HANS von AIBERG'İN YENİ YAZILARI
- 31 :
HANİFLİK ve
Kelime-i TEVHİD
HALİLULLAH/HALİLURRAHMAN
HANİF DİNİN KURUCUSUSU
İBRAHİM§ (Abraham-avram)
Sevgideğer Hanifler.
Allah kuşkusuz "YALNIZ"dır.
Kimseye gereksinimi yoktur.
Kuşkusuz böyledir.
Ancak, Allah sanki kuralı bir kulu için ayrıcalıklı kılmıştır.
Allah'ın BİR TEK DOSTU VARDIR DAHA ÖNCE YOKTU ve DAHA SONRA HİÇ DOSTU
OLMAYACAK. Hal böyleyken, Hz. İbrahim için bu ayrıcalık neden var?
Halilullah İBRAHİM
‘Hem elçi hem değil’
Müttekilerin yani Allah’tan en çok korkanların en başı Mukarrebun olarak
“Hanif makam” sahibi ve Sabıkun olarak “Makamı İbrahim’in özel
sahibi İbrahim§dir. Niçin böyle ayrıcalıklıdır? Âyetlerdeki yanıtlar
çok açık: ALLAH’ı aklen bulma borcunu ödeyen tek insan İbrahim§ ilan
edilmiştir. İbrahim§ Allah’ın dostu=“HalilürRahman” olmuştur. Niçin
İbrahim ve neden Haniflik? Bu “niçin ve neden” sorularına bir bilim adamı
olarak yanıtım olmamalıdır. Bilimin görevi “nasıl” sorusuna yanıt
vermektir..
ALLAH’ı bulmayı akleden biricik insan İbrahim§ bir bakıma ne elçidir ne
de değildir. Nedeni çok şaşırtacaktır. Çünkü Allah’ın yeryüzüne
gerek Cin gerek insan olarak atadığı tüm diplomatları yani Allah elçileri,
ta ezelden seçilmiştir. Ancak, bu elçiler listesinde adı yazılı olmayan
tek kişi, hem sonradan elçi olmuş, hem Allah’ın tek dostu olmayı haketmiş
İbrahim§dir.
Bu gizemleri, İbrahim§in kökenlerine dek bilmek için âyetler dışı bazı
kaynaklarımız var. Brahm dininin egzotik putlarının imalatçısı tüccar
babası Azer ile birlikte 13 yaşında Önasya’ya gelen İbrahim§ put imalatçılığı
ve tüccarlığından inanılmaz bir servet oluşturan babası Azer’in tek çocuğu
olmasına rağmen, onca zenginliğin değil başka bir arayışın peşine düştüğünde
hâlâ 13 yaşındaydı ve gözü hiçbir şey görmeksizin babasının pahalı
putlarını kıracak kadar kararmıştı. Putları geceleyin kırıp, balyozu da
büyük idolün kucağına bırakarak, babasına “Büyük put, ötekileri
paramparça etti” diye yalan bile söylediği âyetlerde yer almaktadır.
Yine âyetlerden biliyoruz ki, genç İbrahim§ kendiliğinden “Evresel
Allah”ın peşine düşmüş, bu uğurda “Güneş, Ay ve Yıldızlara”
secde etmiş ama hepsinin yaratan değil yaratık olduğunu ve “Kayıp kozmik
tanrı”yı temsil edemeyeceğini kavramıştı bir kere... Her geri çevrilişinde
yeniden arayışını sürdürüp deneme-yanılma-doğruyu bulma yöntemiyle her
şıkkı arıyordu.
Zig-Zag
kapalı devre yayınlarından Hızır Tezkiresinde, “Aradığı Tanrının görünmemesi”
gerektiğini aklettiği ve şöyle isyan ettiği yazılmıştır: “Aklımla
biliyorum ki beni aklımla birlikte yaratansın, sen varsın, beni duyarsın. Çık
ortaya, ben seni arıyorum, sen 13 yaşında bir çocuk olan benden kaçıyorsun!”
