HANS von AIBERG'İN YENİ YAZILARI - 19 :

slm & slm
svgdğrler

"A. says:Sağlığınız iyidir inşallah?

Hans says:
sağlığım bir mucize gibi birden düzeldi! Sanki o kadar acıyı ben çekmedim? Sanki böbreğimin birini almayacaklarmışçasına...DEMİR gibiyim."

Dostlar çok teşekkür ederim. Yukarıdaki Chat'te de belirttiğim gibi "TURP" misali sapasağlamım. Yani endişe edecek hiçbir şey yok. Film çektirdim "Hiç hastalanmamışım" misali sapasağlam. O moralle oturdum, benim için üzülmenizi önlemeye çalışmak üzere yazıyorum. O kadar dert içinde şimdi bir de bana üzülmeyin, tam tersine sevinelim.

Zaten nasıl hasta olduğuma ben de şaşırdım. Yarımyüzyıldır üç kez hastalık geçirdim.

Birincisi 1971 yılında "Rahmetli ANNEM Müfide Atalay'ın" vakitsiz ölümüyle bir yarım felç yaşadım. 6 ay kadar tekerlekli sandalyede "TAHT" gibi kuruldum. Benim gibi felçli güzide bilim adamlarını da aynı hastanede (Zürich) tanıdım. Yani iyi bir TATİL oldu, bunu bana bahşeden Allah'ıma sonsuz şükran...

Vücudun sol yanını kullanamamak çok garip bir duygu. Bir yanınıza hükmedemiyorsunuz. O yanınız zaten hem hissetmiyor hem de buz gibi soğuk. Yani hayati tepkileri "rölantide" bekliyor.

Ama öyle bir durumda, "Düşünecek" bol zamanınız oluyor. Hele yanınızda tesadüflerin bir araya getirdiği evrenbilimci biri daha olursa...Oh keka gel keyfim gel! Felç bile keyif veriyormuş insana!...

İkinci hastalığım ise bir kaza sonucuydu: Mesleğim gereği bir kaza! Örneğin sürücüyseniz, o konuda kaza yaparsınız. Nükleer reaktörleri meslek edindiyseniz kaza da o yönde oluyor.  Mezkur reaktörün teslimi için son kalite kontrol testlerini yaparken, epeyce bir becquerel REM dozda radyoaktif kaçağa yakalandım. Kaynar sularda haşlayıp yıkadılar ve "Gitmeden cehennemi" gördüm. Bütün tüyler önce traşlandı, sonra cımbız cımbız alındı. Kaş ve kirpiklerim de dahil...

Üzüleceğime, siftah aynada kendimi görünce attığım kahkahaları hiç unutamam. Bir alien gibiydim. Çok komiktim. Meğer saydığım tüm tüylerimiz bizi "Yakışıklı" yapan unsurlarmış da haberim yokmuş. O günden beri zevk için "Hulki Cevizoğlu'vari" bir top sakal bıraktım. Zaten şu meşhur PERUK hikayesi de o günden yadiğardı. Saçlarım yeniden uzayana kadar (Ki kökleri alındığı için çok zor uzadı) öyle Peruk takıldım ki beni Yul Bryner sanmasınlar... 

Mesleği de bırakıp, Türkiye'ye döndüm ve "GAZETECİ" oluverdim.. Birkaç ay geçmeden de gazetenin müdürüydüm...O arada bir yıla yakın "Postiş" kullandım. E, böyle olunca da, müdürlük için sıra bekleyen "Tevfik Yener ve komik adam Selahattin Duman"ın hedefi olmaz mısınız? Doladı diline ve meşhur "Peruk hikayesi" böylece medyaya bomba gibi düştü. Çünkü biz medyatörler, birbirimize çamur atmak için elimizden geleni yaparız. Dolayısıyla yapay bir gündem ile benim "Peruk" şimdi kullanmama rağmen "Ünlü" oldu.

