128 - 2 Şubat 2003 Pazar

Hoşbuluştuk, Selam ve Selam,


“MIB - Zaman Yolcuları” Yukarı

MIB kapısı kapandı... KANAT İNDİRİLDİ. Kapıyı BİZLER kapattık. Bunun anlamı şu: MIB kapı kapanmadan DÖNMEK zorundaydı. Aksi halde BU ÇAĞDA KALACAKLARDI. Bu onların göze alacağı birşey değil. MIB fenomeni bitirilmiştir. Dabbet'ler ortaya çıkınca MIB otomatikman kalkar. Çünkü KAPI kapalıdır. Ya kalır, bize yem olur, ya da temelli gider kendi çağına...

Şimdi söyleyeceğime çok şaşıracaksınız: İsmini verebileceğim bir çok şahidi ile MIB ekibini görenler içinde vereceğim bir kaç önemli tanık ismi var. Ve onların gördüğü şey, EINSTEIN da o EKİBİN içindeydi... Yıl 1983 idi (Einstein 1955’de ÖLDÜ). Einstein'ı tam 9 kişi gördü, selamlaştığımızı da. Bunlardan dileyene tanık isimlerini verebilirim. Yani ÖLÜ ÖLÜ değil. Tuhaf bir dünya... ÖLEN ÖLMÜYOR. Einstein 1983 yılında ve de İstanbul'da. O öyle bir selamdı ki, iki boksörün ya da düello edenin BAŞTAN el sıkışması gibiydi. İşte size PARANORMAL tüm sırları birer birer veriyorum. Bunlar size sır, geleceğe göre ise ÇOK NORMAL, olması gereken bir fizik yasası... Ama bize göre şu anda PARANORMAL. Aslında zamanın sırrını ele geçiren ya da bu teknolojiyi kullanabilen herkes ÖLÜ değil. Mağaralarında uyur gibi, hem ölü GİBİ hem de değil!


“Mahşer“ Yukarı

Biz artık bu paranormal (normal dışı) ve HA/VET şifresine alıştık. Birincisi sonsuz ötesi matematik gereği var; ikincisi ise input/output kapısı gereği (I/O). Bu ikisi de 1 ve 0 rakamından geçer... Her Rakam mutlaka bir KEHF denen koza saklar. Koza gerçek bir örgüdür. Worm Hole benzeri tünellerin iç yapısıdır. Bu tüneller GÜMÜŞİ renkte parlarlar. Stardust gibi, ama altın değil, hep GÜMÜŞ parlaklığında ve gri renginde (altını sarı sayarsak, gümüş gri oluyor)... Ve bu doku, ya da iplik ya da kordon, bir tünel gibi sonsuz uzun ya da çok kısadır. Aynı anda uzun ve aynı anda noktasaldır. Karadelik eğri uzaylarını anımsayınız: Karadelik iki ayrı evreni boğazlaştırarak tek bir noktada tek odakta birleştirir, tek kapıdır ve uzunluğu sıfır cm.dir. Ama, aynı uzayı açarsanız sonsuz uzunlukta bir tünel göreceksiniz. Hani bu sıfır cm. idi? Şimdi nasıl oluyor da bu kadar uzuyor -AYNI ZAMANDA-. Kitaplarımdaki şekillerden anımsarsanız, kumsaatinin EN DAR yeri BERZAH (En dar yer, sonsuz dar boğaz ya da kıstak), bu karadelik tekilliği ve ardında sonsuz uzunlukta bir TÜNEL (Kordon) var. Ne yapalım bilim artık böyle paranormal... İşte o kordon bizde de var. Göbeğimiz'den çıkıyor, ta BERZAH (en dar yer)'e, yani Sur Borusu (nefhi sur) denen ana uzayın en dar yerine bağlanıyor. Doğumda kesilen göbek bağımız BENZERİNDE, hem uzunluğu sıfır, hem de ta Berzah Alemi’ne uzanan bir RIZK (rezerv) İKMAL kablomuz var. Sayılı nefes ve sayılı rızk buradan bize pompalanıyor. NORMAL Dünya’da bu gümüş kordonun uzunluğu sıfır cm.dir ama eğer PARANORMAL olarak, mesela bedensiz astronomi (Astral Vizyon), ya da durugörü (Clair Voyance), ya da gezici duru görü (Mükaşefe), ya da ibadet konsantrasyonunun teyakkuz (uyanık uyku, uyanık düş) gibi paranormal hallerinde, siz artık Dünya’ya değmiyor, GÖĞE düşüyorsunuz (Ameliyatlarda kendilerini TAVANDAN seyreden bazı kimseler GÜMÜŞ kordonlarının hastane dışına kadar uzadığını anlatagelmişlerdir). TAVANDAN kendilerini yani "Ameliyat olan bedenlerini" seyrediyorlar demek, GÖĞE DÜŞMEK, yani levitasyon denen anti-gravitasyona uymak demek. Bizim beden eşimiz olan BİLİNÇ eşimiz (Takyon beden, mesela imajiner/sıfırdan küçük 70 kg.) çekim yerine anti çekim yasalarına bağlı olduğundan TAVANA düşüyor ve yerdeki bedenini/cesedini seyrediyor. O kadar hafiflemiş ve saf bir haldedir ki, çoğu bu inanılmaz rahatlığı tercih ediyor. Yani başını alıp gidiyor. Ama bazı DÖNENLER var, onlar diyor ki , "Çocuğumu gördüm ağlıyordu, GÜMÜŞ KORDONUMU TAKİBETTİM, ameliyathaneye döndüm ve yeniden göbekten BEDENİME "GİRDİM". O zaman tarifsiz acılar içinde yeniden kaçmak istedim. Ameliyat hemşiresi bağırıyordu: "Hasta geri döndü". Bilseydi ki sahiden GİTTİ ve döndü... Geri döndü... Hemşirenin kastettiği nabzın atmaya başlamasıydı elbette... Kalp atıyordu... Ve BU TÜR olaylardan ONBİNLERCESİ var... Hep o gümüş kordon... Şu ruhçu spirtüalistler de hep bunu söylerler ya... Kundalini ve şakralar da birbirine GÜMÜŞ renkli bir kordonla bağlıdır derler... Tüm hermetik tablolarda bu GÜMÜŞ kordonu görebilirsiniz. Eğer arkasına alırsa gümüş kordon görünmez. Siz gümüş kordonu değil; o sizi izler... O Süper Uzay’ın SİZE AİT olan tünelinden/şahdamarından başka bir şey değildir.