Bu
öylesine bir takıntı haline gelmişti ki, Allah, 24 saat kendisini tahkik
eden bu kulunu diğer kullarından daha çok severek, onun aradığı işaretleri
göndermeyi, biraz da kulunu daha çok sınamak için peşpeşe verdi. Cebrail
“Ben senin rabbinim”diye indi. Henüz Allah elçisi bile olmayan çok genç
İbrahim§e ALLAH kural-dışı olarak Cebrail’i gönderdi ancak daha 13 yaşında
en büyük aklın sahibi İbrahim§“Sen benim tanrım olsaydın böyle tenezzül
edip, karşımda bulunmazdın. Sen benim tanrım olamazsın, belki de şeytansın,
ben hala tanrımı arıyorum, her kimsen aradığım sen değilsin!” diye
Cebrail’i bile reddetti.
Çünkü
Haniflik Allah’ı bile sorgulayıcılıktır. Ayetlerden genç İbrahim§in
kalbinin asla mutmain olmadığını anlıyoruz. Sonunda Allah yine
kural-dışı olarak, liyakatinden dolayı İbrahim§i Resul seçtiğini
bildirdi. İbrahim§ elçi olmadığı halde elçi oldurulmasına bile o kadar
da sevinemedi. Çünkü kalbi mutmain olmuyor, adını koyamadığı bir şey
daha istiyordu.
Allah kuşkusuz kalplerin okuyucusudur ve her şeyin adını koyucudur.“Hızır
Tezkiresi” bu konuda şöyle yazıyor: “Yüce Allah, elbette ezelden beri
kendini aklen bulan İbrahim’e elçilik payesi vereceğini biliyordu. Hiç bir
ilahi etki telkin etmeden, tam tersine gizlenerek kendisinin peşini bırakmayan
İbrahim’in aklı, toplam insanlardan daha çok Allah ile meşguldü.
Allah’tan onun kadar korkan bir kul daha gelmemiştir, belki de gelmeyecektir.
Bu inanılmaz bir imtiyazdır.”
Öylesine
üstün bir akıl sahibinin elçilikle ödüllendirilmesi mutmainliğinin teskin
edilmesine yetmiyordu. İbrahim§in adını koyamadığı tatminsizliğin adını
Allah koydu: ‘Ey İbrahim sen Veliullah dostum olur musun?’ İbrahim§ yine
sıkıntılıydı: ‘Kuşkusuz senin tüm Resullerin dostun evliyaullah’tır.
Ancak Allah varlığını araştırmadan vahy yoluyla zaten inanıp, hazıra
konuyorlar. Ben seçtiğim için Allah dostu veli-ullahlık istemiyorum. Senin
beni arkadaş, dost edinmeni istiyorum, velilik eksik kalsın!..” Yüce Allah:
“Bunu sana vermem için bir bilmeceyi çözmelisin:Karşılığında bana ne
vereceksin?” diye sordu. İbrahim§in akıllı yanıtı bilmeceyi çözdü:
“Sana aşk laubaliliği dostluk (Rahim) değil, sana ilmi saygımı yani
korkmamı (Rahman) sunacağım” Tek ve dolayısıyla yalnız olan Allah, bütün
geçmiş-gelecek kulları arasında bir istisna yaptı. Örneğin kulları
Allah’ı Rahim olarak seçtiklerinden dostu=Veliullah, mevlana olmuşlardı.
Bu kez kulları seçtiği için Allah onların dostu değil, bizzatihi ALLAH seçtiği
için İbrahim kulunu HALİL ÜR RAHMAN=Allah’ın tek dostu ve özel biricik
arkadaşı olarak payelendirdi.