Üçüncü rahatsızlığım ise bu böbrek sorunu oldu. Sizler benden yazı beklerken ben oksalat denen sivri kumların, içimden binlerce iğne gibi batması acısı yanında, bir de belimi birileri çekip koparacaklarmış gibi bir işkence ağrıyla cebelleşiyordum. Purinol diye bir granüleyi kullanıyordum. Kumları döküyordu ama, tüm mesane yollarını çizip kanatarak... Denizde kum bende para misali, denizde kum ben de kum! Üç hafta kumdan şatolar yapacak kadar kum döktüm. Herhalde hafriyat bitmişti veya kooperatifin müteahhidi kum parası bulamayınca, benim böbreklerdeki "Kum" faslı da birkaç gün önce birden bitiverdi. Hani türk folklorunda "Eşeği kaybettirip, sonra buldurmak" misali bir sevindim bir sevindim ki...

Hastalıklarımın CİDDİ yanları yanında KOMİK yanlarını da birlikte yaşadım. CİDDİ olan şu ki, "KUR'AN ŞİFADIR" (40/44) Böylece başta Hz. İsa'nın ŞİFACILIĞI olmak üzere ŞİFACI'lara da prim vermek gerekir. Bu ayetle ilgili ileri bilgileri daha sonra konu edeceğim. Gelelim hastalığımın gayrı ciddi

Üç hastalıklarımın gayrıciddi taraflarına. Gerçek şu ki, üç hastalığım da "Kahkaha atarak" geçti. Sizlerin de kahkaha atması için yazıyorum: Acaba ben bir klinik vak'a mıyım? Neden normal olarak inleyip, sızlanıp yataklara perperişan düşmedim? Ben de bir eksiklik mi var? Aşk ve nefret örneği delilik ile deha arasında gerçekten çok ince bir çizgi mi var? Ben de her insan gibi kompleksli olamaz mıyım? Çok iddia edildiği gibi bana teşhisler konamaz mı? 56,5 yaşındayım acaba ben bir jeriatrik fenomen olamaz mıyım? Her ne kadar halen iyi bir balet olarak zaman zaman sahnelerde çalıp-söylerken, kıpır kıpır dansederken bir yanda inanılmaz bir dinginliğe, hyperaktive yaşantıma rağmen acaba bu jeriatrik bir vak'a olamaz mı?

Bilim adamı kimliğime bunlar çok mu uçuk şeyler? Bana doğruyu söyleyin ben yaşayacak mıyım?

VE JERİONTOLOJİ VE/VEYA PEDEGOJİ ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER.

Bizim Ankara'dan uzaktan kumandalı Webmaster'ımız A NİCK dostumun 90 küsur yaşındaki babaannesi geldi aklıma birden...

A. says: Hepimiz iyiyiz Allah'a şükür. Babaannem için çok iyi oldu akrabalarını görünce morali artıyor. Daha bir iyi oluyor.
Hans says:
Allah sağlıklar versin, çok sevindim.Büyüklerimiz "EMEKLİ" değildir.
Onlar bizim ŞEFKAT ŞEMSİYELERİMİZ idiler.Borcumuzu asla ödeyemeyiz. Borcumuzu ancak şöyle öderiz. Kendi çocuklarımıza, torunlarımıza ÇOK İYİ BAKARAK. Ne ekersek onu biçeriz. Ne kadar iyi bakarsan, o kadar
sana iyi bakılacaktır yaşlılığında. Yaşlılığında kimsen yoksa bile, sağlıklıysan bil ki bu kez sana sağlığını bahşederek, dingin-zinde tutarak ALLAH bakıyordur. KUR'AN HAKLI, Hepsi ayetlerden süzmeydi.

Nedir bu bebeklik ve yaşlılık? Bunun önce FİZİK tarafına bir göz atalım: Evren bebek olarak doğdu ve birgün ölecek. Akdelikte doğdu karadelikte ölecek. Karadelik yutacak, arkasındaki akdelikten kusacak. Sonra huzuru mahşerde yeniden bizleri "Olduğu gibi bir HOLOGRAM" ile yaratacak. Bunları aşağı yukarı biliyoruz. Yaşayan en büyük organizma olan evrenin yapısını biliyor muyuz?