Allah için tamamen canlı olan EVREN ile sineği, hatta kanadını yaratmak AYNI şeydir (yüksünmesi yoktur). Çünkü RUH bir kerede SİNEK ya da İNEK ya da EVREN ya da ben olarak tümleşiktir. Biz Süper Uzayda yer almaktayız. Yani şuur hallerimizde, özellikle düşlerde tamamen AŞAĞI MİSAL alemine ya da, Wheeler'in Süper Uzay’ına tabiiyiz ki orası sadece TÜNELLERDEN OLUŞMUŞTUR. GÜMÜŞ KORDONLARDAN... Ve o dinamizme GEON diyoruz. Geometro-dinamik yasa anlamında... GEOMETRİ >>> KEHF, bir mağaradır Süper Uzay. Oradan bakınca, sayısız/sonsuz evren görürsünüz. Hepsi tümden (tümel) ve GERÇEL olarak oradadır. Bunun diğer adı Kuantum Köpüğü'nün TÜNELLEME sürecidir. Bir başka adı da Worm Hole >>> Solucan deliği, bükümlü delik.. Her biri minicik bir Sur Borusu’dur. Oradan bakınca bu evrenlerden birini -mesela bizimkini- seçtiyseniz, YUVARLAK ve şişen bir evren görmeyeceksiniz. Orada Willem De Sitter'in tanımladığı salt enerji evreni var. Yani bir DÜZLEMDEN ibaretttir artık şu koca evren. O düzlemi benim kitaplarımda Willem De Sitter Uzayı (Ki DÜMDÜZ uzay, asla eğrilmeyen uzay) bulup hatırlayabilirsiniz.