Böylece Allah sürekli doyumsuz İbrahim§e HalilürRahman=Rahman dostu olarak
aradığı tüm doyumu bir çırpıda verdi ve birinci dereceden “MÜTTEKİ”
kıldı. Böylesine üstün bir akıl sahibi (elçiliği bile meçhulken) İbrahim§
arada hiçbir vahy olmaksızın, hem de kırklamış yaşlarda değil, 14 yaşında,
üstelik görevi-misyonu olmadığı halde sırf aklen tahkik ederek,
usavurmayla, spontane olarak saplantısı olan Allah’ı bulması gerçekten akıl
almaz bir fenomendir. Siz Allah’ın dostuysanız velilik ile yetinirsiniz. Ama
Allah sizi dost edindiyse adınız “HalilürRahman ve Halilullah”dır.
Bu
müstesna, çok özel dostluk sadece İbrahim§e verilmiştir. Gerçekten Yaratıcı
ile yaratık ahbaplığı o hâle ulaşmıştır ki, Allah, İbrahim§in her
duasını, her dileğini kabul etmiştir. Hatta uzun süre bekâr kalarak, yüz
yaşına doğru çifte evlilik yapan İbrahim§in duasının bile kabul edildiğini
İbrahim-39. âyetten
anlayabiliyoruz:
“Yaşlı
halimde bile bana İsmail ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun. Kuşkusuz
Rabbim duaları işitendir.”
“Dalya” dediği yaşta “Eğer Hacer’den de bir çocuğum doğarsa sana
kurban edeceğim” gibi olumsuz bir dileği bile Allah kabullenmiş ve İsmail§i
vermişti.
İbrahim’in “Allah’ın biricik dostu” olmayı hak edip etmediğini kendi
üzerimizde test edelim: Bir bebek düşünün ki ıssız bir adaya bırakılıyor.
Hiç bir kimse onu eğitmiyor, ya da hiç bir telkinde bulunulmuyor. O bebek ben
ya da sizlerden biri olabilirdik. Bebek, ıssız adada akil ve ergin olduktan
itibaren bir ömürboyu hatta bin ömürboyu düşünse acaba İbrahim§ gibi
Allah’ını bulabilir miydi? İbrahim akıl yoluyla 4 bin yıl önce Allah’ını
bulan ilk İnsan! Kaldı ki ondan 4 bin yıl sonra bilgi ve iletişim çağının
tüm konforuna, en modern olanaklarına ve refah nimetlerine rağmen, üstelik tüm
göksel kitaplar elimizin altında olmasına rağmen, bu akıl çağında bile hâlâ
ateist kalabiliyoruz. Ya da atalarımızın papağanı olarak dar din kalıpları
içinde dindarlığı yobazlık olarak benimsiyoruz, Haniflik olarak değil!
İşte HANİF bütün rağmenlere rağmen, Allah’ı kendi çabasıyla ve
kutsal uğraşıyla bulan, bu uğurda babası dahil tüm atalarını protesto
eden, hatta Allah varlığından mutmain olmadığı sürece Allah’ın
kendisini bile sorguya çeken bilimsel bir ekolün adıdır. Bir kere akli
iknaya ulaştınız mı, mütteki olup O’na bağlanır,sözün özü Hanif
olursunuz. Allah da Hanif olana bağlanır ve ayrıcalıklı imtiyazlar tanır.
Örneğin İbrahim-İdris-İsa Resuller olmasaydı, insanlık Sağ=Cennet ve
Sol=Cehennem diye iki sınıf olacaktı. Ancak biri “Rahmet”i biri “İlm”i
biri Kutsal Ruh’u temsil eden bu üç kulu gibi ayrıcalıkları olacaklara
“Üç sınıf” kuralını getirmiştir.
İbrahim-İdris-İsa gibi üçü de İ(elif) harfli üçler olmasaydı, gerçekten
Cennet-Cehennem diye 2 sınıf olacaktık. İbrahim§“Rahmet”i, İdris§ “İlm”i
ve İsa§ “Allah sözünü”(Kelamullah)temsil ettiğinden üçü için “Üç
sınıf” kuralı getirilmiştir. Bu üçüncü sınıf sabıkun; Cennetleri de
Mukarrebun (Kendileri yaklaşmışlar ve yaklaştırılmışlar, Yakın ve yakînler)
adını almaktadır.
