HALİLULLAH/HALİLURRAHMAN
HANİF DİNİN KURUCUSUSU
İBRAHİM§ (Abraham-avram)
Sevgideğer Hanifler.
Allah kuşkusuz "YALNIZ"dır.
Kimseye gereksinimi yoktur.
Kuşkusuz böyledir.
Ancak, Allah sanki kuralı bir kulu için ayrıcalıklı kılmıştır.
Allah'ın BİR TEK DOSTU VARDIR
DAHA ÖNCE YOKTU ve DAHA SONRA
HİÇ DOSTU OLMAYACAK.
Hal böyleyken, Hz. İbrahim için bu ayrıcalık neden var?
Halilullah İBRAHİM
‘Hem elçi hem değil’
Müttekilerin yani Allah’tan en çok korkanların en başı Mukarrebun
olarak “Hanif makam” sahibi ve Sabıkun olarak “Makamı İbrahim’in
özel sahibi İbrahim§dir. Niçin böyle ayrıcalıklıdır? Âyetlerdeki
yanıtlar çok açık: ALLAH’ı aklen bulma borcunu ödeyen tek insan
İbrahim§ ilan edilmiştir.
İbrahim§ Allah’ın dostu=“HalilürRahman” olmuştur. Niçin İbrahim ve
neden Haniflik?
Bu “niçin ve neden” sorularına bir bilim adamı olarak yanıtım
olmamalıdır. Bilimin görevi “nasıl” sorusuna yanıt vermektir.
ALLAH’ı bulmayı akleden biricik insan İbrahim§ bir bakıma ne elçidir
ne de değildir. Nedeni çok şaşırtacaktır. Çünkü Allah’ın yeryüzüne
gerek Cin gerek insan olarak atadığı tüm diplomatları yani Allah
elçileri, ta ezelden seçilmiştir.
Ancak, bu elçiler listesinde adı yazılı olmayan tek kişi, hem
sonradan elçi olmuş, hem Allah’ın tek dostu olmayı haketmiş
İbrahim§dir.
Bu gizemleri, İbrahim§in kökenlerine dek bilmek için âyetler dışı
bazı kaynaklarımız var.
Brahm dininin egzotik putlarının imalatçısı tüccar babası Azer ile
birlikte 13 yaşında Önasya’ya gelen İbrahim§ put imalatçılığı ve
tüccarlığından inanılmaz bir servet oluşturan babası Azer’in tek
çocuğu olmasına rağmen, onca zenginliğin değil başka bir arayışın
peşine düştüğünde hâlâ 13 yaşındaydı ve gözü hiçbir şey görmeksizin
babasının pahalı putlarını kıracak kadar kararmıştı. Putları
geceleyin kırıp, balyozu da büyük idolün kucağına bırakarak,
babasına “Büyük put, ötekileri paramparça etti” diye yalan bile
söylediği âyetlerde yer almaktadır.
Yine âyetlerden biliyoruz ki, genç İbrahim§ kendiliğinden “Evresel
Allah”ın peşine düşmüş, bu uğurda “Güneş, Ay ve Yıldızlara” secde
etmiş ama hepsinin yaratan değil yaratık olduğunu ve “Kayıp kozmik
tanrı”yı temsil edemeyeceğini kavramıştı bir kere…
Her geri çevrilişinde yeniden arayışını sürdürüp deneme-yanılma-
doğruyu bulma yöntemiyle her şıkkı arıyordu.
Zig-Zag kapalı devre yayınlarından Hızır Tezkiresinde, “Aradığı
Tanrının görünmemesi” gerektiğini aklettiği ve şöyle isyan ettiği
yazılmıştır: “Aklımla biliyorum ki beni aklımla birlikte yaratansın,
sen varsın, beni duyarsın. Çık ortaya, ben seni arıyorum, sen 13
yaşında bir çocuk olan benden kaçıyorsun!”
