VARLIĞIN YOKLUĞA TERCİH EDİLMESİ

Arz’dan Arş’a Miraç 3 – ONBEŞİNCİ BÖLÜM

İLERİ BİLGİLER – 61 VARLIĞIN YOKLUĞA TERCİH EDİLMESİ

Big Bang neden oluştu?

Varlık yokluğa göre neden mevcuttur?

Bunlar kozmolojinin en önemli sorulandır. Cevabını Wilczek buldu.

Wilczek teorisini “Büyük birleştirme teoremleri”ne cevap verdiğine inandığı “ŞİŞKİNLİK teoremi” için geliştirdi. Fakat bu “Şişkinlik teoremi” terk edildikten sonra da Wilczek’in önermesi gerçeklendi.

Şişme teorisinin bir diğer tutarlılığı da evrende niçin toplam 10^80 tane parçacık olduğunu açıklamasıydı ve bu da evrende anti-maddeyi reddeden görüşün canına minnetti. Çünkü Wilczek, “Parçacıkları oluşturan enerjinin nereden geldiğini” bularak şişkinlik teorisinin 4 yıl tedavülde kalmasını sağlamıştı.

Önce evrenin toplam enerjisinin “SIFIR” olduğu W. de SİTTER’in “Madde içermeyen, saf enerjisi olan, hiçbir maddî parçacığı olmayan, dümdüz ve sınırsız uzay modelini” seçti. Hiç madde barındırmayan bir evrenin (Big-Bang ile) bu evrene niçin tercih edildiğini, yâni (Enerjinin hesaplanabilir bir nicelik olduğundan) “Parçacıkları oluşturan enerjinin nereden geldiğini, Big Bang’in niçin olduğunu” cevaplamaya koyuldu.

Sitter’in “Saf enerjiden oluşmuş” modeli ile evrenin “Şimdiki maddeden oluşmuş” yapısı arasında (O enerjiden bir kısmının maddeleşmesiyle ortaya çıkmış bu maddî evrenin) başlıca farkını Wilczek iyice belirledi:

Birbirine yakın duran iki maddî cismin birbirlerine uzak olduklarından daha az enerjileri vardır. (Yakın olanları birbirinden zor ayırırız, enerji vermeden ayıramayız.)

Bu da gösteriyordu ki, bir çekim alanının kendi (negatif diyebileceğimiz) bir enerjisi vardır. Bu enerji ile maddenin kendi (pozitif enerjisi) birbirini giderdiğinden, toplam evren enerjimiz şimdi “sıfırdır” diyoruz. Şişkinlik teoremi, Big Bang teoreminden farklı ola-rok “Madde üretebilmeye” izin veriyordu.

Sıfırın kendisiyle çarpımı yine sıfırdır. Dolayısıyla negatif enerji kendi kendini çoğaltamaz ama pozitif enerji (Enerjinin korunması ilkesine ters düşmeden) şişkinlik teoreminde kendini katlar ve niceliğini artırır. Aynı anda negatif enerjiyi de katlayarak çoğaltır. Bu ikisi, birbirini sürekli sıfırlayarak, sayılarını artırır.

Evren genişledikçe maddenin seyrelmesi nedeniyle bu durum şimdiki evrene göre mümkün değildir. Ama birden şişme olduysa, süper soğutulmuş bir evrende, genişleme hâlinde bile enerji yoğunluğu sabit kaldığından, genişleme oranında madde ve çekim enerjileri (Pozitif -negatif enerji ikilisi de sayıca katlanır. Böylece Hoyle’un sürekli yaratılan madde savı da doğrulanırdı. Ama ne var ki, “Şişkinlik modelleri” bırakılınca, bu varsayım geçersiz kalmıştır.

Fakat Wilczek’in teorisi bize çok önemli bir şeyi ispat etmiştir. Varlık durumundaki enerji miktarı, yokluk durumundaki enerji miktarına oranla daha az olduğunda, termodinamik ısı dengelemesi (Doğa sistemlerinin en yoğun enerji düzeyinden, en düşük enerji durumuna hareket etmesi ilkesi) uyarınca, boşluk denen saf enerji vakumu, kendiliğinden kararsız olup, saf enerjisinden madde üretecektir. Böylece saf enerji durumundaki boşluk (De Sitter uzayı) Big-Bang’i oluşturmuştur.

Bunu en yalın şöyle anlatabiliriz: Saf enerji ile saf madde arasında, termodinamik tek yönlü bir gidiş vardır. Çünkü salt enerjinin olduğu bir “Varlığın” henüz maddenin “Yokluğu” durumundaki enerji niceliğini ölçümleyebilirsek, “Maddenin var olduğu VARLIK” durumundaki enerji niceliğiyle farkın: kıyaslayabiliriz.

