HANS von AIBERG'İN YENİ YAZILARI - 9 :

 

"İSTEYEREK YA DA İSTEMEYEREK BİR ARAYA GELİN"

slm&slm svg.dğr Hanif dostlarım,

1.FETEKNA: Ayetlere göre, (Fussilet 11 gibi) Yer ve gök bitişik iken Allah onları üçe ayırdı.(Fetekna:Evren bir tek hidrojen bulutu ve yüksüz (0)iken, ayrıldı: Arz=Ayak basılan yer, madde, ve fermionlar ile ışıyan fotonlar

Semavat=Gökler yani ayak basılamayan her yer, enerji ve bozonlar yani ışımayan kuvvetleri taşıyan zımni, gizli batıni, virtüel foton, bozon, gluon, graviton vb. Ayrıca bir de "Yer ve gök arasındakiler" yani nötrinolar, (Şeytanı
oluşturan yüksüz esiri bir karanlık enerji. ışımayan ama vesvese veren bir karanlık madde, fotino'lar... Bu sonuncu zayıf akımın Kur'an'daki adı "Vesvasil Hannas"dır, "İster Cinlerden ister insanlardan olabilen vesvese veren kaynak"tır.

2.BİR ARAYA GELİN: Bu ayet de, önce ayrılan, yani (+), (-) ve (0) yüklü olan Gökler (kunnes=Tekvir 16) Yer (Hunnes=Tekvir16) ile arasındakiler(Hannas= 114.sure) olarak yerlerini alınca, Yaratanımız, "İSTEYEREK YA DA İSTEMEYEREK BİR ARAYA GELİN" AYETİNİ BUYURDU.

Zıt kutuplar birbirini çektiği ve aynı kutuplar birbirini ittiği için bu emir ayet devamında olduğu gibi "YARABBİ BİZ İSTEYEREK BİR ARAYA GELDİK" dediler. 

Örneğin çekirdeğin temel yapı taşları olan ve yükleri aynı olduğu için birbirini itmesi gereken  quarkları bir arada tutan, yani birbirlerini itmelerini önleyen bir renk dinamiği mekanizması var. Bu sayede quarklar "İsteyerek bir araya gelirler" ve atomaltı parçacıkları oluştururlar.

Elektro kuvvet (ölçülür, bellidir.)  ile Magnetik kuvvet  (Bir sırdır, tünel ağzındaki etkisini hissederiz, aslında TAKYON girişimidir ve bu evrene ait değildir.) quantum tünel süreci (Karadeliklerdeki gibi) içinde, biri diğerine dik alan kuşatmasıyla "İsteyerek bir araya gelmişlerdir" Elektronlar da öyle aynı yörüngede bulunamazlarken, orların zıt spinleri (dönüleri) mekanizması, onları "İsteyerek bir araya getirir" (Dışarlama ilkesi) Elektromagnetik Doğa kuvveti sayesinde (+) proton ile (-) elektron atomları oluşturdu ve bir gök ile yer koalisyonu gerçekleşti. Galaksiler YER, uzay GÖK oldu, Galaksiler yıldızları ve bunlara bağlı gezegenleri oluşturdular.  Güneş sistemleri de "İsteyerek bir araya geldik" dediler.

İlk canlılar çıktı. Hücreler (Mitoz, amitoz. miyoz) bölünmek için "Kutuplaştılar" ikiye bölünüp ayrıldılar. Tek eşeylilerde Erkek ve dişinin bir tek spiralden oluşmuş DNA'ları ana rahminde " İsteyerek bir araya geldiler" Ben böyle doğdum, gözümü açtım ki, benim gibi milyarlarca "Ben" var. Sosyal toplum olarak bir araya gelmek zorunda olduğumuzu anladım.

Rabbimiz bize de "İsteyerek ya da istemeyerek bir araya gelin" buyurdu. İsteyerek bir araya gelenler sevgiyi, barışı, uyumu, paylaşmayı, birlenmeyi, olumluluk ve ılımlılığı, alçak gönüllülüğü ve hoşgörüyü: Ve istemeden bir araya gelenler Nefreti, kini, öfke ve savaşı, saldırganlığı, uyumsuzluğu, kendi çıkarlarını ayrılığı, bölünmeyi ve bölmeyi, muhalefeti, agresifliği, kibiri ve horgörüyü ürettiler.

Bu ayrılık ilk iki kardeşten bile çıktı: Adem'in oğlu Habil adı üzerinde "Sevgili Kardeş" idi. Hoşgörülüydü. Diğeri Kaabil ise adı üzerinde "Kalleş kardeşti" horgörülüydü, horror peşindeydi.

Kardeşlik ve kalleşlik!... "İstemeyerek bir araya gelmenin" sonucuydu. Aynı ata-anadan aynı ailede yer alıyorlardı çünkü.... Ali İmran 102:"Ey inananlar, Allah'tan korkarak sadece MÜSLİM (Barışçılar) olarak son nefesinizi verin." buyuruyor, Müslüman olarak ölmek "Ortak paydadır" Yani "İsteyerek veya istemeyerekbir araya gelenlerin" ortak paydasıdır bu, çünkü MÜSLÜMANIZ! Müslümanlığın bir Yezidi Mezhebi var, "Namazlarında Hz. Ali ve çocuklarına küfür" etmek zorundalar. Müslümanlığın bir Dürzi'lik mezhebi var: "Allah yanında şeytan'a yani ikisine tapıyorlar. Ortak paydamız bakınız aynı: Hepimiz müslümanız! Bunda bir adaletsizlik yok mu? . Hemen izleyen 103.ayet devam ediyor:

"Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın (HANİFLİK) tefrikalara (Yukarıda saydığım  mezheblere, alt mezheblere, tarikatlara ve bunların liderlerinin ipine yapışmayın.) parçalanmayın. Ve Allah'ın size olan nimetlerini aklınızda tutun. Hani siz birbirinize düşman (KALLEŞ) kişiler iken, O (Allah) gönüllerinizi SEVGİYLE birleştirmişti ve O'nun bu nimeti sayesinde KARDEŞLER olmuştunuz. Yoksa siz tam bir ateş uçurumunun kenarından düşecekken, sizi o (Allah'ın ipi) kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız."