Bu öylesine bir takıntı haline gelmişti ki, Allah, 24 saat kendisini
tahkik eden bu kulunu diğer kullarından daha çok severek, onun
aradığı işaretleri göndermeyi, biraz da kulunu daha çok sınamak için
peşpeşe verdi. Cebrail “Ben senin rabbinim”diye indi.
Henüz Allah elçisi bile olmayan çok genç İbrahim§e ALLAH kural-dışı
olarak Cebrail’i gönderdi ancak daha 13 yaşında en büyük aklın sahibi
İbrahim§“Sen benim tanrım olsaydın böyle tenezzül edip, karşımda
bulunmazdın. Sen benim tanrım olamazsın, belki de şeytansın, ben hala
tanrımı arıyorum, her kimsen aradığım sen değilsin!” diye Cebrail’i
bile reddetti.
Çünkü Haniflik Allah’ı bile sorgulayıcılıktır.
Ayetlerden genç İbrahim§in kalbinin asla mutmain olmadığını
anlıyoruz. Sonunda Allah yine kural-dışı olarak, liyakatinden dolayı
İbrahim§i Resul seçtiğini bildirdi. İbrahim§ elçi olmadığı halde elçi
oldurulmasına bile o kadar da sevinemedi. Çünkü kalbi mutmain
olmuyor, adını koyamadığı bir şey daha istiyordu.
Allah kuşkusuz kalplerin okuyucusudur ve her şeyin adını
koyucudur.“Hızır Tezkiresi” bu konuda şöyle yazıyor:
“Yüce Allah, elbette ezelden beri kendini aklen bulan İbrahim’e
elçilik payesi vereceğini biliyordu. Hiç bir ilahi etki telkin
etmeden, tam tersine gizlenerek kendisinin peşini bırakmayan
İbrahim’in aklı, toplam insanlardan daha çok Allah ile meşguldü.
Allah’tan onun kadar korkan bir kul daha gelmemiştir, belki de
gelmeyecektir. Bu inanılmaz bir imtiyazdır.”
Öylesine üstün bir akıl sahibinin elçilikle ödüllendirilmesi
mutmainliğinin teskin edilmesine yetmiyordu. İbrahim§in adını
koyamadığı tatminsizliğin adını Allah koydu: ‘Ey İbrahim sen
Veliullah dostum olur musun?’ İbrahim§ yine sıkıntılıydı: ‘Kuşkusuz
senin tüm Resullerin dostun evliyaullah’tır. Ancak Allah varlığını
araştırmadan vahy yoluyla zaten inanıp, hazıra konuyorlar. Ben
seçtiğim için Allah dostu veli-ullahlık istemiyorum. Senin beni
arkadaş, dost edinmeni istiyorum, velilik eksik kalsın!..”
Yüce Allah: “Bunu sana vermem için bir bilmeceyi
çözmelisin:Karşılığında bana ne vereceksin?” diye sordu. İbrahim§in
akıllı yanıtı bilmeceyi çözdü: “Sana aşk laubaliliği dostluk (Rahim)
değil, sana ilmi saygımı yani korkmamı (Rahman) sunacağım”
Tek ve dolayısıyla yalnız olan Allah, bütün geçmiş-gelecek kulları
arasında bir istisna yaptı. Örneğin kulları Allah’ı Rahim olarak
seçtiklerinden dostu=Veliullah,mevlana olmuşlardı. Bu kez kulları
seçtiği için Allah onların dostu değil, bizzatihi ALLAH seçtiği için
İbrahim kulunu HALİL ÜR RAHMAN=Allah’ın tek dostu ve özel biricik
arkadaşı olarak payelendirdi.
Böylece Allah sürekli doyumsuz İbrahim§e HalilürRahman=Rahman dostu
olarak aradığı tüm doyumu bir çırpıda verdi ve birinci
dereceden “MÜTTEKİ” kıldı.
Böylesine üstün bir akıl sahibi (elçiliği bile meçhulken) İbrahim§
arada hiçbir vahy olmaksızın, hem de kırklamış yaşlarda değil, 14
yaşında, üstelik görevi-misyonu olmadığı halde sırf aklen tahkik
ederek, usavurmayla, spontane olarak saplantısı olan Allah’ı bulması
gerçekten akıl almaz bir fenomendir.