1. Evren Öklid ise, öncesizlikten sonrasızlığa bir lineer çizgi içinde doğup-yaşlanıyoruz.

2. Evren Lobatçevski'nin semer (Eyer biçimi) uzayı ise aşağı yukarı aynı şeyleri iki ihtimalle (Hyperbol ve parabol olarak) iddia edebiliriz.

3. Evren Riemann-Gauss uzayı biçiminde yani bir KÜRE ise, işler değişiyor. Bebeklik ve yaşlılık birbirinden kopuk olmuyor. Yani bir ekvator boyunca bir tur atıp doğduğunuz noktaya geliyorsunuz. (Elips ya da çember olarak)

Evrenin bu üçüncü kategoriden olduğu kesinleştiğine göre, bir nedensellik (Causality) ilkesine göz atalım. Eğer evren doğru olsaydı birinci kategoriye, yarı doğru olsaydı ikinci kategoriye gidecekti. Ama Riemann uzayı "Doğru parçası"dır.. Bir eşlek turu atıp, aynı noktaya gelirsiniz.

Doğduğuuz nokta NEDEN=OL (oluş) ve öldüğünüz nokta SONUÇ=ÖL (ölüş) olacaktır. Kozmoloji sevenler için bir hatırlatma: Evren iki sabit arasında bir doğru parçasıdır. Yani iki ucu vardır.  Soğuk uçta (Sıfır kelvin, -273,16 C derece ki bu zemherir soğuğu) ve sıcak uçta (Bu ışık hızıdır, saniyede 300bin km.)

Evet hapishaneye girdik böylece...Ülkemizin sınırları bu kadar. Termodinamik üçüncü yasa gereği, SICAK UÇTAN (Oluş=Dün&geçmiş =Neden=Künnes=Dışa genişleme=Akdelik yayınması=Merkezkaç
kuvvet=Emisyon kutbu=Işık hızı limiti) SOĞUK UCA (Ölüş=Yarın&gelecek=Sonuç=Hunnes=İçe büzüşme=Karadelik kararması=Merkezcil kuvvet=Absorbasyon kutbu=Mutlak soğuk derecede hareketin durması. Elektronun dönememesi, protona düşüp, nötron evren daha sonra hızla karadelik evreni olarak çökmesi, arkasındaki tünelin ucundan yeniden "AHIRET"e zıplaması... (Güldürürken iyiydi değil mi?
Şimdi bunları bir düşünün de aklınız başınıza gelsin. Evrende aslında herşey BİR TEK ŞEYDİR=EŞİTLİKTİR. Onun için eşit (=) işaretini bolca kullanıyorum. Alın bir kağıt, bunları karşılıklı yazın. Kalem ile oynayın, çünkü Kur'an nasıl şifa ise, Kur'an aynı zamanda ilimdir Kalem ve yazdıklarına AND içmiştir Allah=Nun suresi, göreceksiniz neler neler üreteceksiniz. Kur'an'ın bir adı da ayette İLİM" olarak verilmiştir.)

Nedesellik ilkesi, malumunuz, bir nedeni sonucun izlemesidir. Yani neden öncü, sonuç takipçisidir. ÖNCE taş atılır SONRA cam kırılır. DOUMU=OLUŞU, arkasından ÖLÜŞÜ izler. Işık hızı NEDEN, Mutlak soğuk ise sonuçtur. Işık hızı EN BÜYÜK hızdır, mutlak soğuk ise EN KÜÇÜK hızdır. İlki NEDEN=OLUŞ, ikincisi ise SONUÇ=ÖLÜŞ'tür.

Demek ki neden ve sonuç arasındaki aralığı belirleyen HIZ faktörüdür. Hızlandıkça Neden ile sonuç arası arası kısalır. Örneğin hızlı olan ikiz, ışık hızının %99'una vardığında öteki ikizin zamanını 14 kat kısaltarak "GENÇ KALMASINI" sağlamaktadır. Çünkü hızlı olan neden ve sonuç arasını 14 kez kısaltmıştır.

Ya ışık hızının % 100'ünde?