Ali İmran 104 bunun için sizin Müslüman ortak paydası üzerine ayrılmanızı istiyor. O payda ki, 101 ve 110. 107 ve 108. ayetlerde anlatılan Resulullah ve ilk müslümanlardı. Örnek alınacak olanlar o kamp! Onları kılavuz edinerek, AYRILMANIZ gerekiyor. önceki ayette geçen HAKKA ise Hakka, doğruya ayrılmanızı öneriyor. Nasıl ki, biz 110 ikinci yarısından 112 sonuna kadar lanetlenen batılı atalarımızdan ayrılıp, 113-115 sonuna kadar olan anlatılan gizli müslümanlar olduysak, HAKAA ayrılmamız gerekiyor birlikte elele, Sevgi ve barış ile sadece Allah'ın ipine tutunarak ve Hanif dini Allah'a has kılarak...  

Mezhebe bölünmüş olanlar ise 105, 106,  116, 117,118,119, 120. ayet sonuna kadar adreslenmişlerdir. 118. ayet "Ey inananlar, kendinizden (110,104 ve 114 Haniflere hitap ediliyor) başkalarını (105, 106,  116, 117 'ler kastediliyor.) dost ve sırdaş edinmeyiniz.Çünkü ötekiler size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, sürekli sıkıntıya düşmenizi beklerler. KİN VE DÜŞMANLIKLARI AĞIZLARINDAN TAŞMAKTADIR. İçlerinde gizledikleri (Kin ve düşmanlık) cok daha büyüktür. Düşünürseniz, size biz ayetlerimizi (İhmal etmemek için) açıklıyoruz. "

Ali İmran 119-120.ayetler bizi uyarıyor: "Sizler (101 ve 110. 107_ 108, 104 ve 114) öyle kimselersiniz ki, ONLARI (105, 106,  116, 117,118,119, 120'leri bile) SEVERSİNİZ. HALBUKİ ONLAR SİZİ HİÇ SEVMEZLER.  Siz kitapların hepsine inanırsınız, (Onların kitabı olan Hadislere bile)  onlar ise buluştuklarında (Zaten biz  Kur'an'a da) "inandık" derler. Ama başbaşa kaldıklarında da kinlerinden dolayı tırnaklarını kemirirler. Onlara deki. "KİNİNİZLE GEBERİN" Kuşkusuz Allah, kalplerinin içindekileri HAKKIYLA bilmektedir. Size bir iyilik dokunsa bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelse buna ilk onlar sevinirler. Eğer sabrederseniz, (Yapmadıklarımızdan, düşüncelerimizden dolayı suçlanamayacağımız için, Allah'ımız  kötülere eyleme geçirmeleri ve tutanak tutulması için bir süre tanımıştır ki, haram ve günah fiili oluşsun.)  ve Allah'tan yeterince KORKARSANIZ,(Kulları içinde yalnızca Alimler Allah'tan korkarlar ayetine bakınız.) onların hileleri (entrika ve komplo teorileri) size asla dokunmaz. Çünkü Allah onların yapacağı her şeyi kuşatmıştır. (Ön izlenceye almıştır.)

Ayetlerin toplu sonuçlarına baktığınızda bizim ortak paydamızın "Müslümanlık=Barış" olmasına rağmen, bunu Doğu-Batı ve orta merkezde çok az kimsenin benimsediğini, bunların Barış yanında, Sevgi, hoşgörü ve Kardeşliğe endekslendiğini göreceksiniz. Bunlar iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan öyle bir koalisyondur ki, onlar isteyerek bir araya gelmekten öte, istemeyerek bir araya gelenleri de SEVMEKTE ve hiç sevilmemekte, hep abese-hümeze-lümese ile karşılığında SEVİLMEMEKTEDİRLER. Hep dolap, dalavere, desise peşindedirler. Onları sevginiz nedeniyle, hepimiz müslümanız diye yanlışlıkla sırdaş edinmeyiniz, Onlar size riya ve münafıklık yapacaklardır, dost görüneceklerdir. Ama bakınız hep sizi iğneliyorlar, timsah gözyaşları döküyorlar, arkanızdan çekiştirip, sizi hicvediyorlar ve ironi ile dalga geçiyorlar. Dikkat ederseniz, kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Nereye kadar? Onların kalplerindeki kötülükleri tükenmeyecek kadar sonsuzdur, Bununla başa çıkmak, her gün yeni bir saldırı beklemek yerine kişisel bir cihat (Özsavunma, nefsi müdafaa) gereği, "KİNİNİZLE GEBERİN" diyerek sınayın, göreceksiniz ki, onlar, başınıza gelen her üzüntüye sevinecekler, her sevince de üzülecekler! Öyle de kalmayacaklar, "Bugün nasıl yeni bir düşmanlık tezgahlarım?" diye size kumpas kuracaklar. Kuşkusuz Allah bu eylemlerin oluşup günaha dönüşmesi için onlara bir süre tanımıştır ki, suçları sabit olsun. Suçları sabit olana dek onlara sabredin, size dokunacak olan zararları Allah'ın ön kotrolüne tabidir."

İşte böyle, ortak payrda müslümanlık (Barışçıllık) kendisiyle Barışık olmayan kimselerle bir arada bulunmamızı bir yere kadar zorunlu tutuyor. Sonra ayrılık yani "Kininizle geberin" demek "Onları sevmemize rağmen" ŞART oluyor. Böylece bizimki Şerait, onların ki Şeriat olunca ayrılıklar da kaçınılmazlaşıyor.

Çoğunlukla "İstemeyerek bir araya gelmiş müslümanlar!" kimi de iki ara bir derede kalmışlar. Un-ufak olmuşuz, bölünmüş ve düşman kamplara ayrılmışız. Ama ulusal, sosyal çevre gereği aynı kentte, aynı mahallede, aynı cadde ve aynı apartmanda yaşıyoruz. Komşum oldukları için "Herkesi sevmek zorundayım" nereye kadar? "Kininizle geberin" diyene kadar...

 

3. ŞEYTAN BİLE BİR SÜRE CENNETTE KALDI, ama "KİNİNLE GEBER, DEFOL LANETLİ, İN AŞAĞI, KOVULDUN" diye ayetleriyle aşağılandı. Gökler içinde (7 misli) bir tek birim  yer=Arz olarak payımız var.(Bu yüzden, bilim adamları, görünen maddeyi 1 birim görünmeyeni ise 7 birim, yedi katı olarak Kur'an'dan habersiz olarak bile hesaplayabildiler. Çapına göre çevre oranı yaklaşık 22/7 oranıdır.) 