Siz Allah’ın dostuysanız velilik ile yetinirsiniz. Ama Allah sizi
dost edindiyse adınız “HalilürRahman ve Halilullah”dır.
Bu müstesna, çok özel dostluk sadece İbrahim§e verilmiştir.
Gerçekten Yaratıcı ile yaratık ahbaplığı o hâle ulaşmıştır ki,
Allah, İbrahim§in her duasını, her dileğini kabul etmiştir.
Hatta uzun süre bekâr kalarak, yüz yaşına doğru çifte evlilik yapan
İbrahim§in duasının bile kabul edildiğini İbrahim-39. âyetten
anlayabiliyoruz:
“Yaşlı halimde bile bana İsmail ve İshak’ı lütfeden Allah’a
hamdolsun. Kuşkusuz Rabbim duaları işitendir.”
“Dalya” dediği yaşta “Eğer Hacer’den de bir çocuğum doğarsa sana
kurban edeceğim” gibi olumsuz bir dileği bile Allah kabullenmiş ve
İsmail§i vermişti.
”
İbrahim’in “Allah’ın biricik dostu” olmayı hak edip etmediğini kendi
üzerimizde test edelim:
Bir bebek düşünün ki ıssız bir adaya bırakılıyor. Hiç bir kimse onu
eğitmiyor, ya da hiç bir telkinde bulunulmuyor. O bebek ben ya da
sizlerden biri olabilirdik.
Bebek, ıssız adada akil ve ergin olduktan itibaren bir ömürboyu hatta
bin ömürboyu düşünse acaba İbrahim§ gibi Allah’ını bulabilir miydi?
İbrahim akıl yoluyla 4 bin yıl önce Allah’ını bulan ilk İnsan!
Kaldı ki ondan 4 bin yıl sonra bilgi ve iletişim çağının tüm
konforuna, en modern olanaklarına ve refah nimetlerine rağmen,
üstelik tüm göksel kitaplar elimizin altında olmasına rağmen, bu akıl
çağında bile hâlâ ateist kalabiliyoruz. Ya da atalarımızın papağanı
olarak dar din kalıpları içinde dindarlığı yobazlık olarak
benimsiyoruz, Haniflik olarak değil!
İşte HANİF bütün rağmenlere rağmen, Allah’ı kendi çabasıyla ve kutsal
uğraşıyla bulan, bu uğurda babası dahil tüm atalarını protesto eden,
hatta Allah varlığından mutmain olmadığı sürece Allah’ın kendisini
bile sorguya çeken bilimsel bir ekolün adıdır.
Bir kere akli iknaya ulaştınız mı, mütteki olup O’na bağlanır,sözün
özü Hanif olursunuz.
Allah da Hanif olana bağlanır ve ayrıcalıklı imtiyazlar tanır.
Örneğin İbrahim-İdris-İsa Resuller olmasaydı, insanlık Sağ=Cennet ve
Sol=Cehennem diye iki sınıf olacaktı.
Ancak biri “Rahmet”i biri “İlm”i biri Kutsal Ruh’u temsil eden bu üç
kulu gibi ayrıcalıkları olacaklara “Üç sınıf” kuralını getirmiştir.
İbrahim-İdris-İsa gibi üçü de İ(elif) harfli üçler olmasaydı,
gerçekten Cennet-Cehennem diye 2 sınıf olacaktık. İbrahim§“Rahmet”i,
İdris§ “İlm”i ve İsa§ “Allah sözünü”(Kelamullah)temsil ettiğinden üçü
için “Üç sınıf” kuralı getirilmiştir.
Bu üçüncü sınıf sabıkun; Cennetleri de Mukarrebun (Kendileri
yaklaşmışlar ve yaklaştırılmışlar, Yakın ve yakînler) adını
almaktadır.
