseldir (fennidir).’
Atatürk, üzerine basa basa, ‘Cumhuriyetimizin kaynağı kendi öz tarihimizde, 1343-1354 arası Selçukluların bir beyliği, “Ankara Cumhuriyeti” vardır, işte Cumhuriyetimizin kökü budur’ diyor.”
GİYİM KUŞAM VE ŞAPKA DEVRİMİ
“Bugün çağcıl Batılı giysi denilenlerin hiç biri Batı icadı değildir. Ceket, gömlek, pantolon, binlerce yıl önce Asya’daki Türklerin giyimidir. Batı, ceket gömlek, pantolon ve fötr şapkayı, İskit dedikleri Saka Türkleri’nden görüp almıştır. İskit dedikleri Saka Türklerinin ceket, pantolon ve şapka giydiği, Yunanların ise kumaşa sarındıkları; 2500 yıl önceye tarihlenen alçak kabartmalarda, anıtlarda, resimlerde, mozaiklerde, paralarda, açıkça görülmektedir. Resimli Yunan vazolarında ve eski Yunan’dan kalma anıtlarda, ceket, pantolon, fötr şapka yoktur. Eski Roma’yı yansıtan sanat yapıtlarında ceket, pantolon, fötr şapka yoktur. Bizans mozaiklerinde ceket, pantolon, fötr şapka yoktur.
Buna karşılık, İ.Ö. 500’lere tarihlenen Issık Göl dolayında bulunmuş şimdi Rusya’da Hermitage Müzesi’nde korunmakta olan Altın Elbiseli Adam, ceketlidir, pantolonludur. Bu tüm dünyaca bilinen bir örnektir.
Pazırık’ta bulunan yine İ.Ö. 500’lere tarihlenen halıda resmedilmiş atlının giyimi de ceket pantolondur. Bu örnekler, Batı buluşu sanılan ceket, pantolon, fötr şapka gibi, giysilerin, kökeninin Asya Saka İskit Türk giyimi olduğunun yadsınamaz kanıtıdır.
Fötr şapkanın kökeni de yine Saka/İskit denilen Türklerdir. Fötr şapka denilen, kökende Kırgız Başlığı’dır. Görüntüler bunu kanıtlamaktadır.
1000 yıl önceki Batı sanat yapıtlarının hiç birinde fötr şapka görülmeyişi, daha sonra tek tük görülen ilk fötr şapkaların da tam Kırgız Başlığı biçiminde oluşu, savımızın kanıtıdır. Örnek, Fransa Kralı XI. Louise’in başlığının Kırgız modeli olduğu apaçık ortadadır.
Atatürk fes yerine fötr şapka yerleştirirken, bu şapkanın Türk
kökenlerini vurgulamış ve 1923 Ocak Şubat Eskişehir-İzmit konuşmalarında “Buhara’da, İran’da, Afgan’da şapka giyerler ve şapka ile namazlarını kılarlar” tümcesini kullanmıştır.
Buhara Türk başlığını örnek göstermiş; Türk Tarihi’ne gelenek ve göreneklerine dayandığını vurgulamıştır. Kadın giyimiyle ilgili konuşmalarında da yine, geleneksel Türkmen kadını giyimini örnek vermiştir.”
YAZI VE DİL DEVRİMİ
“Türkler, Arap yazısı kökenli yazıdan önce, Orhun ya da Göktürk Abecesi diye adlandırılan yazıyı kullanmışlardı. Bu yazının İ.Ö. 700’lerin Etrüsk yazısıyla benzeştiği, çok bilinen, çok dile getirilmiş bir olgudur. Ancak ben, 1994’te yayımlanan “Dil ve Din” adlı kitabımda, Orhun/Göktürk denilen yazıdaki damgaların, Etrüsk’ten 3000 yıl daha eski, Sümer Uygarlığı’yla bağlarını somut olarak gösterdim. Kitabımın ilgili sayfalarındaki görüntüleri karşılaştırınca; bu açıkça anlaşılmaktadır. Yazı Devrimi’nin gerekçeleri, nedenleri, sonuçlarını da bu kitabımda ayrıntılı olarak inceledim. Ancak Arap kökenli yazının bırakılıp, Latin kökenli Türk Yazısı’na geçilmesi, Latin yazısının Asyalı kökleri bilindiğinde, yazı devriminin Türkün bir cebinden çıkanın öteki cebine girmesi gibi bir olay olduğu görülecektir.