Bir de yer ve gök ile arasındakiler kaldı. Onlar önce  DİPOLE iki kutuba (İki doğu ve iki batı ayetleri) sonra QUADROPOLE=Dört kutuba (İki doğu ve iki batı) yönünde polarize oldular. (Rahman suresi) İki kutuptan biri, oryantasyonu, diğeri oksidental yönlenmeyi üstlendi. Bundan birer çift daha ortaya çıktı: HANNAS dörtgeni: Doğru doğu ile Dogmatik doğu ve Batıl Batı ile Batıni batı!.. Böylece insan cin ve bunlardan şeytanlaşmış iki tip (Dogma ve Batıl Hannas'ları) ile  anti satanist=Şeytan karşıtı, Hanif (Doğru doğu=Ali İmran 104 ve de Batıni=Saklı Müslüman batılı=114 grubu) de ayrılmış oldu. "Minel cinneti ven nas=(Nas suresi, O şeytan ki, gerek cinlerden gerek, insanlardan oluşur) ayeti gereği, bu kategoride olanlar, yer ve gök ile ARASINDA KALANLARI  oluşturdu. Cinlerden Şeytanlara örnek, Süleyaman as.ın cinleri olan İfritler (Euphrates=Fırat) dir. İnsanlardan şeytanlaşmışlara örnek vermeden önce, şeytanın işlerini bir gözden geçirelim:

Allah'ımızın rahmeti, merhameti tüm varlıklarınadır. Cinler (Eksi ve artı yüklü pozitif negatif enerji yapısı) içinden yükü sıfır bir ırk (yüksüz nötrinolar  maddeyi=İnsanı elektromagnetik olarak etkileyemez, çarpamaz, cinler gibi dokunamaz olan nötrinolar,dan söz ediyorum,  dikkat araştırınız, nötronlar'dan değil NÖTRİNOLARDAN söz ediyorum.  Bunlar tamamen hayalet  gibi davranan ama belli bir rüzgarı (bir nötron ile bir nötrino çarpışırsa, yerine proton ve elektron çifti çıkar. Bu tür tepkime çok zayıf bir olasılıktır, galaksi çapında bile bir kere ancak gerçekleşir.)

Diğer etkileşmeyen ezici çoğunluğu ise zayıf etkili nötr akımlar, Nötrino rüzgarı= Kışkırtıcı vesvese dalgaları olarak bize etkilidir.  Nötrinoların cansızını  yüksüz elektron (0 yüklü)  gibi düşünün, Yüklü elektronlar gibi size asla fiziksel bir etki verip dokunamazlar. Bir de ŞEYTANIN ana maddesi, emisyon kaynağı olan CANLI nötrinolar var ki, onlardan söz ediylorum. Onun zayıf nötr akımları yeline Kur'an vesvese diyor. Evrenin % 97'si , Süpernovaların yarısı  Güneş ışığının görünmez %7 bölümü nötrinolardan oluşur.

Bunlar kaynaklarından dünyanın aydınlık-gündüz yüzüne ulaşırlar. Yani GİRDİ'leri oluşur, saniyenin 25-de biri bir zamanda, dünyanın içinden çapını katederek, MADDE ile hiç etkilenmeden bir HAYALET gibi herşeyin, sizin ve benim içimden geçer ve dünyanın öteki yüzündeki gece yarıküresinden ÇIKTI olarak çıkarlar, uzayda yollarına devam ederler ve evrenin sonsuzluğuna açılarak devam ederler.

Nötrinolar bizim Magnetosferde (Melei Ala) diğer yüklü parçacıklar gibi rafine edilip tutulamadıklarından, atmosferimize direkt girerler. İşte  o anda  "bu cansız Nötrino akımı, şeytan tipi Cin sınıfında ruhsal bir radyo yayınına çevrilir. (Şeytanlar için gökler=Magnetosfer dışına çıkmak, Melei Ala'yı aşmak, Ay'a ve gezegenlere gitmek Şıhab denen kozmik ışınlar nedeniyle yasaklıdır. Ayetler, "Şeytanlara gökten şıhab atmalar kıldık", altta bizleri korumak için de "Göğü taşlanan şeytandan koruduk." buyurmaktadır. Biyolojik radyodan maksat şu: TV stüdyosundanki yayınlar fotonlara çevrilir ve antenlere ulaşır. Fotonlar, doğaları gereği çarptıklarında elektron kopardıkları için, bu evimizdeki TV alcısında yeniden elektron taramasına çevrilir ve böylece yayını
monitorlarımızdan izleriz. Çünkü elektronlar eksi yüklüdür. Ama nötr olan bir tür elekton var ki, buna nötrino diyoruz, foton koparamadıkları için bizi fiziksel etkileyemezler. Ne var ki, bizde de KİRLİAN biyoelektromagnetik alan bedeni=Aura olduğundan, bu kez monitor bizim biyolojik  ya da organik radyomuza transfer olur. Bizde bulunan ideoplazma bu akımları, tıpkı elektron koparır gibi, holoplazmaya çevirir. TV ve PS monitorunda gördüğünüz bu parlamalar Zn2S parlamasıdır. Tıpatıp bu parlamaya eşdeğer olan AURA'mız da Kirlian fotoğraf makinelerinde filme çekildiği gibi parmak ucunda ya da herhangi bir yerimizde parlamalara neden olur. İşte bunun yansısı ve yankısı bizdeki doğal VEİm=Vehmetme mekanizmamısa VESVESE diye transfer olur. Bunu aldınız mı, artık paranoid kaçınılmaz olur, zannetmeye, iftiraya başlarsınız. Tedavisiz olan paranoyalarda ise rastgele sokaktan geçen biri için "Bu benim düşmanım, beni öldürecek, o beni öldürmeden ben onu öldüreyim" der. Hatta hiç tanımadığı o masumu öldürür de... Eğer öldüremediyse, öldürmeye azmetmekten dolayı. tıpkı öldürmüş gibi "ÖLÜ KARDEŞİNİN ETİNİ YEMİŞ" olur. (Bakınız bu ve diğer ZANN=Paranoid ile ilgili ayetlere...)

Dünya'nn gündüz yüzünden giren (GİRDİLER) ve içini hızla geçerek dünyanın arkadaki karanlık, gece olan yüzünden ÇIKTI  olarak çıkan nötrinoların GİRDİ ve ÇIKTI spin ok yönleri terstir.Spinleri başaşağı olduğundan GÜNDÜZ vesveselerden pek fazla etkilenmeyiz, ama dünyanın öteki gece yüzünden çıkarken çıktılar bize vehim, vesvese, kuruntu, korku vb. gibi olumsuz kışkırtıcı, tahrik edici etkiler ile ulaşmaktadır. Bu teşvik edici dalgalar, (GECENİN ŞERRİ ile ilgili ayetler gereği) çok etkilidir. Genelde Allah'ımız uykuyu bu şer saatlerine programlamıştır. (Programlamadır çünkü, ayetlere göre Allah'ımız uykuda bizim canımızı almakta, dilerse SABAH serbest bırakıp. yaşamamıma izin vermektedir. Uyku KÜÇÜK ÖLÜM, rüyalar KÜÇÜK AHİRET görüntüleridir.