Bu uzay çok önemli, çünkü De Sitter, ahiretteki MAHŞER meydanının TANIMINI yapmıştır -bilmeyerek-. Düz bir tabaka... İki metre kalınlığında bir tabaka, yani UFO'ya 70 cm. zıplayıp SEMA'ya çıkıyorsunuz ya (309 yıl sonra ancak inebiliyorsunuz). Ya da 70 cm. ARZ'a inerek (1080 kez yavaşlayarak) Dabbet oluyorsunuz. Bu gördüğünüz devasa evren/evrenler aslında birer DÜZLEM birer MAHŞER meydanı. Işık hızına hızlanırsanız, dünyanın dışbükeyliği yerini enerji evrenin (cinlerin yaşadığı) içbükeye veriyor... Ve ikisi sadece BİR DÜZLEM olarak teğetleşiyorlar. Onun adı De Sitter Uzayı... İç-dış bükey (con+cav/ex değil) değil. DÜMDÜZ. Ayetteki gibi: “Arz'ı dümdüz uzattığımız zaman...”. Böyle diyor ayet... Anlayana muhteşem bir SIR (Hanif'den başkası anlamaz zaten, bu sizin patentinizdedir). Demek ki, Riemann-Lobatchewski ve Gauss Uzayları yerini öteki alemde Hilbert matematiği+De Sitter Geometrisine bırakıyor... Ve şuna şaşıracaksınız: ÖKLİD (Eucleides) geri geliyor. Çünkü ARŞ-MAHŞER-SİDRE-KÜRSİ vb. bunlar tamamen ÖKLİDYEN geometridir, eğri uzayla ilgisi yoktur. Bize göre tüneller eğri büğrü, evren DÜZ'dır. Ama tünellere girince SİZ, görürsünüz ki, aslında herşey Tarık-Dabbet arasında bir düzlem. Yani çekim etkisiyle eğrilmiş olan bu evren aslında, MAHŞERİN ta kendisi. Bu mahşer, hesap günü, haşr günü oraya DÜMDÜZ uzatılmış (Artık onun altı=Dabbet/ARZ bölümü veya üstü=Tarık Seması yoktur). Onun kalınlığı iki-dört metredir. Güneş de oradadır o da tepenizdedir, DÜMDÜZ uzatılmıştır.

Rahman-33'e göre, cinler (enerji) ve insanlar (madde) bu DÜZLEMDEN iki boyutlu resimden ya da aynadan dışarı çıkamamaktadır. Ama "SULTAN GÜÇ" var. Silta =Kılıç mızrak da demek... Hani mahşerde Güneş BİR MIZRAK BOYU TEPEMİZDE olacak ya... İşte buna artık Öklid'in DİKMESİ olan MIZRAK=H yüksekliği diyebiliriz. Şimdi KEHF bilgilerimizi anımsayalım:

1. Riemann Uzayı’nda bir doğruya (ki hep eğridir) verilen bir noktadan HİÇBİR paralel çizilemez.
2. Lobatçewski Uzayı’nda (Semer/eğer biçimli uzay) verilen bir noktadan bir doğruya (ki eğridir) SONSUZ PARALEL çizilebilir.
3. De Sitter Uzayı KALINLIKSIZDIR. Verilen bir doğru dümdüz olmakla birlikte, ÜST altı olmadığından verilen doğru kendisi kendine paraleldir.
4. ÖKLİD Uzayı’nda, De Sitter (Mahşer Meydanı) düzlemine yukarıda (Sultan güç dikmesi) verilen bir noktadan sadece BİR TEK paralel çizilebilir.

Yani BAŞA döndük... Dünya hayatında evren var oldukça ÇEKİM ETKİSİYLE eğridir... AMA evren yokolduğunda ÖKLİDDİR (Gauss eğri uzayı değildir)...

Biz KALUBELA'da söz verdik ve bize bir MAHŞER oluşturuldu ve orada secde ettik. Secdeyi yaşıyoruz. Başımızı kaldırdığımızda HERKES orada olacak...

Sabıkun HİÇBİR matematiğe bağlı değildir. ÇÜNKÜ ARŞ matematiği -ki asla bilemeyeceğiz- sistemine bağlıdır, Arş ile bitişik olduğundan onun kuralları Cennet'inki ile farklıdır. Cennette zaman bir ileri bir geri akarken, bu sonsuzluk, Sabıkun'da hep ileri ve sonsuzdur, TEKRAR yoktur, sonu yoktur tam ebedidir. Nimetleri Cennet Tuba Ağacı’ndan değil; ALLAH Arş'ından gelmektedir. Tamamen ayrıdır Cennet'ten... Hurileri bile BAMBAŞKA YARADILIŞTADIR. Sabıkun yasalarını şöyle özetleyebiliriz. Allah dilemiş SAYILARI yaratmış 1-9 gibi, ama düşün bir başka YARATILIŞTA DA 1-9 gibi sayılar değil (“sayı”yı ters okuyun ) “IYAS” yaratmıştır. Bu sayı-mayı değildir BAMBAŞKA bir şeydir-ki ĞAYBDIR bilemezsiniz. Cennet, yasalara uygunken, Sabıkun ARŞ yasalarına, ĞAYB yasalarına çalışır.