Bunların en başına Yaratıcımız İbrahim§ adlı arkadaşını koymuştur.
İdris§ ve İsa§ ile “ÜÇLER” meclisini oluşturmaktadırlar.
Sabıkun’daki Makam-ı İbrahim Allah’a en yakın doruktur. Üçüncü ELİT
sınıf Mukarrebun bildiğimiz Cennet’in üzerinde yer almaktadır ve
Allah Cemalinin görüleceği yerdir…
ALLAH ahbabı İbrahim’in tüm dualarını, önerilerini peşin olarak kabul
etmiş ve benimsemiştir. Örneğin, o günden sonra gelecek tüm dinlerin
tümünün adını MÜSLÜMANLIK ya da İSLAM olarak koyan İbrahim§dir:
“Babanız İbrahim’in Hanif dininden olun. Resulümün size tanık olması,
sizin de insanlara tanıklığınız için (İbrahim, kendinden sonraki
Musevilik ve Hristiyanlık gibi) daha önceki dinlerde, şimdi bu dinde
(İslam’da) size “Müslümanlar” adını verdi. Öyleyse namazı kılın
zekatı verin ve Allah’ın ipine tutunun. O
dostunuzdur.”
Yukarıdaki Hacc-78 “Babanız İbrahim’in Hanif dini”ni emredip
bize “Müslümanlar” adını verdiğini teyid ediyor. İbrahim§ hem İSLAM
adının hem biz Haniflerin hem âyetlerde geçen “İbrahim Milletinin”
babasıdır.
Oysa İbrahim§ öncesi dinler “Sabii” adını alırdı. Çünkü İlk insan-ilk
Resul olan Âdem§, direkt 33 yaş görünümünde yaratıldığından,biz gibi
çocukluğunu hiç yaşamamıştır ama 950 yıllık ömrünce hep “Çocuk=Sabii-
Sübyan” saflığında kalmış, “Safiyullah” lakabını almıştır.
Dolayısıyla Âdem§e indirilen “Safiyet, sabiilik” adlı İslamiyettir.
Sabii / Sabiye ya da Sabihi ismi altındaki kitabi din, Musa§dan bin
yıl önce İdris§e (Enuh ya da Enok, Antik Mısır adıyla Aten ya da
Aton) indirilmiş, daha sonra “Yıldızname” dinine çevrilmiştir.
İbrahim§ köken itibariyle Brahmi idi. Resul olduktan sonra İdris§in
getirdiği “Sabii”lik üzerine devam etti. Ancak köklü kavram
kargaşaları olduğu için İbrahim§, Hanif dini biçimlendirmeye önce
Sabii’lik yerine SLAM kelimesini önerip yeni dininin temelini atmaya
başladı. SELAM=BARIŞ DİNİ BÖYLECE BAŞLADI,,,
ALLAH bu öneriyi hemen kabul etti ve o günden sonra tüm dinlerin adı
İslamiyet oldu. İbrahim§in adını koyduğu SLAM günümüzde İslam
biçiminde ve mensupları da Müslim olarak belirlenmiştir.(Müsliman
sonunda ‘an” Farsça-Kürtçe çoğul ekidir.)
İbrahim§ dönemi Mezopotamya yöresinde (Elam Sümercesini saymazsak)
egemen dil, Babilonya (Babil),Asuri (Süryani)Kalde (Geldani) Akkad
(Nineva’ca) Nebati (Nıbti) lehçelerinin yer aldığı Samice diliydi.
Çünkü bir kaç-on kuşak önce Nuh§un oğlu Sam, babası tarafından bu
yöreye gönderilmişti.
Öte yandan, İbrahim§ doğal olarak kendi soyundan gelecek olan Beni
İsmail’in dili Arapça gramer de oluşmuş değildi.
Sanskrit kökenli İbrahim§ o dilde barış anlamındaki SLAM sözcüğünü
günümüzdeki haliyle İslam’ı dinine ad olarak seçmiştir.