Sabah vakti bir mıknatısın tam ortasının çekip-itmeyen yüksüz bölge olması gibi, YÜKSÜZDÜR. GİRDİ VE ÇIKTI'lar buraya hiç bir etki yapamaz ve Melei Ala melekleri, bu magnetosfer mıknatısının devir tesliminde bu en güvenli bölgeye girmemizde bize büyük olanaklar sunarlar. Bu etkisiz, girdisiz-çıktısız mutlak emin bölgedeki devir teslim işine MELEKLER ŞAHİTTİR. Bu yüzden en erken Sabah namazı Şahitli namazdır. Kesinlikle  Şeytan yoktur ve sizin tek tanığınız Devir teslim (Gündüzü geceye devreden, yani nötrino girdi-çıktı)
melekleridir. Bu denge içinde  vesvese ortamı kalkar ve yine nötr olan (Nefsleri, cinsiyetleri vb. olmayan) melekler ile şeytani parazitsiz, vesvesesiz İDEAL ortam oluşur, Melekuti konversiyonlar (Holo-İdeo magnetik plazmik saf akımlar) ilham olur. mahmurluğun (Sabai makam)  ardından gelen zindelik, dinginlik, esenlik, çeviklik ile mutlulanırız. (Devir teslim meleklerinin şehadeti ve ilhamları için  sabah namazını mutlaka başlangıçta kılmalıyız, yoksa öğlen dikmesine=Salatı Vusta=Gölgenin en kısa olduğu, direğin gölgesinin en küçük haliyle yere düştüğü, gün ışığının en dik geldiği saat anlamındadır. Eğer gölge doğudaysa halen sabah namazı kılma şansınız vardır. Sabah namazı günün iki tarafından ilkinin adıdır. Ayet "Salatı Vusta=Direğin gölgeyi ortalamasına çok dikkat ediniz" buyurmaktadır. Çünkü, gölge direğin batısına geçerse, birinci vakit çıkmış, ikincisi girmiştir ve Güneş batana kadar bu ikinci vakit ile, "Günün iki yanı" denen namazlar tamamlanmış olur. (TarafEYN en Nehar, diğer vakit ise bütün gece kılanın namazdır.Ayetleri araştırınız.)

Buraya kadar Şeytan'ın yüklü cinlerden bir yüksüz cin ırkı olduğunu, CANLI nötrinolardan yapıldığını, bu yüzden CANSIZ nötrinoları da "Vesvese" biçiminde organize edebildiğini biraz olsun anladık sanırım. Onun bu nötr yapısının TIPKISININ AYNISI  meleklerde (Canlı olan Takyonlarda=Nur enerjisinden yapılmış beden) de var. Bu yüzden cinler ayetlerde bildirildiği igbi "Magnetosferde, bir takım NÖTR bölgelere yerleşir ve üstteki MELEİ ALA'yı dinler, kulak hırsızlığı yapardık. Ama ne olduysa şimdi, ne zaman o nötr bölgelere gidip, Melei ala'yı dinlemeye kalksak, bizi yakmaya gelen bir ŞIHAB (Atomaltı mermilerin en şiddetlisi olan kozmik primerler) tarafından yakılıyoruz." diye cinlerin ağzından konuştuklarını aynen nakletmektedir.

O halde Şeytanlarr ve Melekler birbirlerine limit değdiklerinden, İster istemez bir sınır ticareti oluşmaktadır. Bu da şeytanlar ile meleklerin TEK ortak noktasıdır. Melekler ve şeytan nötr ve cinsiyetsiz (Şeytan erkek ya da dişi değildir, ikisinin ortasıdır) olduklarından bir tür ortak payda oluştu. Cinsiyetsiz ama nefsi olan nar (Enerji) anlamındaki AZAZİL adını buradan aldı. (İdris'in piyasadaki kitabındaki ve Tevrat'taki  Azazeel bu anlamdadır, ama nedense bizim müfessirler cennet haznedarı adını vermişler. Oysa UZZA adlı yeryüzü süflisi putun gökyüzü müekkelidir. (Uzza, bak Kuran) Azazil'in meleklere 40 yıl ders verdiği, meleklerin hocası olduğu uydurmadır. Çünkü melekler akıllı ve mantıklı, şeytan ve şeytanlaşmış insanlar Zeki ve Kurnazdır. Bu yüzden Azazil akıl ve mantığa, kurnazlık ve şeytani zekayla akıl hocalığı yapamaz.. Ayetlere göre melekler "Yarabbi biz senin bildirdiğin ve öğrettiğinden başka hiç bir şey bilemeyiz"demektedirler. Allah ayrıca "Meleklerden kim (Şeytan gibi) ben de ilahım, ben de varım derse, onu cehennemle cezalandırırırz." güvencesi vermiştir. Lütfen bu ayetleri de araştırınız)

Meleklerin nefsi (bizim gibi kendine özgün özkimliği) yoktur: Olsaydı "Meleklerden kim ben de varım, derse onu cehennemle cezalandırırız" ayetini anımsarsak, gerçekten bunu söyleyecek nefsi=otonomisi, serbest seçimi olmadığını görebiliyoruz. Ama Azazil böyle değildi, Cin-ifritlerden olduğu için melekler kadar cinsiyeti yoktu fakat, insanlar gibi NEFSİ vardı.Hatta nefsi olan yegane yaratıktı.