Madde, bağ enerjisi (Pozitif enerji) ile çekim enerjisine (Negatif enerji) gerek duymaktadır. Enerjiyi maddeye dönüşmediği sürece, bağ enerjisi ve çekim enerjisi toplamıyla “Maddesiz bir evrende” (De Sitter’in içinde madde olmayan dümdüz uzayında) düşünebiliriz.

Varlık durumundaki enerji miktarı, yokluk durumundaki enerji miktarından daha az olduğunda, ısı farkını kapatmak üzere hareket ettiğinde, saf enerjili Sitter uzayında kararsız ve hemen bozulmaya hazır bekleyen statik enerji dalgalanacak ve kendiliğinden madde üretmek üzere “Big Bang” patlaması yapacaktır.

Wilczek’in açıklaması, ardından yeni bir soru getiriyordu:

“Varlığın yokluğa tercih edilmesini açıkladınız da, bu saf enerji Sitter’in uzayına nereden geldi? O enerji oraya nasıl geldi?”

Bilim, “Nereden ve nasıl” sorularına cevap aramaya can atar. Ama “Onu oraya KİM getirdi?” sorusunun sorulmasını sevmez. Çünkü “resmî bilim” ALLAH’ı dışarlamak için elinden geleni yapmaktadır. Bunun biz müminlere büyük yararı vardır. Çünkü kâinat Allah’ı hem gizler hem gösterir. Onların gizlemeye çalıştığı bize görünen olur. Soru ilerledikçe ALLAH’a yakınlaşılır. “Enerjiyi oraya ne getirdi, nereden getirdi, nasıl getirdi?”

Yeni cevap arayışlar sonucunda “Sürekli yaratılıp yok olan ve yeniden yaratılan evren” modeli (Pulsatif evren) geliştirilmişti. Daha sonra “Paralel evrenler” gündeme gelince, bu enerjinin “Paralel ‘bir uzaydan geldiği” ya da “Yaradılıştan (Big Bang) çok az önce çöken bizden önceki bir evrenin kozmik karadeliğine çökerek, tünelin ucundan bize fırlattığı enerjidir” diyeceğiz. Bu da yeni soru fakat aynı sorudur.

“Pekiyi, o enerji oraya nereden geldi?”

Cevap: “Süper Uzay’dan ya da Sonsuz özünlü ener-fiden…” Yine aynı soruyu soracağız: “Süper uzayın nûr’u nereden geldi?” Hyper uzaydan (Mutlak misâl âleminden)… “Ya oraya?”

Böyle sora sora ateist bilim adamları ancak milyon yılda Arş’a dayanacaklardır.

Bir soru daha: Niçin “Varlık” yokluğa tercih edilmiştir? Varlık ve yokluk birbirine özdeştir, ebedi dengededir. Eğer, bunun üzerine bir TEKİLLİK (Tanrı, Allah) rey hakkı kullanmazsa, yaratılamazdık. Ama Allah (Hallak, mütekevvin) “OL!” iradesini buyurmuştur. İşte sözünü ettiğimiz TEKİLLİK=ALLAH’ın Ehad oluşunun sembolik kendisidir. Üstelik bu tekilliklerin KAÇINILMAZ olduğunu Fiziko-matematik ispat ile HAWKİNG-PENROSE ikilisi ortaya koymuşlar, YARATILDIĞIMIZI bilim tarihinde ilk kez ispatlamışlardır.

Sonuçta nasıl ki karadelikler bizi yutacaksa, sonun en başındaki yaratılış ptlaması sırasında da bu karadelikler yaratılmış ve bizi üretmişlerdir. Tıpkı ENBİYA-104. âyette olduğu üzere biz “İADE” edilmiş, ALLAH”a RÜCÛ ile ÇEVRİLMİŞ oluyoruz. Yine aynı mantıkla bizler söz konusu âyet gereği, “YENİDEN BİR BAŞKA ÂLEMDE” tekil olarak, tekillikli (Ehaddiyet, Vahdaniyet) yaratan tarafından aynen iade edilecek ve mahşeri müşahede edeceğiz.

Elbette, şimdiki resmi bilim “Big Bang”in yâni Hubble’un tepe noktası arkasına geçememektedir. Bunu sadece Kur’an’a gönül veren bilim adamları becerebil-mekte ve ateistleri kesin yenilgiye uğratmaktadırlar. Bu konuda “Yarı câhil” (Yâni tam entel) bilim adamlarını ve o doğrultudaki yayınlarını izleyerek bir şey elde edemeyiz.