İslam mensubu Müslümana ise o çağ dilinde SALMONİ (Süleyman /
Salomon / Salmon / Selim ve Salim adları bu köktendir.) yani, SELÂM
denmekteydi. Anlamı Barış, esenlik, Selâmet, Allah’a teslimiyet ve
Selâmlaşmak’tır. En güzeli de BARIŞ demektir.
Bu önerme de kendi soyundan olan Beni İsmail ve Beni İsrail
dillerinde S-L-M kök-harfleriyle Tevrat, Zebur, İncil ve Arapça
Kur’an içinde yer aldı.
Antik Sami dillerinde Barış=Sulh olup, Sanskritçe etimolojisinde
barış-güvence anlamındaki SLAM önermesi benimsenmiştir. (Salaam,
Salut, Shalom)
HEM dinin adı hem de görgü kuralları açısından selâmlaşmak(Barış
güvencesi vermek) olan SELÂM Vakıa-25-26’da Sabıkun ehlinin
birbirine “Selâmına Selâm” demeleriyle tescil edilmiştir.
Dikkat edilirse “Cennet ehlinden” değil, onların üstündeki Sabıkun-
Mukarrebun ehlinden söz ediyoruz ki, bu Vakıa/10-26. âyetler
arasındaki ELİT kimselerin Sabıkun’udur:
“Orada(Sabıkunda) ne boş bir laf işitirler, ne de görgü dışı bir
söz!”.
“Tek işittikleri söz yalnızca SELAMINA SELAM’dır.”
Hemen bunun ardından gelen 27nci âyet ise Sabıkun’dan, bir
alttaki “CENNET” ehlini anlatmaktadır. Cennet ehli, herhalde dünyasal
ağız alışkanlıklarıyla o abartılı klişe ve zamanı mahveden ağdalı
selamlarını talim edecekler:
-“Esselâmü âleyküm ve Rahmetullahi ve Berakâtullahi”
-“Ve aleyküm selam Ya Haci!”
-“Merhaba mirim! Merhaba Ya âyni”
-“Merhaba üstaz! Merhaba Ya habibi”
-“Nasılsınız İnşaallah, kerimeniz, mahdumlarınız sıhhat ve kemali
afiyetteler mi?”
-“Elhamdülillah, keyfimiz aliyyül ala, zatı allerinizin kerimeleri,
mahdum, mahdume ve cariyeler de inşaallah nasıllar?“
-“Âliyyül âlâ! Maile memluklarınız zatı şahanenize duacılar,
ellerinizden bûs ederler.”
Bu konuşma uzar gider. Şol Cennetin ol âdemlerinin öğlen paydosu,
benim de sayfam bittiğinden ve daha 40 kişiyle böyle
selamlaşacağınızdan boşboğazlıktan alıkoymayayım.
Bunun içindir ki Allah, bu “boşboğazlık” yerine,
Sabıkun’dakilere “Selâm’ına Selâm” dedirtiyor. Çünkü karşılıklı iki
selam yukarıdaki konuşmaların tümünün yerine geçiyor.
Dostu İbrahim§’in her dileği gibi selam verme dileğini de kabul
etmiştir. Selâm, Tevrat’ta Şalom, İncil’de Salut biçimindedir ki, bu
ipucu bile Musevi ve Hristiyanların “Selâm-İslam” kökenli hatta
isimlerinin Süleyman kelimesinde olduğu gibi SLAM ve SELÂM türevinden
geldiğinin göstergesidir.
ALLAH dostu İbrahim§’in her dileği gibi selam verme dileğini de kabul
etmiştir.
Böylece selametli, selamlı, barışçıl adı olan Hanif SLAM dinine
kavuşuldu.
Daha sonra İbrahim§ “Tevhid” yani birleme şehadetini Slam dininin
giriş vizesi, biricik anahtarı, Cennet pasaportu sayarak benimsedi.
Böylece “La ilahe illallah” o günden sonra dilimizde-dinimizde yer
aldı.