Bunların
en başına Yaratıcımız İbrahim§ adlı arkadaşını koymuştur. İdris§
ve İsa§ ile “ÜÇLER” meclisini oluşturmaktadırlar..Sabıkun’daki
Makam-ı İbrahim Allah’a en yakın doruktur. Üçüncü ELİT sınıf
Mukarrebun bildiğimiz Cennet’in üzerinde yer almaktadır ve Allah
Cemalinin görüleceği yerdir...
ALLAH ahbabı İbrahim’in tüm dualarını, önerilerini peşin olarak kabul
etmiş ve benimsemiştir. Örneğin, o günden sonra gelecek tüm dinlerin tümünün
adını MÜSLÜMANLIK ya da İSLAM olarak koyan İbrahim§dir:
“Babanız
İbrahim’in Hanif dininden olun. Resulümün size tanık olması, sizin de
insanlara tanıklığınız için (İbrahim, kendinden sonraki Musevilik ve
Hristiyanlık gibi) daha önceki dinlerde, şimdi bu dinde (İslam’da) size
“Müslümanlar” adını verdi. Öyleyse namazı kılın zekatı verin ve
Allah’ın ipine tutunun. O dostunuzdur.”
Yukarıdaki
Hacc-78 Babanız İbrahim’in Hanif dini”ni emredip bize “Müslümanlar”
adını verdiğini teyid ediyor. İbrahim§ hem İSLAM adının hem biz
Haniflerin hem âyetlerde geçen “İbrahim Milletinin” babasıdır.
Oysa İbrahim§ öncesi dinler “Sabii” adını alırdı. Çünkü İlk
insan-ilk Resul olan Âdem§, direkt 33 yaş görünümünde yaratıldığından,biz
gibi çocukluğunu hiç yaşamamıştır ama 950 yıllık ömrünce hep “Çocuk=Sabii-Sübyan”
saflığında kalmış, “Safiyullah” lakabını almıştır. Dolayısıyla
Âdem§e indirilen “Safiyet, sabiilik” adlı İslamiyettir. Sabii / Sabiye
ya da Sabihi ismi altındaki kitabi din, Musa§dan bin yıl önce İdris§e
(Enuh ya da Enok, Antik Mısır adıyla Aten ya da Aton) indirilmiş, daha sonra
“Yıldızname” dinine çevrilmiştir.. İbrahim§ köken itibariyle Brahmi
idi. Resul olduktan sonra İdris§in getirdiği “Sabii”lik üzerine devam
etti. Ancak köklü kavram kargaşaları olduğu için İbrahim§, Hanif dini biçimlendirmeye
önce Sabii’lik yerine SLAM kelimesini önerip yeni dininin temelini
atmaya başladı. SELAM=BARIŞ DİNİ BÖYLECE BAŞLADI,,,
ALLAH bu öneriyi hemen kabul etti ve o günden sonra tüm dinlerin adı İslamiyet
oldu. İbrahim§in adını koyduğu SLAM günümüzde İslam biçiminde ve
mensupları da Müslim olarak belirlenmiştir.(Müsliman sonunda ‘an”
Farsça-Kürtçe çoğul ekidir.) İbrahim§ dönemi Mezopotamya yöresinde
(Elam Sümercesini saymazsak) egemen dil, Babilonya (Babil),Asuri (Süryani)Kalde
(Geldani) Akkad (Nineva’ca) Nebati (Nıbti) lehçelerinin yer aldığı Samice
diliydi. Çünkü bir kaç-on kuşak önce Nuh§un oğlu Sam, babası tarafından
bu
yöreye gönderilmişti. Öte yandan, İbrahim§ doğal olarak kendi soyundan
gelecek olan Beni İsmail’in dili Arapça gramer de oluşmuş değildi.
