“Bu söyleşmemizi siz kullarıma DOĞUMDA unutturacağım; son nefeste hatırlatacağım! Sizi yeniden BURAYA alacağım. Ve sorunun yanıtını SİZLER bileceksiniz.”
Sonra günün birinde bir çocuk doğdu. Adı Resul veya Murat önemli değil! Erişkin oldu, Hans’ı tanıdı! O’na düşman oldu. Ona ateş etti! Kurşunu öğrenmişti, düşmanlığı biliyordu.
Kendi adını da biliyordu, öldüreceği kişinin de adını.. ve ÖLDÜRMEK fiilini de biliyordu, öğrenmişti artık moron katil!
Ama Rabbine söz verdiği ve unuttuğu sınav meydanını bilmiyordu.
<> 7-Araf/172: Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karsı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) onlar: “Evet (Rabbimizsin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
UNUTTURULMUŞTU ilk nefeste ve hatırlatıldı Moron’a son nefeste.
Ve herkesin son nefesini verdiği gün yeniden “SINAV” sözümüzü hatırlayacağız.
Artık moronlar öyle saf saf masum masum “Hans kim, öldürmek ne?” falan diye sormayacaklar. Artık BİLİYOR olacaklar! “Eyvah bizlere” diyecekler. Biz KAABİL gibi Habil (Hans) kardeşimizi öldürmüşüz.
Ve NEDEN ile sonuç yeniden birleşmiş oldu.
Pekiyi bu nasıl oldu?
1. Bizler Kalu bela’da söz verdik.
2. Secde ettik ve O SECDE’de kaldık…
3. Bir RÜYA gördük: Sanki 80 yıl yaşamışız ve Hans’ı öldürmüşüz. O rüya bir kaç saliseydi, birden secdeden başımızı kaldırdık ki, HERKES -ama herkes- MAHŞER MEYDANINDAYMIŞIZ. Secdeden başımızı kaldırdığımızda, zaten MEZARIMIZDAN KIYAMa kalkmış oluyoruz. Veya KIYAMET’e…
İşte bize göre bir kaç salisede yaşadığımız TÜM EVRENİN yüzmilyaryıllık öyküsü… NEDEN=SONUÇ olduğunda İKİSİ AYNI ŞEY OLDUĞUNDA bize gösterilen rüyanın (saliselik bir olay) DÜNYA HAYATIMIZ olduğunu anlayacağız. Ve gerçekten bir rüya görmüşüz… diyeceğiz.
Demek ki SABIR’ı anlatırken şu üç vitese bakmalıyız:
1. SABRIN OLMADIĞI YER=Kalu bela,
2. Sabrın OLDUĞU YER=Yalancı dünya,
3. HER İKİSİNİN DE OLDUĞU YER=Ahırette dirilişten itibaren REEL YAŞAM (artık hologram yok!!!! Rüya, hülya yok).
Birincide SABIRA gerek yoktu: çünkü ZAMAN AKMIYORDU, yani sabırsızlanmak için zamanın akıp geçmesi, sizin sıkılmanız falan gerekir.
İkincide ise SABIRA gerek var: ÇÜNKÜ Neden ve Sonuç iki uzak uca yayıldı. Ruh derken Takyon düzeyindedir. Yani ışıktan hızlısınız! Enerji derken (ışık hızındasınız) ve hele hele MADDE derken ışıktan yavaş mı yavaş bu HIZDASINIZ!!! Yani artık NEDEN ve sonuç diye iki ucunuz oluştu. (imtihanı bu sayede veriyoruz.) Zaman denen boyut kondu ve saat dendi, tiktaklar başladı. İşte neden ve sonuç arasındaki mesafeye SABIR deniyor.
Önce Allah’ın SABRINI (Es Sabur oluşunu) irdeleyelim:
Allah’ın neden ucu yok >>> AMA EL EWWEL diye bir adı var.
Allah’ın sonuç ucu yok >>>> Ama Muahhar (Ahir her şeyin en sonuncusu) ismi var.
Allah daim/devamlı, Ezeli (Eksi sonsuz uç), Ebedi (Artı sonsuz uç). Ve iki sonsuzluk arasında BAKİ (beka=Kalıcılık).
Saydığım tüm bu esmaları toplayınız ve = (eşittir) dedikten sonra şu ismi yazınız: ES SABUR! Yani inanılmaz bir sabır. Ezel denen, El Evvel denen, NEDEN öncesi neden ucu -pardon uçsuzluğu- ve Ebed denen Muahhar denen SONUÇ sonrası sonuç ucu -uçsuzluğu-.
Demek ki Rabbimiz SABIRLAR SABRIDIR.
Bizim bir kaç saliselik KOCA(!) hayatımızda ise sabırsızlık var: Allah sabrı tavsiye edip, sabırlı olanın yanında olacağını beyan ediyor.
Sabrın sosyal ve psikolojik açılımına girmeyelim, bize gerekli olan, ayetteki BİLİMSEL açılımları… Önce (neden) ÇİÇEĞE su verirsiniz! Sonra (Sonuç) toprak o suyu çeker! Verildiği anda çekmez! İlla ki bir İNTİKAL süreci vardır. Yani bekleyeceksiniz=SABREDECEKSİNİZ -ki- toprak suyu emsin bitkinin köklerine versin, oradan da özsu örneği çiçeğe hayat versin!
“70-Mearic/19: İşin gereği şu ki insan; aceleci, hırslı, sabırsız, tahammülsüz yaratılmıştır” ayetindeki gibi, biz istiyoruz ki NEDEN=SONUÇ olsun, aynı anda olsun!