İşte o an neden ve sonuç arası SIFIR olur. Yani neden ve sonuç ya da OLUŞ=ÖLÜŞ olarak tek bir şey olurlar. NEDENSELLİK ortadan kalkar. Taş atmakla cam kırılması eş anlı olarak gerçekleşir. Biri ötekini izlemez.

Allah bizlere "ÖL"dediği anda "ÖL"de demiştir. Hepsi gözkırpmadan olmuştur. Doğen, olan bir kez doğdu mu, artık ölmeye ölüme adaydır.

İşte bu durum Tarık suresinin hemen başındaki "Andolsun SEMA'YA" diye tekil bildirilen göktür. (Diğer her ayette ise SEMAVAT=GÖKLER diye geçmektedir. 

Işık hızı ile mutlak soğuk birbirine eşit olunca bakalım neler olur?

1. SANAL SAYI SSTEMİ ortaya çıkar. Yani ışık hızının bir üstünde TAKYONLAR ve MUTLAK SOĞUK DERECENİN bir altında -1 Kelvin derece ile gösterilen DAHA SOĞUK bir derece ortaya çıkar. Şimdi bunu da nereden çıkardım. Hiiç, anomalilerden. Yani evrenin en soğuğunun altındaki anomali sayısı şudur:

-1K derece demek=Evrenin en başta yaratıldığı yüztrilyonlarca derece CEHENNEMİ sıcaklığın ta kendisidir.

Unutmayalım, bir karadelik ve akdelik tüneli evrenin EN UZAK İKİ KÖŞESİNİ birleştirirken, dev bir tünel olarak resmedilir. Ama bunun tersine AYNI ZAMANDA, akdelik ve karadelik, bir kapının ikiyüzü gibi bir aradadırlar, yani kalınlık yoktur. Şimdi n'oldu? En uzak ile en yakın BİR ARAYA geldi. Çünkü NEDEN ve SONUÇ bir araya geldi. Çünkü en soğuk derece ile en sıcak derece bir araya geldi.

Bu şu demektir: Evren bir doğru parçası ve/veya Rieman'ın TEK NOKTA'sında bir ekvator turu atarak BAŞLADĞI YERE GELMESİ demek olan yarı doğru parçası gibi birleşmiştir. Yani bir doğru parçası, BAŞI ve SONU olan iki nokta arasında yer alır. İşte bu doğru parçasının iki noktasını bir çember gibi BİRLEŞTİRİP BİR  T E K  N O K T A yaparsanız, OL=ÖL olur. Işık hızının arkası takyon hızı ve/veya mutlak soğuk derecenin bir altı yine takyon hızıdır.

Bedenimiz +70 kg. olsun, ışık hızında (C) enerjiye dönüşecek yani 0 gram olacaktır. Ama ışıkhızını aştığınızda bu kez "bedenimiz -70 kg. imajiner sayı olacaktır. V=Kök ise V-4900 kg= 70i olacaktır. Birincisine maddi beden diyoruz. İkincisine BİLİNÇ yani holografik sanal BEDEN diyoruz ya da Takyon beden, esiri duble vb. diyoruz.

Aynı kuralı şimdi "YAŞLILIK-BEBEKLİK üzerine" uygulayalım.

Normalde, doğarız. Bu noktadan bir çember çizer, yani Allah'ın verdiği mühleti bitirerek, RUCU eder ve AYNI noktaya bir tur atarak döneriz. DOĞDUĞUMUZ=OL noktasına varınca da "ÖL" noktasıyla birleşiriz.

İkisi birleşik TEK noktada zamanın akma yönü "Dışa açılmış 4 boyutlu uzayda" bir çember çizip geri dönmektir.

Ama dışa açılamamış, bir TÜNEL'de (Hablilverid=Şahdamarı) kıvrılı kalmış 0 yedi boyut ise "TEK NOKTA" içinde yer alır. Kur'an'da "Yedi" önemlidir, yedi gök gibi... Ayrıca bir ayet de "Yedi ve mislinden=14'den arz'ı da yarattık" işareti vermektedir. İkizler çelişkisinde Haraketsiz olan İkiz'in 14 yılına karşılık, ışık hızının %99'u ile giden İkiz'in bir yıl yaşlandığını unutmayalım.