Dil Devrimi’nin nedenlerini ve sonuçlarını, 1994’te yayımlanan “Dil ve Din” kitabımda ayrıntılarıyla işledim. Bu devrimin kaynağı da yine bir Selçuklu/Türk; Karamanoğlu Mehmet Bey’dir.
Atatürk, 1270’lerde Selçuklu Türk Karamanoğlu Mehmet Bey’in, “Bundan böyle her yerde Türkçe konuşulacak” buyruğunu yüzyıllar sonra yaşama geçirmiştir. Dil Devrimi Batı öykünmesi değil, kökü Türk tarihinde olan bir devrimdir.”
YURTTAŞLIK DEVRİMİ
“Atatürk, 1919’dan başlayarak, bütün konuşmalarında, ırk ayrımından uzak durmuş; bütün Türkiye halkını “özkardeşler” olarak nitelemiştir. Bunu Bütün Dünya Dergisi’nde yayımlanan, “Kandaşlık, Dindaşlık, Yurttaşlık” başlıklı yazımda ve diğer yazılarımda, örneklerle anlattım. Atatürk’ün ırkçı olmadığı apaçık ortadadır.
Pek çok yazar, Atatürk’ün ırka değil kültür birliğine önem verdiğini, 80 yıldır döne döne vurgulamıştır. Atatürk’ün ırkçı olmadığını söylemek yeni bir şey söylemek değildir. Atatürk’ün ırkçı olmayışı, kendini ayrı ırktan olarak tanımlayanları bile özkardeş, yurttaş sayan tutumu, Türk Tarihi’ne dayanmaktadır.
İskit/Saka Türkleri, aşiret toplumundan yurttaş toplumuna geçişi sağlayan “Varsayımsal Kandaşlık” kurumunu icat etmişlerdir.
Bu uygulamanın adı, kısaca “kankardeşliği”dir; “Antlı İçreklik” kurumudur. Bu yöntemle, başka ırktan insanlar, kanlarını bir kupaya damlatıp karıştırıp içerek, o andan itibaren ırk ayrımı gütmüyor, birbirlerini kandaş, soydaş sayarak, kaynaşıyorlardı.
Atatürk’ün, 1932 yılında Diyarbekir gazetesinde, ırk soy ayrımcılığına karşı demeci şöyledir: ‘Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.’
Atatürk, Türk için belli bir antropolojik tanım yapılamayacağını, sarı saçlı mavi gözlü Türk olduğu gibi kara kaşlı kara gözlü Türk de bulunacağını, bunun. Türklerin dünyanın her yerine dağılıp o yöre yerlileriyle karışmış olmasından kaynaklandığını, tasada ve kıvançta ortak olmanın ulus oluşturmak için en önemli öge olduğunu vurgulamıştır.
Atatürk’ün yaptığı devrimlerin gerçekten de Türk tarihinde öncülleri, kökenleri, kaynakları ve bilinci vardır. Atatürk hiç bir devrimi yoktan var etmemiştir. Kendi tarihimizden esinlenmiştir, beslenmiştir; bu onun değerini küçültmez, tam tersine diyebiliriz ki, Atatürk, yaşadığı dönemde, Türk tarihinin gerçek anlamda tarih bilinci taşıyan tek lideriydi.
Türkiye ve dünya, bugün hala yaptıklarını konuşuyor. Bizler de onu yaptıklarını her gün daha büyük bir ilgiyle irdelemeyi, anlamayı sürdüreceğiz.”