De Sitter Uzayı sonsuzdur ama MADDE (hamur) ne kadar ise o kadar YUFKA açabilirsin. Yani Dünya ne kadar top bir hamursa o kadar YUFKA açabilirsin. Artık küredeki gibi üç değil, iki boyutlusundur.

Mahşer iki boyutlu olduğundan HİÇ KALINLIĞI olmadığından, kalınlığı GÖLGEMİZ kadar olduğundan, bir dikme (Sultan güç) olmaksızın De Sitter Uza’yının dışına çıkıp da "Haa! Bu uzay şöyleymiş" diyemiyoruz. Biz bir sayfa kitaba hapsolmuş resim gibiyiz. Orada digital 3D (Dimension) olarak sanki "Üç boyutluşmuşuz" gibi algılarız ama, Mahşer'de bu mümkün değildir. Mahşerde ümmetler birbirinin üzerindedir ve hiçbiri diğerini rahatsız etmez, etkilemez. Buna örnek olarak da şu karşınızdaki ekran üzerinde bilmem kaç tane pencere var, biri EN ÖNDE gibi görünüyor. Siz arkadaki pencereyi etkinleştirerek, öne getirebiliyorsunuz. Ama EKRANIN kendisi İKİ BOYUTLUDUR, yani öne gelen önde değildir. Mahşer'de böyle olacağız... Orada bir Lara Croft/Tomb Raider gibi sahte üçboyutluluk var (Tetris iki boyutlu oyun, diğeri çok canlı duran üçboyutlu oyun İSE DE aslında monitorunuzun ekranı İKİ BOYUTLUDUR. Tetris de, Lara Croft da ikisi de aslında İKİ BOYUTLUDUR. İşte orada biz böyle olacağız). Boyut bir kandırmacadır. Zaten evrenin kabuğunda yani iki boyutlu yüzeyinde yaşamıyor muyuz? Aynaya hapisiz. Kur'an'da adı çok geçen GÖLGE kelimesi budur. İKİ BOYUTLUDUR DAİMA gölge... Ayetler "Gölgeyi uzattığımız zaman..." der. Bu uzunluklar bizi aldatmasın. Gölgeyi oluşturan ANA OBJE, uzayıp kısalmaz... Uzayan (Thales Teoremi gereği) ışığın kaynağına ve düzlemin durumuna göre gölgesidir.

Mahşerde KİMSEYE iltimas yok... Bir günü bin yıl olan sürelerde bekletileceğiz... Aynaya hapisiz. Mahşerde Hanifler BİR ARADA, İBRAHİM MİLLETİ'nin "Etkin penceresi"nde yer alacaklardır. İbrahim de bekleyecektir! Bu bekleme modudur (Bazıları bekleme AZABI derler). Daha sonra ise “Hesap görme" modu başlayacaktır. O zaman HANİF MİLLET ARŞ gölgesi altında yer alacaktır. Burası "Suya düşen, gölge" gibidir. Serindir...

Kabir azabı sadece BİR TEK gün için vardır (ki siz fiilen henüz kataleptik haldesiniz, gerçek ölüm değil bu. Gerçek ölüm moduna bizi alacak olan Münker-Nekir mekanizmasıdır). O bir tek günü saymazsınız, kabir azabı yoktur. Çünkü, onun yerine her azaptan daha beter olan "MAHŞERDE DİRİLME, MEYDANA YÜRÜME, HAŞROLUNMA, BEKLEME, HESAP GÖRÜLMESİ" gibi azaplar vardır. Kabir azabı bunun yanında minik bir kâbus kalır...