Sanskrit kökenli İbrahim§ o dilde barış anlamındaki SLAM sözcüğünü günümüzdeki
haliyle İslam’ı dinine ad olarak seçmiştir. İslam mensubu Müslümana ise
o çağ dilinde SALMONİ (Süleyman / Salomon / Salmon / Selim ve Salim adları
bu köktendir.) yani, SELÂM denmekteydi. Anlamı Barış, esenlik, Selâmet,
Allah’a teslimiyet ve Selâmlaşmak’tır. En güzeli de BARIŞ demektir. Bu
önerme de kendi soyundan olan Beni İsmail ve Beni İsrail dillerinde S-L-M kök-harfleriyle
Tevrat, Zebur, İncil ve Arapça Kur’an içinde yer aldı. Antik Sami
dillerinde Barış=Sulh olup, Sanskritçe etimolojisinde barış-güvence anlamındaki
SLAM önermesi benimsenmiştir. (Salaam, Salut, Shalom)
HEM dinin adı hem de görgü kuralları açısından selâmlaşmak (Barış güvencesi
vermek) olan SELÂM Vakıa-25-26’da Sabıkun ehlinin birbirine “Selâmına
Selâm” demeleriyle tescil edilmiştir. Dikkat edilirse “Cennet ehlinden”
değil, onların üstündeki Sabıkun-Mukarrebun ehlinden söz ediyoruz ki, bu
Vakıa/10-26. âyetler arasındaki ELİT kimselerin Sabıkun’udur:
“Orada(Sabıkunda)
ne boş bir laf işitirler, ne de görgü dışı bir söz!”.
“Tek işittikleri söz yalnızca SELAMINA SELAM’dır.”
Hemen
bunun ardından gelen 27nci âyet ise Sabıkun’dan, bir alttaki “CENNET”
ehlini anlatmaktadır. Cennet ehli, herhalde dünyasal ağız alışkanlıklarıyla
o abartılı klişe ve zamanı mahveden ağdalı selamlarını talim
edecekler:
-“Esselâmü
âleyküm ve Rahmetullahi ve Berakâtullahi”
-“Ve aleyküm selam Ya Haci!”
-“Merhaba mirim! Merhaba Ya âyni”
-“Merhaba üstaz! Merhaba Ya habibi”
-“Nasılsınız İnşaallah, kerimeniz, mahdumlarınız sıhhat ve kemali
afiyetteler mi?”
-“Elhamdülillah, keyfimiz aliyyül ala, zatı allerinizin kerimeleri, mahdum,
mahdume ve cariyeler de inşaallah nasıllar?“
-“Âliyyül âlâ! Maile memluklarınız zatı şahanenize duacılar,
ellerinizden bûs ederler.”
Bu
konuşma uzar gider. Şol Cennetin ol âdemlerinin öğlen paydosu, benim de
sayfam bittiğinden ve daha 40 kişiyle böyle selamlaşacağınızdan boşboğazlıktan
alıkoymayayım. Bunun içindir ki Allah, bu “boşboğazlık” yerine, Sabıkun’dakilere
“Selâm’ına Selâm” dedirtiyor. Çünkü karşılıklı iki selam yukarıdaki
konuşmaların tümünün yerine geçiyor. Dostu İbrahim§’in her dileği
gibi selam verme dileğini de kabul etmiştir. Selâm, Tevrat’ta Şalom,
İncil’de Salut biçimindedir ki, bu ipucu bile Musevi ve Hristiyanların
“Selâm-İslam” kökenli hatta isimlerinin Süleyman kelimesinde olduğu
gibi SLAM ve SELÂM türevinden geldiğinin göstergesidir.
ALLAH dostu İbrahim§’in her dileği gibi selam verme dileğini de kabul etmiştir.
Böylece selametli, selamlı, barışçıl adı olan Hanif SLAM dinine kavuşuldu.
Daha sonra İbrahim§ “Tevhid” yani birleme şehadetini Slam dininin giriş
vizesi, biricik anahtarı, Cennet pasaportu sayarak benimsedi. Böylece “La
ilahe illallah” o günden sonra dilimizde-dinimizde yer aldı.