İbrahim§in kelimei tevhidini bugün ve kıyamete kadar aynen, orijinal
imlasıyla kullanmaktayız. Kıyametten sonra da…
ALLAH ahbabı İbrahim§in tüm dualarını, önerilerini kabul etmekteydi.
Hanif dini aynı zamanda Tevhid=birleme dini olduğundan, Allah “La
ilahe illallah” tevhidi önerisini derhal, Cennet’in kapısına diledi.
Hangi kulu bu DİGİTAL tevhidi söylerse Cennet’e giriş anahtarı verdi.
Allah Rahmetinde olmak için“La ilahe illallah” demekten başka hiç bir
çıkar yol yok.
Allah’ı ikileyenler, üçleyenler ve binleyen ortakçılar yanında
Allah’ı “Sıfırlayıp” reddeden ateistlere koskoca bir sıfır kaldı!
Kâfir, Allah’ı yok sayıp, sıfırlayan, Hanif Allah’ı birleyen, müşrik
Allah’ı çoğaltanlardır. Üçleyen, (Örneğin Baba-oğul-Kutsal ruh
teslisi ile üçleyen hristiyanlık) hatta binleyenler (Binlerce
tanrıdan bir teki Yahowa’dır) Allah’a ortak koşan müşriklerdir.
Gelelim biz Müslümanlara: “La ilahe illallah” dedik mi cebimizde
Cennet tapusu varmış gibi ağlanacak halimize seviniyor,“Ehli Kitab
Müşrikler” hitabının muhatabını Musevi ve hristiyanlar sanarak,
Cennet ile müjdelenmiş gibi pişkinlikle sırıtıyoruz.
Ehli kitab kavramının “Müslümanlar”ı da kapsadığını bir anlasaydık,
cebimizdekinin Cennet tapusu mu yoksa Cehennem tapusu mu olduğunu bir
anlardık ki, çığlıklarımızı Zebaniler duyardı.
Öyle ya bize de kitap verilmedi mi? Biz ehli Kitab değil miyiz?
Âyetlere bakıyorum, yarısı biz müslümanlara Cehennemi müjdeliyor.
“Onlar için oruç kendilerini aç bırakmaktır. Vay onların kıldığı
namaza, namaz kıldıkça daha azarlar! Her Hacc kabul edilseydi
Cehenneme gerek yoktu! Siz de diğer ehli kitab gibi üçlemeyin!
Neredeyse gökler tepelerinden çatlayacak” ve daha neler neler, hep
bize şamar!
Doğrudan müslümana yönelik bu sureler ve özetlediğim âyetler doğrudan
MÜSLÜMAN’ın içler acısı halidir, hiç bir hristiyan ve museviyi
bağlamıyor. Çünkü Maun suresi namazdan nasıl gafil olduğumuzu
anlatıyor. Diğer dinlerde namaz olmadığına göre…
Konuya girerken “Sırıtmayalım” pişkinliğe yatmayalım dedim! Sonra da
ekledim “Biz de ehli kitabız, bize de kitap verildi! O halde ilahi
ikazlardan müstağni değiliz.
Suçu, Allah’a şeytanı ortak koşan (Mecusilerin Hürmüz ve Ehrimeni
örneği) ikileyen Müslüman-mezheb Dürzilere de atamayız.
Müfrit rafizilikte “Allah, amcasınınoğlu Muhammed’i resul olarak
indirip, kendini Âli suretinde sakladı” diyenlere de suçu atamayız!
Zaten bunlar mezheb değil ayrı bir din!
Ayette kastedilenler doğrudan kendilerini Sünni ve Şii ya da Yezidi-
Alevi diye bölenlerin ta kendileri… Biz bölmüyor, birleştiriyoruz!
Hangi mezhepten olursak olalım, ama samimi olalım, özleştirimizi
yapalım!
Her halukârda Allah’ı namazda şöyle bir usulen anıp, asıl sadede
geliyoruz. Bir mezheb Resul rızası ve şefaati için milyonlarca
Selavat getirirken, diğer mezheb ise şefaati amca-oğlu Âli’den
umarak, kan revan içinde kendini zincirle dövüyor.