“Zaman Enerjisi“ Yukarı

Yerçekimi diğer tüm kuvvetlerin tersine TEK YANLI kuvvettir. Çünkü SADECE DALGASI (Vibration) özelliği vardır ve Particle (Parçacık) özelliği yoktur. Yani DUALİTY'si ikicililği dilemması olmayan tek kuvvettir. Çekimci bu dalgalar, maddeyi "Parçacık" gibi kullanır. Yani particle özelliğine DOYMAMIŞTIR. Kimyadaki DOYMAMIŞLIK gibi... Maddeyi PARTİKÜL olarak kullanan bu ÇEKİMCİ DALGA, maddeden KAÇARKEN çekimci (gravitik) özellik gösterir. Çekim kuvvetinin diğer kuantum kuvvet alanları gibi hem parçacık hem dalgacık özelliği yoktur. Çekim (kuvveti, enerjisi) gibi ZAMAN enerjisi de "TEK YANLI" kuvvettir. Zamanın da parçacığı (particle) yoktur. Sadece ZAMAN DALGALARI (Zaman depremi) vardır. Zaman dalgaları cisimden kaçarken "Onu yaşlandırır/gençleştirir=Çünkü zaman oku da çekim oku gibi iki yönde ilerleyebilir. Çekim oku ters ise elma yere düşer, düz ise elma göğe düşer). Zaman da böyledir. Çekim gibi maddeden kaçarsa "nedensellik/causality" ilkesi işbaşına geçer ve siz yaşlanırsınız. Eğer zaman enerjisi size (levitasyon=Elmanın göğe düşmesi gibi) etkirse, ok yönü değişirse SİZ GENÇLEŞİRSİNİZ. Zamanın da particle'ı yoktur. Çekimin de... Gravitonlar SANALDIR. Yani, "GUT (Büyük Birleştirme Teoremleri) matematiği (Süper Simetri) gereği graviton ve gravitino diye iki parçacık öngörülür. ÖNGÖRÜLÜR sadece... Parçacık olarak ÇEKİM bizi kullanmaktadır. Nitekim, karadelik tekilliğinin TAM merkezine ve yüzeyine ışık hızıyla düşen biri YÜZEYE çarpıp BİTTİĞİNİ sanırken, saniyenin 60 milyonda-biri bir zamanda "ÖTEKİ evrene" geçer ama dışarıdan bakan için (Kehf gözlemcisi için) o düşen kişi orada yavaşlamış ve EBEDİ DONMUŞ gibidir. Bunun nedeni ÇEKİM dalgasının PARÇACIĞININ OLMAYIŞIdır. Kullandığı parçacığı ORADA terketmiştir. (En azından görüntüsünü terketmiştir). Çekim , Zaman ve Termodinamik yasaları TEK yönlüdür. Termodinamik şudur: -273.16 Santigrad derecede SON sıcaklıktır (mutlak soğuk) ama bunun BİR DERECE altında, evreni Bing Bang olarak patlatan muazzam AKDELİK sonsuz derece sıcaklığı vardır. Bu sıcaklık ise -274 dereceden başlar. Yani EN SOĞUKTAN daha soğuk olan CEHENNEM sıcağının ta kendisidir. Bu durumda termodinamik OK YÖNÜ de dalgacıktır. PARÇACIĞI yoktur. Parçacığını BİG BANG (Aknokta odağı) olarak AKNOKTADAN ödünç alır. Öyleyse, doğa kuvvetleri temelde ikiye ayrılır:

1. Çift yönlü kuvvetler: Güçlü ve zayıf nükleer kuvvet ve Elektromagnetik kuvvet.
2. Tek yönlü kuvvetler: Çekim, zamanın akma yönü ve thermodinamik ok yönleri...

Elbette zaman enerjisinın BİR ÇIKIŞ noktası yani zamanın ucu vardır. Bu evrenimiz için AKNOKTA (Bigbang) patlaması ANI'dır. Buna NEDEN (öncelik) diyoruz. Öncelikten yani merkezden GENİŞLEMEYE yani ÇEVREYE doğru ÇAP boyunca evren genişler. İlk sıcak ve dar olduğu yer DÜN (neden) şimdi soğuk ve geniş olduğu bu yer/zaman ise farklıdır. Çünkü en başta zamanın akması DAHA yavaştı. Adem, Nuh falan tam on asır yaşıyordu. En erken vefat edeni/aslında etmeyeni İDRİS 700 yıl yaşadı. Bu BİZE GÖRE... Yani evrenin ömrünü biz 16 milyar yıl diye ölçerken ŞİMDİKİ zaman ölçümlememize göre (Süpernovaların soğuma sürecine göre) hesaplıyoruz. Eğer insanların biner yıl yaşadığını düşünürsen O TAKVİME göre evrenin ömrü 60 milyon yılı geçmiyor... Ama Dinozor fosili bulduğumuzda diyoruz ki 300 milyon yıllık (C-16 metoduna göre). Eğer Nuh as. olsaydınız, Adem'in inişi ile kıyamet (gelecek) arasının 60 milyon yıl; ve Nuh'a kadar tüm dünyanın da 500 bin yıllık olduğunu söylerdiniz. Ama biz Nuh'un gemisini bulup da C izotopuyla ölçtüğümüzde 50 bin yılı aşan bir rakam verecektir.

