Bir coğrafya düşünün ki; yüz yıldır hiç suların durulmadığı…insan kanının oluk gibi aktığı…insan hayatının bir tavuk canı kadar değerinin olmadığı…bir damla kanın bir damla petrol etmediği…yüz yıldır kan, göz yaşı ve kaosun hakim olduğu… Ortadoğu; dünyanın göbeği, kutsal kitaplara ve söylencelere göre ilk insanın medeniyetler kurduğu, semavi dinlerin merkezi, çıkış noktası… Tek bir Tanrıya inandığını söyleyen ama aynı Tanrı adına 5 bin yıldır kan akıtan insanların coğrafyası. Camideki Ezanın kilise çanlarına, Musevi ilahilerine karıştığı topraklar. Bu topraklar üzerindeki insanların kanına ekmek doğrayan yeni projeler…
Meşhur BOP yani Bölünmüş Ortadoğu Projesi son sürat devam ederken, Ortadoğu kan gölüne dönmüş, milyonlarca insan sefil ve perişan aç biilaç vatanlarından olurken, taşeron örgütler İslam coğrafyasında tozu dumana katarken Bölünmüş Ortadoğu Projesinin detaylarını araştırırken; yaşadığı çağa değil, gelecek yüzyıllara bile ışık tutan Atatürk acaba Ortadoğu hakkında neler düşünüyordu diye düşünmeden edemiyor insan. Atatürk zamanının tanıklarının hikayelerini okumak, Türkiye Cumhuriyetinin o günün şartlarında izlediği Ortadoğu siyasetini incelemek için kaynaklarımı karıştırmaya başladım. Gördüm ki, bizden özellikle bazı şeyler saklanmış, gösterilmemiş. Sanki Atatürk sadece Türkiye ve batı ile alakadar olmuş ve hiçbir şekilde Müslüman ülkelerle ilgilenmemiş. Hoş, o günkü şartlarda kaç Müslüman ülke bağımsızdı ki? Ama kazın ayağı öyle değil işte!
Atatürk; Ortadoğu olarak adlandırılan uydurma İngiliz teriminin kapsadığı coğrafyada Türkiye’nin var olabilmesi için emperyalistlerin buradan çıkıp gitmesi ve bu bölge halklarının kendi kaderlerini tayin etmesi gerektiğini bilen bir liderdi. Çünkü gerek bölge ülkelerinin ve gerekse Türkiye’nin birinci paylaşım savaşında uğradıkları zararın ve açılan yaraların ancak kendi imkanları ile kapanacağını, orada bulunan emperyalistler için insan hayatının hiçbir öneminin olmadığını görüyordu. Ortadoğu ülkelerinin geleceklerini emperyalistlerin insafına bırakmanın hayalcilik olduğunu bilen Atatürk için Ortadoğu kaynayan bir cadı kazanıdır. Emperyalistlerin buradan kendi rızaları ile çekilmeyeceği de aşikardır. “Fransızların, Suriye ve Lübnan'a öyle kolay kolay istiklâl vereceklerinden emin değilim; binaenaleyh biz, hareketimizi onlara da teşmil ederek, kısa yoldan gerek Suriye ve gerekse Lübnan'a özledikleri istiklâllerini temin edebiliriz.'' (1) diyerek bu ülkelerin halklarının Türk İstiklal mücadelesinden örnek almalarını sağlamak gerektiğini belirtmektedir.
Irak ve Suriye delegasyonu daha Türk İstiklal Savaşı devam ederken Gazi Mustafa Kemal Paşaya gelerek, TBMM ordularının yaptığı ulusal savaşta kendilerine de yardım etmesini istemişlerdir. Buna Gazi’nin cevabı aynen şu şekildedir; “Gücümüz ancak kendimizi kurtarmaya yetecek kadardır; siz de bizim yaptığımızı yapıp, bağımsızlığınızı elde ediniz; bilâhare, Federasyon mu olur, Konfederasyon mu olur, bir örgütte birleşiriz.”(2) Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı uyanık olmaları gerektiğini, parçalı siyasetin bu halkların esareti ve mahvolması demek olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Özellikle İngiliz ve Fransız işgal güçlerinin Irak ve Suriye’de halka ettikleri zulüm Türk toplumunda da rahatsızlık yaratmıştır. Çok değil 15-20 yıl önce birlikte yaşadıkları komşularının, soydaşlarının yaşadıkları elbette Türk halkını da, hükümetini de rahatsız edecektir.
Atatürk Osmanlı’nın enkazı üzerinde kalan ülkelerin bir şekilde istiklallerine kavuşarak birlikte hareket etmelerini, tekrar bir imparatorluktan ziyade federasyon veya konfederasyon şekliyle bir araya gelmelerini arzulamıştır. Ona göre bu coğrafyada başka türlü barış gelmesi imkansızdır. Ayrıca dün birlikte yaşayan Türk ve diğer unsurların yine bir ve beraber olmamaları için bir neden yoktur.