İkisine de soruyorum, YARATAN Allah’ı bu taptığınız YARATIK kullar
kadar andınız mı, kendinizi Allah uğruna bir iğne ucuyla yaraladınız
mı? Yoksa Çeçenya’da parçaladınız mı?
Açıkçası tanrılar çiftleniyor Allah ikinci sıraya indiriliyor.
Bundan beteri de Allah’ı üçüncü sıraya koymaktır ki, “Üçlemeyin”
uyarısı asıl bu anlamı yüklenmiştir.
Allah’ı namaz içinde bırakıp, ezan öncesi ve sonrası selavat ve
fatihalarla Resulullah§ı da şöyle savdıktan(!) sonra, sabahlara
kadar “Şeyhoca” efendi hazretlerine esirce tapınmak için cemaatlerine
koşturanlar!
Herkes ilk sıraya koyduğu tanrısını belirlemiştir. İlk sıradaki tanrı
şeyHoca efendi, İkinci sıradaki Resulullah ve en altta ise Allah!..
Hani, “Canım yabancımız değil, şu bizim Allah!” laubaliliğine alışkın
dilimiz Allah saygısızlığına öyle yatkın ki, Allah, “Oyun havası”
narası ya da “Bela okumak” için edilgen ihtiyaç, “Vallah-Billah”
yalan yeminimizin istismarı, “fellahın ettiği galiz küfürün”
hedefidir.
Hatta Allah’ın Esmaül Hüsna’sı zikir halkası meczubluğunun “Show”
malzemesidir.
O ne zıplatan meczubluk, o ne irkilten cezbe, o ne gürültülü sallabaş
zikir halkası!..
DİN konusunda kimsenin tuzu kuru, sırtı pek değil! Tuz bile kokar,
mezar soğuğunda sırtınız üşeyebilir, kefenin cebi delik olduğundan
Sarmusaklı-darçınlı mercümek çorbası bile içemezsiniz! Cehennemde
buzdolabı yok, her an çorba yanığa kaçabilir!
Ben espri yapıyorum ama bazıları da kara mizah!.. “Allah, Allah bu
nasıl sevmek” diye oyun havası oynayanlara o an eskaza eğer Allah
elçisinden söz ederseniz, hemen sağ ellerini kalpleri üzerine Masonik
Selâmı vermek üzere götürüp, “Selavat” getirirler!
Hiç o işgüzarlığa, o inanılmaz abartıya dikkat edip şaştığınız olmadı
mı?
Selavat Allah emridir ama, bunu sessizce, içlerinden
yapacaklarına “Zikir halkası” salla-baş Show’una çevirip bunu bir
marifet ya da iman gösterisine dönüştürürler.
Onlara sorunuz, sizin tanrınız, “Çıtmak” şakırdatıp
oynadığınız “Allah Allah” oyun havası mı, yoksa havaya zıplayıp
selavat getirdiğiniz Resulullah mı?
Onlara,“Niçin tanrınızı ikilediniz? Hangisi sizin tanrınız, zilleri
takıp, oynadığınız mı, yoksa saygı showu gereği ayağa zıplayıp,
selavat tiyatrosu yaptığınız mı?“ diye sorun.
Beterin beteri var, çünkü üçleyecekler!
O kişiler Mürşidi Kâmil şeyHoca efendi hazretlerini, Hoca
efendilerini TV ekranında şöyle bir gözucuyla görürlerse ev mezar
sessizliğine büründürülür!
Yanlışlıkla bir mecliste görseler secde halinde yere kapaklanıp, el-
etek öperler, sonra evcil hayvanlar misali sahiplerinin dizinin
dibinde oturakalırlar! Bu saygı değil yalakalık, yaptıkları da
şeytani bir mezhebin ayini!..
Kelimei tevhidi ve şehadeti kuru kuruya getirenlere sormayın izleyin
lütfen!