İbrahim§in
kelimei tevhidini bugün ve kıyamete kadar aynen, orijinal imlasıyla
kullanmaktayız. Kıyametten sonra da... ALLAH ahbabı İbrahim§in tüm dualarını,
önerilerini kabul etmekteydi. Hanif dini aynı zamanda Tevhid=birleme dini olduğundan,
Allah “La ilahe illallah” tevhidi önerisini derhal, Cennet’in kapısına
diledi. Hangi kulu bu DİGİTAL tevhidi söylerse Cennet’e giriş anahtarı
verdi.
Allah
Rahmetinde olmak için“La ilahe illallah” demekten başka hiç bir çıkar
yol yok. Allah’ı ikileyenler, üçleyenler ve binleyen ortakçılar yanında
Allah’ı “Sıfırlayıp” reddeden ateistlere koskoca bir sıfır kaldı! Kâfir,
Allah’ı yok sayıp, sıfırlayan, Hanif Allah’ı birleyen, müşrik
Allah’ı çoğaltanlardır. Üçleyen, (Örneğin Baba-oğul-Kutsal ruh
teslisi ile üçleyen hristiyanlık) hatta binleyenler (Binlerce tanrıdan bir
teki Yahowa’dır) Allah’a ortak koşan müşriklerdir. Gelelim biz Müslümanlara:
“La ilahe illallah” dedik mi cebimizde Cennet tapusu varmış gibi ağlanacak
halimize seviniyor, “Ehli Kitab Müşrikler” hitabının muhatabını Musevi
ve hristiyanlar sanarak, Cennet ile müjdelenmiş gibi pişkinlikle sırıtıyoruz.
Ehli kitab kavramının “Müslümanlar”ı da kapsadığını bir anlasaydık,
cebimizdekinin Cennet tapusu mu yoksa Cehennem tapusu mu olduğunu bir anlardık
ki, çığlıklarımızı Zebaniler duyardı. Öyle ya bize de kitap verilmedi
mi? Biz ehli Kitab değil miyiz? Âyetlere bakıyorum, yarısı biz müslümanlara
Cehennemi müjdeliyor.
“Onlar için oruç kendilerini aç bırakmaktır. Vay onların kıldığı
namaza, namaz kıldıkça daha azarlar! Her Hacc kabul edilseydi Cehenneme gerek
yoktu! Siz de diğer ehli kitab gibi üçlemeyin! Neredeyse gökler tepelerinden
çatlayacak” ve daha neler neler, hep bize şamar!”
Doğrudan
müslümana yönelik bu sureler ve özetlediğim âyetler doğrudan MÜSLÜMAN’ın
içler acısı halidir, hiç bir hristiyan ve museviyi bağlamıyor. Çünkü
Maun suresi namazdan nasıl gafil olduğumuzu anlatıyor. Diğer dinlerde namaz
olmadığına göre... Konuya girerken “Sırıtmayalım” pişkinliğe
yatmayalım dedim! Sonra da ekledim “Biz de ehli kitabız, bize de kitap
verildi! O halde ilahi ikazlardan müstağni değiliz.
Suçu,
Allah’a şeytanı ortak koşan (Mecusilerin Hürmüz ve Ehrimeni örneği)
ikileyen Müslüman-mezheb Dürzilere de atamayız. Müfrit rafizilikte
“Allah, amcasınınoğlu Muhammed’i resul olarak indirip, kendini Âli suretinde
sakladı” diyenlere de suçu atamayız! Zaten bunlar mezheb değil ayrı bir
din! Ayette kastedilenler doğrudan kendilerini Sünni ve Şii ya da
Yezidi-Alevi diye bölenlerin ta kendileri... Biz bölmüyor, birleştiriyoruz!
Hangi mezhepten olursak olalım, ama samimi olalım, özleştirimizi yapalım!