Azazil, enerji düzeyindeki evrenden üstün Cennet'te tek başına Cennet'in tek  kralıydı. Günün birinde Rabbimiz maddeyi yaratmayı diledi. (E=mc2 uyarınca önce evrende sadece E vardı, Ama bir gün yaratıcı başlangıç tekili olan Rabbimiz, salt enerji bir evren yerine madde ile birlikte bir evren yaratmayı diledi. Yani yokluğa göre varlık mevcut oldu.) Kısaca İNSAN yaratıldı. 40 gün öylece bekledi. Cennet takviminde YEWM=Gün birimi bir günün ellibin yıla, yani ışık hızının 50000x365 bin katı olduğu TAKYON hızındaki bir takvime endeksli olduğundan bu bitmez tükenmez uzun yıllarda yeryüzü ateştop olmaktan çıkıp soğumaya, metan, amonyak, Karbonoksitleri ve subuharı bulutlarının şiddetli yağmurlarına, saniyede milyonlarca kez çakan yıldırımların yarattığı kimyasal reaksiyonların ikinci sonucu olan organik kimya (Levo sol elli moleküller) oluşumuna başladı. Bu İnsan'ın çamuruydu ve 40 gün beklemekteydi. Dünyada ise kırk günün sadece iki günü geçmişti... Cansız proteinler, "Yukarıda izdüşümünü aldıkları" insanın oluşma sürecinde, Adenin, Guanin Cytocin ve Guanin dörtlü şifresinden oluşan bir dizi DNA'ya döndüler, önce tomurcuklanarak çoğalan çekirdeksiz, prionlara, sonra çekirdekli, kristalize, isterse cansız gibi binlerce yıl yapay biçimde uyuyan, tohum gibi bekleyen, isterse canlanan yani cansız ve canlı arasında davranan Vire'lere  dönüştüler. Bunları ne hayvan ne bitki olan, oksijenden zehirlenen, yanardağ içindeki sıcaklarda yaşayan, mağma yiyen archeovire'ler izledi. Bunlar daha sonra yanardağ kraterlerinden giderek soğumakta olan dünya'ya çıktılar. Bunlar da ikiye ayrıldılar. Oksijenden zehirlenenler bitki kategorisine geçtiler. Gündüz, CO2 alıp, O2 verdiler ve dünya oksijence zenginleşmeye başladı. Gece ise tersine oksijen alıp, Karbondioksit vermeye başladılar. Bu bir tür ikili yaşam (Örneğin amfibiler, hem karada hem denizde yaşamak gibi... Bitkileri ayıran özellik klorofil çeperidir) Diğerleri ise ikili değil tek yaşam biçimindeki primitiv, prototip hayvancık tek hücreli mikroorganizmalar oldular. Sonra Diğerleri  oksijen ile yaşayanlar olarak ayrıldılar. Bundan sonraki iki gün ise çok hücrelilere geçildi. Yüksek yapılı hayvan ve bitkiler görünmeye başladı. Tek hücreli algea (ALG=Yosun) yerine çok hücreli bildiğimiz yosunlar ortaya çıktı. Hayvanlarda kimi amfibik, kimi sembiyoz kimi karasal yaşama dönük örgütlendiler.  Yumuşakçalar, balıklar vb. suda erimiş oksijeni, diğerleri (Yunus, balina fok, mors vb.) dalgıçlığı yani arada bir hava alma şartıyla oksijen depolamayı öğrendiler. Ata hayvanlar(örneğin hyparion'dan at, eşek, zebra vb türedi, o ata ise yok oldu. Dinazorlar yerlerini küçük kelerlere bırakıp yokoldular. Uçucular türedi, bu kez deniz ve karadan sonra hava dafethedildi.  Maymunsulardan maymunlara yeryüzü yaratıkları daha akıllı varlıklar oldular.

Kur'an'da anlattığım yerin yayılıp döşenmesi tarihçesi  2+2+2=6 gün diye anlatılır.  Bu (Cennet'teki çamur halinde bekleyen salsal=Balçık)  İnsan'ın 40 gününün sadece altı günüdür. O İNSAN şimdiye dek saydığım tüm organik yaşamın tamamını salsal çamuru içinde yaşadı. Yani altı günde yeryüzündeki maymunların bilincine ulaşmıştı. Yeryüzündeki tüm varlıklar ve EVRİM, işte bu çamur-insan'ın İZDÜŞÜMLERİ'nden başka bir şey değildi. 6 günde beslenme savunma ve üreme içgüdüleri kazanıldı. (Nefsin fazlarından ilki) Kalan 24 gün ise hayvan-ötesi yani İNSAN denen Halife'nin yaratılma evresidir. (Nefsin diğer fazları, mülheme, levvame vb.)

24 gün içinde yeryüzünde bir çift  ilkel yaşam türü daha çıktı. Bunların  yeşil renkli ve bitki yiyen (otçul) türüne 70 cm boyundan oldukları için cüce, CÜCE'lmiş anlamında MECÜC (Tevratta Megog ya da Mog) denilmektedir. Diğer grup ise aynı aileden fakat  beyaz albino kürklü, et yiyen (Etçil) türü ise 3.20 metre boyunda olduklarından kendilerine YÜCE, YÜCELMİŞ anlamında YECÜC (Tevratta Yegog ve Gog) denmekteydi. (Onların akibetlerini, izlerlerime Zülkarneyn yazımda anlatacağım.)        

Melekler, meraklıydılar, Rabbimiz yeryüzünde bir Halife yaratacağım" dedi. Daha önce cinlerin Halife olduğu dönemden ağzı yanmış melekler "Keşke bizi Halife kılsaydınız, Daha önce cinlerde olduğu gibi Yeryüzünde yeni bir fesad çıkaracaktır"  diyecek oldular, Allah açıklama yaptı: "Halife hem beni temsil edecek olan demektir, hem de bana muhalefet eden demektir. (İhtilaf, muhtelif vb.  ile Halife, Halef, Hilafet vb  aynı kökten iki yönlü bir kelimedir.) Onun soyunun kimi Halife olarak yanımda, kimi muhalefet olarak karşımda olacaktır." diyince, Melekler "Kuşkusuz sen herşeyi bizden iyi bilensin, seni tenzih ederiz Ya Rabbi!" dediler. "

Cennet'te 40.gün! Yaklaşık 40 metre boyunda bir çamur SALSAL çamuru içinden bir çamur kıvamında. Görüntüsü bir çocuk değil  95 yaş görüntüsünde... Ama cinsiyeti ve nefsi yok.