Demek ki Sabırsızlık=ACELECİLİK! Bir an önce istemek tutkusu=HIRS. Toprağın suyu emmesini, fidanın ağaç olmasını bekleyememezlik ise SABIRSIZLIK! Ve sabırsız olan herkes kaçınılmaz biçimde dirençsizdir, beklemeye tahammülü yoktur. Ben çekirdeği ekmeliyim, sabretmeliyim, o ağaç olmalı ve bana meyveler vermeli…
Ama bu NEFSİN işi değil! Çünkü bir kaç saliselik ŞU ÖMRÜMÜZDE bir kaç salise bile SABREDEMİYORUZ.
Oysa Allah ES SABUR’dur. Aniden ve Kıskıvrak bizi YAKALAMIŞ, işimizi bitirmiştir. (Neden=Sonuç olduğu için o takvimde, kıyamet kopmuştur bile…) Allah için bir kaç saliselik sabır “İŞİ BİTİRDİK” diye verilmiştir.
Bir örnek verelim: Yecüc Mecüc ile ilgili ayetleri yazar mısınız? (İki ayet var zaten)
<> 18-Kehf/94: Dediler ki: “Ey Zu’l-Karneyn, gerçekten Ye’cüc ve Me’cüc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?”
<> 21-Enbiya/96: Ye’cuc ve Me’cuc’ün önü açıldığı zaman onlar, her tepeden akın ederler.
<> 21-Enbiya/97: Hak olan vaat yaklaşmıştır. İnkar edenlerin gözleri birden donup kalmıştır. “Vay başımıza! Biz bundan gafil bulunuyorduk. Hayır, biz zalimlerdik.” derler.
<> 21-Enbiya/98: Siz ve Allah’ın berisinden, kulluk/kölelik ettikleriniz, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz.
Kehf’deki olayı anlatmanızı kastetmiştim. Oradaki ayetleri anımsayınız. Kehf suresi, yani Yecüc Mecüc seddinin NASIL yıkılacağı?
<> 18-Kehf/99: O gün onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sura da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır.
Evet bu! Dikkat ediniz: “O gün DÜNYADALAR” ama ANINDA AYET öteye geçiyor. “Sura da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır”. İşte Allah için geçen süre budur. Bir de “Kötülüğe süre tanı… Onlara mühlet ver…” söylemindeki bir iki ayeti yazalım.
<> 3-Ali İmran/178: İnkar edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
<> 86-Tarık/15: Onlar ha bire tuzak kuruyorlar/oyun çeviriyorlar.
<> 86-Tarık/16: Ben de tuzak kuruyorum.
<> 86-Tarık/17: O halde, o küfre batmışlara mühlet ver, süre tanı onlara birazcık…
Şimdi bu ayetlerin ÖZÜNÜ açalım: Ayet ayeti açıkladığından ÖZÜNÜ/ortak paydasını açalım: bu saydığınız ayetlerin ORTAK PAYDASI ŞUDUR: “Görmüyorlar mı? Allah’ın kazası inip duruyor”. Bu da ayettir.
“Allah’ın RIZKI ve bunun yanında KAZASI GÖKTEN iner!” Ayeti bulursanız çok önemli bir SABIR konusuna gireceğiz. “Allah’ın kazası İNİYOR”
KADER’i biliyoruz: bizim hangi coğrafyada, hangi tarihte doğacağımız, genlerimizi kimden alacağımız, sayılı nefesimiz ve rızkımız TOPTAN veriliyor. Buna kader deniyor. Bu TOPTAN rezervimiz ve coğrafik, tarihsel konumumuz.
Eğer NEDEN=SONUÇ aynı anda aynı yerde olsaydı, bize bir defada örneğin 300 ton et verilirdi ve biz bunu bir ÖĞÜNDE bitirirdik.
Ama neden ve sonuç ayrıştığı için, KADER olan bu rezervimiz/rızkımız bize bir defada değil; GÜNDE ÜÇ ÖĞÜN halinde i n d i r i l i y o r !
<> 15-Hicr/21: Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir ölçüde/bir kaderle indiririz.
<> 40-Mümin/13: O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah’a) yönelenden başkası öğüt alıp düşünmez.
İşte TOPTAN olanın “Perakende” bize indirilmesine KADERİN kaza edilmesi diyoruz. Rızkımız bellidir ve toptan depoda durmaktadır. Bunu ZAMAN içinde öğün öğün bize veren REZZAK, kaderimizdeki o toptan rızkı gün be gün parça parça vermektedir. Alacağımız nefes bellidir: diyelim ki yüzmilyar metreküp olsun! İşte bunu bir kerede değil; son nefesimize kadar, nefes nefes KAZA etmektedir.
Sayılı nefes bitince de… Ölüm kaçınılmaz oluyor.
Hans von Aiberg, 07 kasım 2001, chat 165ten derleme
Not-1: <> ile başlayan satırlar sayın Aiberge ait değildir, sohbet/chat esnasında onunla konuşan diğer kişilere aittir. [] ile başlayan satırlar ve [ ] arasındaki kesimler yine sayın Aiberg’e ait değildir, sohbete sonradan eklenmiştir.
Not-2: Sohbeti okurken karşılaşacağınız her türlü sorunu/hatayı vb. info@aiberg.com adresine bildirebilirsiniz.
birinci bölüm | ikinci bölüm | üçüncü bölüm | dördüncü bölüm