Her halukârda Allah’ı namazda şöyle bir usulen anıp, asıl sadede
geliyoruz. Bir mezheb Resul rızası ve şefaati için milyonlarca Selavat
getirirken, diğer mezheb ise şefaati amca-oğlu Âli’den umarak, kan revan içinde
kendini zincirle dövüyor. İkisine de soruyorum, YARATAN Allah’ı bu taptığınız
YARATIK kullar kadar andınız mı, kendinizi Allah uğruna bir iğne
ucuyla yaraladınız mı? Yoksa Çeçenya’da parçaladınız mı? Açıkçası
tanrılar çiftleniyor Allah ikinci sıraya indiriliyor.. Bundan beteri de
Allah’ı üçüncü sıraya koymaktır ki, “Üçlemeyin” uyarısı asıl
bu anlamı yüklenmiştir. Allah’ı namaz içinde bırakıp, ezan öncesi ve
sonrası selavat ve fatihalarla Resulullah§ı da şöyle savdıktan(!) sonra,
sabahlara kadar “Şeyhoca” efendi hazretlerine esirce tapınmak için
cemaatlerine koşturanlar!
Herkes
ilk sıraya koyduğu tanrısını belirlemiştir. İlk sıradaki tanrı şeyHoca
efendi, İkinci sıradaki Resulullah ve en altta ise Allah!.. Hani, “Canım
yabancımız değil, şu bizim Allah!” laubaliliğine alışkın dilimiz Allah
saygısızlığına öyle yatkın ki, Allah, “Oyun havası” narası ya da
“Bela okumak” için edilgen ihtiyaç, “Vallah-Billah” yalan yeminimizin
istismarı, “fellahın ettiği galiz küfürün” hedefidir.
Hatta
Allah’ın Esmaül Hüsna’sı zikir halkası meczubluğunun “Show”
malzemesidir. O ne zıplatan meczubluk, o ne irkilten cezbe, o ne gürültülü
sallabaş zikir halkası!..
DİN konusunda kimsenin tuzu kuru, sırtı pek değil! Tuz bile kokar, mezar soğuğunda sırtınız
üşeyebilir, kefenin cebi delik olduğundan Sarmusaklı-darçınlı mercümek
çorbası bile içemezsiniz! Cehennemde buzdolabı yok, her an çorba yanığa
kaçabilir! Ben espri yapıyorum ama bazıları da kara mizah!.. “Allah, Allah
bu nasıl sevmek” diye oyun havası oynayanlara o an eskaza eğer Allah elçisinden
söz ederseniz, hemen sağ ellerini kalpleri üzerine Masonik Selâmı vermek üzere
götürüp, “Selavat” getirirler! Hiç o işgüzarlığa, o inanılmaz abartıya
dikkat edip şaştığınız olmadı mı? Selavat Allah emridir ama, bunu
sessizce, içlerinden yapacaklarına “Zikir halkası” salla-baş Show’una
çevirip bunu bir marifet ya da iman gösterisine dönüştürürler.
Onlara
sorunuz, sizin tanrınız, “Çıtmak” şakırdatıp oynadığınız “Allah
Allah” oyun havası mı, yoksa havaya zıplayıp selavat getirdiğiniz
Resulullah mı?
Onlara,“Niçin
tanrınızı ikilediniz? Hangisi sizin tanrınız, zilleri takıp, oynadığınız
mı, yoksa saygı showu gereği ayağa zıplayıp, selavat tiyatrosu yaptığınız
mı?“ diye sorun.
Beterin
beteri var, çünkü üçleyecekler! O kişiler Mürşidi Kâmil şeyHoca efendi
hazretlerini, Hoca efendilerini TV ekranında şöyle bir gözucuyla görürlerse
ev mezar sessizliğine büründürülür!
Yanlışlıkla
bir mecliste görseler secde halinde yere kapaklanıp, el-etek öperler, sonra
evcil hayvanlar misali sahiplerinin dizinin dibinde oturakalırlar! Bu saygı
değil yalakalık, yaptıkları da şeytani bir mezhebin ayini!..
Kelimei tevhidi ve şehadeti kuru kuruya getirenlere sormayın izleyin lütfen!
Onların saygımsama sırasına bakıp, üçledikleri tanrılarını yukarıdan
aşağı sıralayabilirsiniz ve sonra sorabilirsiniz: “Hangisi sizin taptığınız?