Allah kırkını çıkarmış olan eserine  ruhundan üfledi keramik pişmeye başladı. (Ona "HARİ=Isıyla pişirilmeye hazır keramik,  toprak=katı kısmı yoğun, pek az sıvı=Ğussae=sitoplazma" içeren katı madde, solid state" dedi.Bu 49 yaşındaydı. 7 gök ve misli kadar 7 arz ayeti uyarınca, 7+7=14 değil 7x7=49 olarak düşününüz. Bunlar cifir yöntemleridir. )

Kalan çok ıslak tortuya da (önceki gibi Ruhundan değil)  "Kutsal ruhundan üfledi" o da cok güzel biçimledi (Ahseni takvim) Buna da HURİ dedi. (Huri=pişirilmeyen çok sıvı bölüm. Koza sürecinin maddesi , Nur'un spesifik ve termik olmayan ısısız ışıması. İnsan, bitki ve hayvan çok toprak/az sudur., Huriler ise yoğun su az topraktır. Plesenta ve amniyöz suyunu anımsayınız.. İçinde cenin olan insandır, diğeri yumurta ya da en doğrusu KOZA'dır.Hurilerin yaşı daana madde olan SALSAL'ın, genel toplam yaş olan 95 yaştan 44  yaş olarak ayrıldı.Cifirle ilgili bu tür hesaplamalar gerekçeleriyle daha sonra sunulacaktır.Aksi halde konu dağılırdı.)

Hari'ye Allah'ımız ilk  A'la suresi (konuşma balonu gibi düşünün) ile  üfledi: "Büyük yaratıcının adına çabala, o ki seni yarattı ve biçimlendirdi, seni seçti ve gerçek kömüre (Karbon kimyası)  çevirdi. Tüm gereksinimlerini o çıkarıp hazırlıyor" dedi. Sonra seramikleşmemiş diğer kalan sel suyunu andıran çok ıslak çamura da"Seni kömüre değil (Petroldeki gibi ğussae=ıslak yakıt=Petrol) ğussae'y eçevirdi. Sen cehennem ateşiyle (NAR) pişirilmeyeceksin ve ıslak ve NUR ama tırtıl halinde bırakalacaksın, Cennet'in halifesi kılınacaksın. Senin kozandan kelebek olarak çıkan ise yeryüzü Halifesi kılınacaktır. Bunun için sen keramik halinde kalacaksın, ama diğer keramik pişirilip seramik yapılacaktır "dedi. (Enerjinin maddeye dönüştürülmesi anlamında)  Koza olan yaratığa "Sen bir amniyöz-plesenta sıvısısın, akvaryumsun. Senin sıvından süzülüp çıkan bu yaratığın izdüşümü artık, yeryüzünde denizden karaya geçişi simgelecektir. ("Her diriyi denizden çıkardık hala görmüyorlar mı?" ayetini inceleyiniz.)

Denizden karaya çıkan (Ana rahmindeki eş denen dev yumurtadan çıkan cenin, embriyo anlamında, Kozadan çıkan Kelebeğe dedi ki,) a dedi ki: "Sana okuyacağız, okutacağız! Sen artık cansız protein olmaktan çıkarılacaksın. ( DNA-Gen ilişkisi içindesin. Okumak-okutmak yani bu şekilde mesaj alıp, eşini, özdeşini, eşleniğini üretmek senin görevin olacaktır. Messenger DNA ve RNA'lar orijinal kodunu, diğerlerine de okutacaktır. Onlar okuyacak ve bir çift oluşturacak, kendini ayrık kimlikler=nefsler olarak kalıtım yasalarına göre bağımsızlaştıracaklardır.) Sana bunları okuyacağız  sen de asla unutmayacaksın. O açık ve gizliyi bilmektedir. Alllah'ın okuttukları  dışındakileri  unutacaksın ve bu yükünü hafiflettiğimiz için daha kolayca başarabileceksin" (Her çağın bir hatırlayanı olacaktır.Ta-Ha 114 "....Sana indirilen vahyleri okurken, 'Ben bunları unuturum' diye acele etme, De ki, 'Rabbim ilmimi artır.' gereği unutulanlar Ğussae=Petrol örneğinde olduğu gibi indirilirken unutturulmuş olmasına rağmen onu hatırlayacak, hatırlatacak, bulacak ve bilecek alimler eliyle ortaya konacaktır. Ğussae, petrol çağıyla birlikte 150 yıldır ortaya çıkmış olan petrol olmasına rağmen, 1420 yıl önce yazılmış, haber verilmiş,  anlamı Resullere unutturulmuş ama çağı gelince doğacak olan alimlere misal olarak lafız olarak bekletilmiştir.Böylece Allah resullerinin neyi unuttuğunu onlara  alimleri aracılığıyla anımsatmaktadır.)

Rabbimiz, "Koza'yı pişirmeden bıraktı. Ama kelebek olup da kanatlanmaya hazırlanan diğer keramiği, eserini Cehennem'in en uysal ılık ateşi ya da terleme=aspiration ile pişirirken,  A'la suresine devam etti:  "Ey Cehennem ateşiyle pişirilip, kurutulacak olan SALSAL (Bataklık çamuru=Hiç bir canlının olmadığı İlkel atmosfer döneminde metan, amonyak. subuharı bulutları, CO2 gazı ve saniyede milyarlarca kez çakan şimşeklerin etkisiyle, ateştop halindeki dünya mantosuna yavaş yavaş bu bulutların yağmuru indi, bunlar küçük bataklık birikintileriydi. Soğuma süreci arttıkça birbirleriyle birleşip göletler oluşturdular, bunlar da ırmaklar aracalığıyla birleşip göllere ve, giderek denizlere ve okyanu slara dönüştüler.  Bu dört ana madde, yoğun şimşeklerle Adanin Guanin Cytocin ve Timin denen dört çekirdek asidine dönüştü ve yaşam başladı. Salsal, henüz dünyanın su birikintileri olduğu dönemi anlatmaktadır. Bunlar, güneşte buharlaşıp yok oluyor, sonra yine yağıyorlardı. Böylece hayat ve her diri şey sulandan çıkmaya başladı. Salsal ilk balçıkların metana dayalı kabarcıklar veren ilk bataklık gazlarının adıdır. Bunların tamamı Kur'an ayetleridir. Bu ara-nottan sonra Ala suresinin ayetlerini izlemeyi sürdürelim.) "Oğüt alacağını umduğuna öğüt ver. Duyarlılık gösteren öğütü alır, yaratıcıları hakkında duyarsız olanlar öğütten kaçar. Öylesini biz ateşe yaslarız, Düşünce ve eylemin yaratıcısının adına Allah'a oratçı anlayıştan arınmış olanlar (Cehennem ateşinden) kurtarılmış olacaklardır. " buyurdu.