Ömür denen şey zaman enerjisi cinsindendir. Bunun enerji olduğunu bulan Kozyrev'dir... Ve teknik aletleriyle de bunu isbatlamaktadır. Gençlikte zaman geçmek bilmez, çocuklukta kalırsınız sanki... Ama yaş kemale erince de DURMAK bilmez, durduramazsınız. Çünkü gençlik/Neden ve Yaşlılık/Sonuç uçlarında zaman FARKLI hızda akar. Gençler Acyd'lidir, Yaşlılar da Alkali (Toprak elementi). Birinci durumda zaman enerjisi ADEM'in 1000 yıl yaşaması gibidir. Yaşlanınca da bunun tersine iner... Yani 70 yılda yolcu oluveririz. Toprak alkali elementler ile zaman enerjisinin soğurulması (Absorb) arasında DOĞRU orantı vardır. Sivilceli ergenlikli ASİTli genç yüzlerini biliriz. Çok sık ve koyu renkli sakalları vardır ama yaşlanınca bu seyrelir, sivilce akne ortadan kalkar, yerine nurlu bir deri gelir. Renk beyazlaşır ve karayağız delikanlı yaşlanınca bakarsın ki "Sarı yağız, beyazyağız" oluvermiş.

Zaman enerjisiyle Güneş’teki enerji çevrimi YİNE doğru orantılıdır. Güneş GENÇ iken Hidrojen yakar ve bunu Helyum çekirdeğine çevirir (Fusion çekirdek erimesi) 4 tane H'den bir He elementi çıkar, bilirsiniz... Bunun bir benzeri de PARABİYOLOJİ bilimi gereği bizde olmaktadır. Hücrelerde Asit-Alkali çevrimi sırasında AĞIR HİDROJEN suyu birikmeye başlar ki, bu yaşlılıktır. Hücrelerin hidrojene olması onun yaşlanması anlamındadır.


“Helena Blavatsky” Yukarı

Helena Blavatsky gelecektekilerin bile şaşırdığı çok esrarengiz bir kadındır. Bu konuyu ve İDARİ konuları bir yazı yazarak, yazı asarak çözüme kavuşturabiliriz. Çünkü benden saklanması istenen pek çok şey de var. Bazı sakladıklarım, dönüp dolaşıp, başıma bela oluyor, o zaman o sözünü ettiğiniz "Kopukluklar" oluyor. O “Dancing Queen” ırkından veya takımından. Mehdi'nin annesi Adalaid , Jana, Meryem, Salome vb. bunların tamamı Dancing Queen... Eyyub'un eşi... Yusuf'un öz annesi ve Yusuf'un kendisi... Melike Belkıs (Sebe kraliçesi), Madame Blavatsky...

Yusuf peygamberin HİÇBİR akraba geni olmadığı için, yeryüzüne bir YUSUF daha gelmeyecektir. Hz. Meryem Huri'dir ama İsa değildir. Bir bakışta YY olduğunu anlamak mümkün değil. Bunu Hz. Süleyman bile anlayamamış:

"... Helena Blavatsky tarafından 1831 yılında kurulan Theosophical Society adlı derneğin amacı, insanlığı Dünya Öğretmeni Maitreya'nın yeryüzüne yeniden gelişine hazırlamaktı..." diyor eleştirmen.....

Evet "3M'den biri Maitrea'dır...". Hatırlayalım: Sebe Melikesi'nin Dünya dışı genden olduğunu anlamak için SU DOLU BİR HAVUZ yaptırmıştı Süleyman Peygamber... Üzerine cam koydurmuştu ki, kraliçe "Eteklerini toplasın".

Neml 44. Ona denildi: "Köşke gir!" Melike onu görünce su sandı ve baldırlarını açtı. Süleyman dedi ki: "O, cilalı sırçadan yapılmış bir parlak avlu/zemindir." Melike dedi: "Rabbim, doğrusu ben öz benliğime zulmetmişim. Artık Süleyman'la birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oluyorum."

Geri Dön     Yukarı