''…ben bu işi yaparken emindim ki, asırlardan beri beraber yaşamış, dindaşlık yapmış insanlar, ayrılamazlar. Yalnız imparatorluğun yarattığı birtakım su-i tefehhümlerin (kötü anlayışların) unutulabilmesi; ve nihayet, beraber yaşamış bu insanların birbirini anlayabilmesi için, muayyen bir zaman geçmesi lâzımdı. (…) fakat bu hakiki güneşin doğduğu günü anlamak için, biz ve dostlarımız, güneşi saymayanların haksız tazyiklerinden mülhem olmak için, daha fazla beklememeliyiz…'' (Suriye Dışişleri Bakanı ile konuşması)(3)
Ortadoğu ülkelerinin kurtuluşa erebilmesi, halkların huzurlu, bağımsız ve müreffeh olabilmesi için ancak ve ancak milli uyanış ile mümkün olabilecektir. Asıl sıkıntılı mesele ise kazanılan bağımsızlığın korunması ve sürdürülebilmesidir. Kukla hükümetler ile bunun olamayacağı aşikardır. Dünün galiplerinin buna müsaade etmeyecekleri de yadsınmaz bir gerçektir. Cetvelle çizilen sınırların ne kadar sağlam olacağı, kin ve nefret üzerine inşa edilen hükümetlerin ne kadar adil olacakları, sözde parlamentoların ne kadar demokrat olacakları, silah zoru ile birbiriyle yaşamak zorunda bırakılan düşman mezhep yada kabilelerin ne kadar kardeşçe yaşayacakları, siyaset biliminden anlamayan insanlar için bile tahmin edilemeyecek şeyler değildi. Mustafa Kemal Paşa bu nedenle istiklalini kazanan Ortadoğu ülkelerinin Türkiye ile birleşmesini açık bir biçimde teklif etmiştir.
Özellikle kutsal beldelerin yabancı asker çizmesi altında bırakılması gerek Mustafa Kemal Paşa ve gerekse genç Türkiye Cumhuriyetinin idarecileri için onur meselesi olmuş, Ankara mukaddes beldelerin esaretine izin vermeyeceğini dünyaya ilan etmiştir.
“Arapların, Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kafi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. (…) Peygamber’in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin (dedelerimizin), Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam aleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.” (4)
Atatürk İslam aleminin birleşmesi için azami gayret sarf etmiştir. Bu amaçla kurulan Sadabat Paktı çok güzel bir örnektir. (5)
Yukarıda anlatılanlardan sanılmasın ki Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetinin hedefleri yeniden Osmanlıyı diriltmek, yeniden imparatorluk kurmaktı. Asla!…bilakis Atatürk’ün yegane isteği ezilen ve sömürülen İslam Coğrafyasını bir bayrak altında olmasa bile müstakil ve müttefik hükümetler şekli ile görmek, ezilen ve sömürülen İslam aleminin Türkiye'nin açtığı istiklal yolunda ilerlemesini, Müslüman halkın yüzyılların bağnazlığı ile karanlığa gömülmekten ziyade Türk Devrimini örnek alarak kalkınmasıdır. Bunun ne kadar gerçekleştiği konusuna gelince; büyük önderin 10 Kasım 1938 de ki ölümünden sonra Türk Dış Politikasının hangi mecralardan geçtiğine bakmak yeterli olacaktır.
Emperyalistlerin Ortadoğu ve İslam coğrafyasından ellerini çekmeleri ancak tek damla petrol kalmayınca mümkündür. O halde yapılacak tek şey; Fas’tan Bangladeş’e kadar İslam ülkelerinin ortak bir akılda birleşmeleridir. Bu yapıldığı taktirde emperyalizmin “Böl. Parçala ve yut!” ideolojisi bu coğrafyada uygulanamaz hale gelecektir. Son yüzyılda ne hikmetse ağıtlar hep Ortadoğu halklarının diliyle yapılırken, kahkahalar İbranice, İngilizce, Almanca ve Fransızca atılmaktadır!
Türkiye terk ettiği 1938 politikasına acilen dönmek zorundadır. Yoksa bu coğrafyada ne akan kan, ne yakılan ağıtlar durmayacaktır! Bu gün emperyalistlerin dayattığı Bölünmüş Ortadoğu Projesinin (BOP) tek ilacı Birleşik Ortadoğu Projesidir! Bunun için mevcut yönetimlerin hepsinin de ortak akılda buluşması şarttır! Yoksa bu coğrafyada ne akan kan, ne de göz yaşı durmayacaktır.
Kudret Harmanda / edebiyatgazetesi
DİP NOTLAR:
1-Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar
2-Sadi Borak , 'Gizli Oturumlarda Atatürk'ün Konuşmaları', Çağdaş Yayınlar, 1977
3–Hasan Rıza Soyak, 'Atatürk'ten Hatıralar
4-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi-1937 (Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü)
5-8 Temmuz 1937 İran –Tahran (Türkiye, Irak, İran, Afganistan arasında imzalanmıştır.)