"Sonra o fırında bir kerede ıslah olmayanların gerçek cehennem ateşinde bir daha pişirileceklerini ve kapkara bir seramik olacaklarını" bildirdi: "Ama sizden geçici yaşamları seçenler, bilmelidirler ki, sonsuzluk yaşamı gerçekten daha iyi ve kesintisiz süreklidir.  Bu öğütler hiç kuşkusuz İbrahim'e verilen ilk sayfalarımızda ve Musa'nın mushafında vardır." (Ala suresi'nin yedi anlamından biri)

Birinci işlemleme olan "Ulu öğretici=Rab" ardından Dünya-Cennet arasındaki bağıntı bölümü olan Tarık (dünyanın 7 iklim toprağını getiren Azrail'in aracı: Varlık Çamur durumundayken, yeryüzünde gelişkin varlıklar çıktıkça, Azrail as. bu olguları getirip, Varlığın toprağına ekliyordu.) yani İkinci işlemleme aşaması başladı.  Dünyada gökler (Semavat) olan yedili takımlar. Cennette bir tek gök (ARŞ'ın nuru" biçiminde olduğundan. Tarık suresi ile üflemeye devam etti:

"Andolsun tek göğe (Cennet tavanına) ve Tarık'a (Tarık'ın 7 anlamından biri Adem'in Firdevs cennetinin yeryüzü izdüşümü olan Dünya ile bağlantı kuran ve özellikle Azrail as.ın güdümündeki bir aygıttır, dinamik yani hareketli olduğundan "Parlayan yıldız" misaliyle alimlere örneksenmiştir. Tarık suresi=YARILAN YER şu mealde gerçekleşti:"Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu bir bilsen o (Cennet Dünya sansürünü) delen bir  yıldızsı araçtır. Her kişiyi izleyen kuşkusuz bir gözetmen vardır. İnsan neden yaratıldığına bir baksın, (O sırada yeryüzü  canlıları örneğin maymunlar, bildiğimiz jinekoloji ile yani sperm ve over ile ürüyorlardı.) Yaratacağım insan ise Cennetimde belden üstte yer alan  "ÖZEL BİR BÖLMEDE" bel kemiği ve göğüs kemikleri arasındaki bir alanda yaratıldı. Gizlenenlerin (Gizli yöntemlerin, örneğin, ikinci yaratılışımızda, bizi bir anne ve baba doğurmayacak, mahşerde mezar saksılarımızdan bitki gibi bitivereceğiz.. Mahşerde ana-babasız yaratılma biçimi olan bu gizli yöntemin) ortaya çıkacağı gün insanın ne bir gücü ne de yardımcısı yoktur. İşte o dönüşümlü göğe ve yarılan yer'e andolsun ki, bu sözler yanlışla doğruyu ayıran sözlerdir.

Bazıları bu vahyimizi çürütmek için planlar kuracaklardır, Allah ise o sinsi planları, kendi planları ile kuşatıp, bilgilerimizi umursamayanların yüzlerine çarpacaktır. Onlara üsteleme, bir süre ver." (Tarık suresi)

Üçüncü işlemlemede de, YARILAN GÖK=İnşikak devreye girdi. "Yerin yarılması tersine göğün yarılması anlamındaki İnşikak suresi  şöyleydi:

"Ey insan, çok cömert yaratıcına karşı seni aldatan ne? Oysa seni yaratan, biçimlendiren, denklemle ve dengeyle (Sibernetik) yetiştiren, dilediği biçimde oluşturan O'dur. Hayır siz bu dosdoğru (Denklemi) yalanlıyorsunuz. Hiçbir şeyi kaçırmayan gözetmenler sizi sürekli kayıta alan onurlu kameramanlardır. Sizin her anınız orada kayıtla bilinmektedir.İyiler nimet içinde, suçlular yakıcı ateş içindeidrler. Yargı günü oraya atılanlar hiç bir yere sıvışamazlar. Yargı günü nedir? Onu bir bilebilsen! Evet yargı günününün ne olduğunu bir bilmelisin! Kimsenin kimseye yardım edemeyevceği, herkesin kendi başına bloklanacağı gün olup, tüm sorumluluğunuz Allah'a aittir." (İnşikak suresi) 

Dördüncü işlemleme ise KOZA süreci yani Müddesir idi. İpek böceğinin kelebek olmak için kendine ördüğü KOZ anlamındaki Müddesir: Ey örtünüp kozaya bürünen. Kalk ve uyar, kelebek ol, yaratıcın hakkında uyarı atağına kalk, tanıtımını iyi yap, düşünceni temizleyerek, kozanı temizleyerek, kötü düşünmekten uzaklaş. Verdiğin öğüdü çok görerek başa kakma!. Allah'ın ruhundan üfleyen sur günü çetin bir gündür. Allah'ın delillerini hafife alıp, küçümseyenler için zorlu bir gündür. " diye kozadan çıkma emrini verdi.

Beşinci işlemlemede İNFİTAR (Kozanın parçalanması) üflendi. "Göğün=Kozanın  yaratıcısının sözüne kulak vererek parçalanmayı gerçekleştirdiği zaman Koza=Yer içindeki kelebekleşme sürecini tamamlamış tırtılı dışarı atıp, boşaltma işlemini gerçekleştirecektir. Sen de yaratıcına doğru kanatlanıp uçan bir kelebek olarak döneceksin. Kuşkusuz O'na kavuşacaksın." 

Altıncı işlemlemede dört varlığa dört VAHY geldi.

1.Dünyadaki Tuwa vadisine=Burada yer alan Adamotu (Ademotu=Ginseng) bitkilerin peygamberi gibi oldu. (İnsanoğlu hem otçul hem etçildir.)

2. Hayvanların peygamberi ise Arı oldu:  (Bakınız “arıya da vahyetti” ayeti...Bal sentetik ve taklit olarak yapılamaz. sadece vahyolunduğu biçimde arı üretir. Oysa şekerin=glikozun, sakkarozun, yapayı olan sakarin tatlılandırıcısı vardır. Cansız protein ile canlı protein arasında ferk, polarizlenmiş ışığı sağa ve sola kırmalarıdır. Bize gereken ışığı sola kıran (Levo=Kalp soldadır) Allah'ın nimeti olan doğal şekerdir. Tatlandırıcı olan tepkimeye girmez, karabiber gibi katalizanttır, olduğu gibi dışarı atılır, ama ağzı tatlandrır ve idabet hastaları için üretilir.) Azrail yeryüzündeki arıya bu ayeti vahyetmiştir  ve Tarık yoluyla getirdiği bal maddesi o balçığa Glikoz
kategorisinden adapte edilmiştir.