Onların saygımsama sırasına bakıp, üçledikleri tanrılarını yukarıdan
aşağı sıralayabilirsiniz ve sonra sorabilirsiniz: “Hangisi sizin
taptığınız? Hangisi sizin kitabınız?”
Arkeolojik antik eser, 7 kat muşambaya sarılmış muska gibi açılıp
okunmasın diye duvara asıp idam ettikleri Kur’an mı?
Hani hiç anlamadan yüz kez hatmettikleri Kur’an… Haydi canım! Kim
anlar Kur’an’ı?
Varsa hadisler, yoksa hadisler! Sanki okuyup, sünnet diye uyguladıkça
şefaatlere gark olacak, elçimiz gibi Allah’ı da kandıracağız!
Buyrun, Kütübi Sitte’den sahih hadis: (Hadisi yapmak Sünnettir,
sünnet şefaattir. Cennete girmeye nedendir.Hadis şöyle:)
“Kim bir kertenkele öldürürse 7 veya10 büyük günahı silinir, yerine 7-
10 büyük sevab yazılır…” (Resulullah ne ister, zavallı
kertenkelelerden?) O zaman kertenkele çiftlikleri kurup, kuluçka
makinesinden hızla üreterek, mesela mü’min başına her ay bin tane
kurban(!)edelim!
Elbette zenginler tamamen günahsız olur, hatta kertenkele çiftliği
kurmaya kalkabilir.
Kur’an duvarda asılı, Hadisler gazete ilavesinde basılı…
Sabahlara kadar “Külliyat” okuyanların kitabı artık belli!
En çok okuduğunuz, sizin kutsal kitabınızdır. En çok andığınız sizin
tanrınızdır. İşte böyle bir keşmekeş içinde dilimiz “La ilahe
illallah” desin, kalbimiz ise üç tanrıya tapınsın, sonra da
vahdaniyetten, ehadiyetten, Allah’ı birlemekten söz edelim!
Bazı eylemlerimiz gerçekte mürailiği aşıyor, mürtedliğe ulaşıyor. Ama
biz bunların ilkine takıyye ikincisine tedbir adını vermişiz!
İslam papalarının kendi papağanlarının günah kirlerini (Hamamda
keseler gibi) çıkarıp, Cennet tapusu satmalarına karşı İbrahim§ dini
putperest müşrikler için “Sizin Tanriniz en çok ADINI anıp,
kullandiğiniz kişi ya da nesnedir” der!..
Allah’ı salat (Namaz da diyorlar) içinde şöyle bir anıp, elçisine
postu kurtarmak için şefaat yalakalığı yapan ve asıl tanrısı olan
kişi ve külliyatlara, mektubatlara yönelenler kim olursa olsunlar,
Allah’ın ipine değil kul ipine tutunmuşlardır.
Kul ipi ise Cehenneme kadar uzanan bir tuzaktır. Allah her Namazı,
Orucu, Zekâtı, Haccı kabul etmediği gibi, her Kelimei Şehadet ve
tevhidi de kabul etmez.
Çünkü en temel ibadet söylenmesi en zor olan “La ilahe illallah”dır,
böyle biline!
Dünyada 6 milyar insan var ve bu en basit ibadet olduğu halde gerek
söylenmesi, gerekse uygulaması çok zor hatta imkânsız bir ibadet!
Tevekkeli İbrahim§ bu kadar kendini bir TEVHİD için helak etmedi.
Biz ehli kitabız, Kur’an’ımız da diğer göksel/semavi kitaplar gibi
Allah katından, ana kitap Levhi Mahfuz’dan indirilmiştir.
Biz de her ehli kitab gibi tanrılarımızı bir rakamı hariç, ikiler,
üçler ve vites değiştiririz.
Biz şaşarız, zira beşeriz! Kendimiz gibi insana taparız, İbrahim§in
Allah’ına ne gerek var? Hazır oyunhavası ve askerlik arkadaşımız,
bela-küfür için kullandığımız bir Allah’ımız var ya, o bize yeter.
Öteki TANRI yerinde kalsın!