Takyonlarda, yani ışıktan hızlı sistemde zaman "Gelecekten geçmişe" dönen bir ok yönü gösterir. Biz hatta Hawking bunu halen yadırgıyor. Oysa zaman bizde Reel ise ışıktan hızlı gittiğinde SANAL olur. Yani V -1 yerine V+1 gibi yazılabilir. Zaten BİLİM İÇİN ZAMANIN İLERİ AKMASIYLA GERİ AKMASI ÖZDEŞTİR. İkisi de vardır. Tıpkı Madde'ye karşılık ANTİMADDE'nin olması gibi...

O halde dışa açılmamış  boyutların yorumu şöyle olmalıdır:

1. Doğan bebek, normalde zamanda ileriye giderer bir RÜCU TURU atarak, öldüğü noktaya yaşlanıp geliyorsa, bunun tersine, doğduğu andan geriye gitseydi:

Kendini mezarda çürüyor bulacaktı. Yanni embrio anarahminde oluşurken, geriye giden zaman okunda yarın "Mezarda çürüyor" olacaktı.

Bebek doğuyor: İlk hali bir maymun gibi sevimsiz hatta ÇOK YAŞLI bir hali var. Daha sonra şirinleşiyor. Nurlu bir yüzü var. Ayva tüyleri çıkmış. Henüz dişleri yok.

VE/VEYA yaşlı kişinin o dinç ve gür sakalları ağarmış, ayva tüyüne dönmüş, ağarmış, yüzüne "Pamuk dede, pamuk nine" bir ifade oturmuş.

Bebek emekliyor, birşeylere tutunup ayağa kalkıyor. VE/VEYA yaşlı adam, artık mecalsizleşmiş, bastonuna tutunup yürüyor.

Bebek yürüyor hiper aktif koştukça koşuyor afacan. VE/VEYA Yaşlı insan artık eskisi gibi hareketli olamıyor, yorgun, bitkin... (Ben futbolu 40 yaşında bırakıp, onun yerine aynı yaşta kitap yazmaya başladım.)

Bebek büyüdü yani çocuk oldu, Erginliğe yöneldi. Dede/Nine aynı orantıyla "Menapoz"a girdi belki de andropoz'a (Andropoz aslında bayanlardaki gibi yaşla kısıtlı değildir, izafidir. 90'lık bir adamın bile çocuğu olabilir. Değil mi dr? Bilirkişi sizsiniz.)

Ergin insan EĞİTİM alır sonra mesleğe atılır, İdeallerle, hayallerle  yaşar. Yaşlı insan ise EĞİTİR ve meslekten EMEKLİ olur. HATIRALARLA yaşar.

Eğer yaşlıları çok yaşlandırmak 250 yaşına getirmek mümkün olsaydı, onların boylarının giderek kısaldığını ve KUNDAKTAKİ bir bebek kadar büzüştüğünü, dökülen dişlerinin yeniden SÜT DİŞİ olarak yeniden çıktığını (İnanmayan dr.a soracak!)gür tüylerinin incecik ayva tüylerine döndüğünü, yaşlıların ÇOCUKLAŞTIĞINI, hatta bir çocuk gibi mızmızlandığını, acizlendiğini, söylendiğini görecektiniz. 

Misaller uzar gider. Biz son noktayı koyalım:

Ana rahmindeki embriyo aynı zamanda kendisinin mezarda çürüyen cesedidir. İKİSİ AYNI KİŞİDİR, TEK NOKTADIR.

O halde büyüklere ÜFFÜN=Üf demeyelim, O büyük=BİZİZ! Biz küçüğüz ama "Geleceğimizden ödünç alınmış" büyükleriz. Onlara yer verelim ki bize yer verilsin.

Pedagoji=Jeriontoloji
Neden=Sonuç

Seni kutluyorum A.
Babaannen ya da deden O SENSİN, SEN KENDİNE BAKIYORSUN
Yani Bakıyordun!

Hoşça-dostça
Dürüstçe...


21
Ağustos 2001