Hangisi sizin kitabınız?”
Arkeolojik
antik eser, 7 kat muşambaya sarılmış muska gibi açılıp okunmasın diye duvara
asıp idam ettikleri Kur’an mı? Hani hiç anlamadan yüz kez hatmettikleri
Kur’an... Haydi canım! Kim anlar Kur’an’ı?
Varsa
hadisler, yoksa hadisler! Sanki okuyup, sünnet diye uyguladıkça şefaatlere
gark olacak, elçimiz gibi Allah’ı da kandıracağız! Buyrun, Kütübi
Sitte’den sahih hadis: (Hadisi yapmak Sünnettir, sünnet şefaattir. Cennete
girmeye nedendir) Hadis şöyle:
“Kim
bir kertenkele öldürürse 7 veya10 büyük günahı silinir, yerine 7-10 büyük
sevab yazılır...” (Resulullah ne ister, zavallı kertenkelelerden?) O zaman
kertenkele çiftlikleri kurup, kuluçka makinesinden hızla üreterek, mesela mü’min
başına her ay bin tane kurban(!)edelim! Elbette zenginler tamamen günahsız
olur, hatta kertenkele çiftliği kurmaya kalkabilir. Kur’an duvarda asılı,
Hadisler gazete ilavesinde basılı... Sabahlara kadar “Külliyat” okuyanların
kitabı artık belli! En çok okuduğunuz, sizin kutsal kitabınızdır. En çok
andığınız sizin tanrınızdır. İşte böyle bir keşmekeş içinde dilimiz
“La ilahe illallah” desin, kalbimiz ise üç tanrıya tapınsın, sonra da
vahdaniyetten, ehadiyetten, Allah’ı birlemekten söz edelim!
Bazı eylemlerimiz gerçekte mürailiği aşıyor, mürtedliğe ulaşıyor. Ama
biz bunların ilkine takıyye ikincisine tedbir adını vermişiz! İslam
papalarının kendi papağanlarının günah kirlerini (Hamamda keseler gibi) çıkarıp,
Cennet tapusu satmalarına karşı İbrahim§ dini putperest müşrikler için
“Sizin Tanriniz en çok ADINI anıp, kullandiğiniz kişi ya da nesnedir”
der!.. Allah’ı salat (Namaz da diyorlar) içinde şöyle bir anıp, elçisine
postu kurtarmak için şefaat yalakalığı yapan ve asıl tanrısı olan kişi
ve külliyatlara, mektubatlara yönelenler kim olursa olsunlar, Allah’ın
ipine değil kul ipine tutunmuşlardır. Kul ipi ise Cehenneme kadar uzanan bir
tuzaktır. Allah her Namazı, Orucu, Zekâtı, Haccı kabul etmediği gibi, her
Kelimei Şehadet ve tevhidi de kabul etmez.
Çünkü
en temel ibadet söylenmesi en zor olan “La ilahe illallah”dır, böyle
biline!
Dünyada
6 milyar insan var ve bu en basit ibadet olduğu halde gerek söylenmesi,
gerekse uygulaması çok zor hatta imkânsız bir ibadet! Tevekkeli İbrahim§
bu kadar kendini bir TEVHİD için helak etmedi. Biz ehli kitabız, Kur’an’ımız
da diğer göksel/semavi kitaplar gibi Allah katından, ana kitap Levhi
Mahfuz’dan indirilmiştir. Biz de her ehli kitab gibi tanrılarımızı bir
rakamı hariç, ikiler, üçler ve vites değiştiririz. Biz şaşarız, zira beşeriz!
Kendimiz gibi insana taparız, İbrahim§in Allah’ına ne gerek var? Hazır
oyunhavası ve askerlik arkadaşımız, bela-küfür için kullandığımız bir
Allah’ımız var ya, o bize yeter. Öteki TANRI yerinde kalsın!
(İzleyen yazı HACC)
6
Eylül 2001
|