Ama gerçek ENTELLEKTÜEL bilim adamlarını izleyerek, yaratılışın bütün safhalarını, nereden nereye geldiğimizi izleyebilirsiniz sevgideğer okurlar… Yarım aydınlık bilimciler, daha bunlara akıl erdirmeye çalışırken, onların tamamen üstüne çıkmış mü’min bilim adamları (Örneğin Zig-Zag öğretisi mensupları) dini hiç karıştırmadan salt bilimle YARATILDIĞIMIZI ve TEKİLLİĞİ (Allah’ın Ehâd-Vâhid oluşunu) bulmuşlardır.

Bizi, “ALLAH tekilliği” var ettiği için yaratıldık. Evren bizden önce süper uzayda (Misâl âleminde) beklemekteydi. Ama bizim bir öncemiz (Çünkü süper uzayda zaman yoktur), ezelî bir varlığımız yoktur. Bizler, “Niçin yaratıldığımızı değil; NASIL yaratıldığımızı soruşturmaya yetkiliyiz.

Bilim adamlarının (aslında bir lâubalilik olmayan) ünlü bir vecizesi vardır: “Tanrı’nın ne düşündüğünü anlamaya çalışıyoruz.” Zaten bu, “Tahkiki îmân” nedenidir. ALLAH Kur’an’ına başvuran mü’min bir bilgin, (Allah’ın kelâmı ve bilginlere özel bir dili de olan) Kur’an ile konuşabilir: Biliyoruz ki Allah varlıkların tamamını “ANCAK KULLUK İÇİN YARATMIŞTIR.” Kulluk kavramının 7777 anlamı vardır. “Âbit” diye gecen kulluk nedir? İbadet mi? (Cennet’te ve Cehennem’de ibadet yoktur) Âbit = Kulluk, yaratılışın limitidir, tabanıdır, üç aşamanın ilki âbit, ibadet edendir.

Arif irfanı, marifeti olandır. Âlim ilmi olandır. Kulluğun başlıca şartı Allah’tan korkmaktır, işte bu kulluk idrakinin ve eyleminin en yücesidir. Bunun altında-Arif, irfanı olandır. O korkuyu öz tanır ama zaman zaman hisseder. “Âbit ise taklitçidir. Korkuyu hakkıyla ne bilir, ne hisseder! Çünkü TAKLİDİ İMAN, TAHKİKİ İMANDAN ÇOK FARKLIDIR. Allah’a kulluk, bu üç grup için ayrı ayrıdır, farklıdır.

“Evren” de bir yaratıktır. Dolayısıyla evren kulluk mekânıdır. Evrende sadece mekân olsun diye yaşayanla, evrenin “Neliğini anlayan arasında üç türlü mecazî evren vardır. Âbit evreni, arif evreni ve âlim evreni!.. Bu üç evrenin birbiriyle hiç ilgisi yoktur ve çok az benzerler birbirine… Balığın karaya vurması gibi. Tıpkı bir denizaltı ile karaya çıkıp, başka bir evrenle karşılaşan bir insan gibi… Daha sonra karada otomobili ile gezen insanı, roketle uzaya çıkarmak, farklı farklıdır. “Deniz seviyesi altında, deniz seviyesinde ve deniz seviyesinden yukarıda” olmak üzere evren düzeyleri vardır. Aşağısı “Ashabı mahlûk” ortası “Ashabı Kehf” ve üst boyutu (denizden yüksek olan ise) “Ashabı Rakîm”dir.

Buna şöyle de diyebiliriz: ilminiz dünyayı kavrıyorsa siz ARZ düzeyindesinizdir. İlminiz SEMA’yı kavrıyorsa (Evrensel ise), siz o düzeydesiniz. Rabbimiz yer ve gök ile “İKİSİ ARASINDAKİLERİN RABBİ” olduğundan, arifler de ayağı yerde, gözleri gökte olanlardır.

Bunun için Allah’ın niçin yarattığını değil; nasıl yarattığını cevaplandırmak isteriz. Bunun için Kur’an’ın anlaşılması yeterlidir. Allah bizleri yarattığını söylemiştir ve bunun böyle olduğunu bilim de bildirmiştir. Kıyamete inanmamız gerektiğini Allah bildirmiştir. Bilim onun da olacağını göstermiştir. Ayrıca bulmuştuk, ispatlamıştık işte Big Bang kuramı, işte Hawking ve Penrose gibi fizikçi-matematikçilerimizin “Evrenin başındaki TEKİLLİK“leri ve yaratılışın Enbiya-104 ile tıpatıp uyuşan Karadeliklerden türeyen biçimi… Karadelik kıyametleri…

Hans von Aiberg, 1989
bigbang-inflation

Yorumlar