3. Kadına vahyetti: Kadınlardan çıkan tek  peygamber Hz. Meryemdir. Hz. İsa'nın annesidir. Ataları  olan Hz. Adem hem annesiz-hem babasız doğmuştu. Bunun YARIM biçimi ise Hz. İsa'da gerçekleşti. Hz. İsa Hz. Adem gibi babasız doğdu, fakat ondan farklı olarak ANNESİ vardı. Bir diğer fark da, tüm insanlara Allah ruhundan üflemiş, ayrıca Hz. İsa'ya "Kutsal ruhundan" da üflemiştir. Hz. İsa'nın annesi Meryem'e Cebrail as. Ruh ül Kuddüs'ü üflemiştir ve vahy indirmiştir. Öyle ki, inen wahyleri annesinin rahiminde cenin iken konuşan Hz. İsa naklediyordu. (Ayetlere bakınız) Bu bakımdan Cebrail'in indiği ve vahyettiği muhatabı otomatikman ALLAH ELÇİSİ olmaktadır.  Hz. Havva ise Adem türevidir, türemesidir. Yani Havva'nun durumu çok farklıdır.
Cennetteki Hurilerin ise bambaşkadır. (İleride anlatılacaktır.) Kadına vahyedilen olgu, "Memeli olup, süt vermeyen, doğurmayan, büluğ/erginlik öncesi sesi ve görüntüsü kadına benzeyen, hatta erginlik sonrası bille kararsız cinsiyet yaşayabilen  ERKEK cinsinin kurgusudur. Erkek memelidir gibi...

4. Son vahy biçimi ise bildiğimiz gibi Allah Resullerine gelen vahy mekanizmasıdır.

Tüm bunlardan sonra 40.gün olduğunda, artık Azrail as.ın yeryüzünden Cennet'teki Adem çamuruna Tarık aracılığıyla getireceği hiç bir materyal kalmamıştı. Artık insan en güzel yaradılışla (Ahseni takvim) kusursuz kılınmıştı. Bu bedensel tamamlama sadece altı gün sürmüştü. Bir maymun kadar içgüdüye sahip olmuştu.

Son yedinci gün yedinci işlemlemede "Beyin boş bellek halinde, formatlanmamış olarak bekledi. İzleyen 34 günde ise sadece ve sadece AKIL formasyonu işlendi. Daha önceki meleklerin (Takyon) Cinlerin (Enerji) bilinci, işlendikten sonra üstüne (ikisinde olmayan extra bilinç) İNSAN bilinci işlendi. Bu yüzden maymunların uygarlığı yoktur, meleklerin sanat yeteneği yoktur, Cinlerin ise bilim yapma, alim olma yetenekleri bulunmaz. Yani Maymundan bilgisayar porgramcısı, Melek'ten Mona Liza tablosu yapmasını, Cinlerden de (Arz'dan Arş'a serisi kitaplar ya da) bu satırları yazmasını beklemeyiniz. Beyni en büyük hayvan olan Yunus balığı "Yunus Emre"nin şiirini yazamaz, cinler de bu güfteyi besteleyemez.

Uygarlık (medeniyet, görgü kuralları, sosyal biçimlenme, hukuk vb.) sadece insana özgüdür. Ve bu 33 günde başarılmıştır. Yani pişirilen balçık olan insanın beyin kapasitesi kalan 33 gün içinde sadece ve sadece "AKIL" eğitimi alarak sürecini tamamladı. Yani yeryüzünden artık hiç bir şey gelmedi. Akıl formatı zorunludur. Çünkü kulluk borcu Allah'ı AKLETMEKTİR, yani bilmektir. Bilmek ise BİLİM ile olur. Bilim ise mekanik değildir, kaynağı kalptir ve duygu yüklüdür. Duygusallık meleklerde olmayan bir şeydir, salt mantıkla hareket eden akılları vardır. Cinlerin ise Aklı değil Zeka'sı vardır ve bu zeka Kurnazlıkla çalışır, duygusal değillerdir, ttanıdıkları duyguları kibir, öfke, intikam, kan ve kin gütme, insanlarla dalga geçme (Medyumlara gelen ruh, UFO vb. dümenleri) İnsan ise duygu küpüdür. Akıllıdır, öyle akıllıdır ki, meleğin mantığını, cinin zekasını ve Şeytanın kurnazlığını, bir de kendine özgü olan Duygusallığı VE ÜSTÜNE ÜSTLÜK EVRENDE TEK bilim YAPAN VARLIK OLMAYI  AYNI ANDA BECERİR. İnsandan başka UYGARLIĞI olan hiç bir yaratık daha yoktur. İşte bu 7 hasletiyle insan insandır. Halife olmak da budur zaten!

Kırkıncı gün: Süreç tamamlanmış, sıra "RUH üfürmeye" gelmişti. Üfürmek? Çok ilginç Sur borusuna üfürülür, Hiyerarşi de üst (amir)  ast (Memur) olana üfürür, bunun tersi doğasına aykırıdır. Allah size üfler, siz O'na değil! Allah'ımız, mabut biz abit (kul) olduğumuzdan bu, sir itaattir. Aynı şeyi Rabbimiz bizden beklemekte ve ebeveynlerimize (anne-baba) "ÜF" dememizi yasaklamaktadır. (Üffün diye geçen ayete bakınız. Öyle ya, bizi doğuran ve doğurtan  ana-baba (Ebeveyn) dir. Onlara itaat etmek zorundayız, çünkü biz onları doğurup-doğurtmadık!)

"Allah ruhundan üfürdü" derken Allah'ımızı zaten biliyoruz. Ruh=Gitmek fiilindendir. (Arapça Taal Hun=Buraya gel, RUH=Git Raha=gitti gibi). ÜFfün=Üflemek. Bunu anlatmak çok uzun bir mekanizma, ama birkaç  ipucu sunalım: İlk olarak karadelikleri örnekseyelim: Bir karadelik demek, kendi evrenine sığmadığı için buradaki bizim evrene sığmaya çalışan, içi dışından büyük  bir  olgu, yani kendine sığmayanın dışa üfürülmesidir. Bir başka ipucu iki uç arasındaki gerilim farkının (Sıcak, soğuk uçların termik dengelenmesi için sıcaktan soğuğa akma, elektrik geriliminin çok olan uçtan az olan uca denge gereği boşalması, zamanın akması vb.) telafisi bir üflemedir. Yine evrenin bir balon gibi şişerek genişlemesi, merkezindeki akdelikten (Aslında orada SUR BORUSU var) dışa doğru genişlemesi bir üflemedir. (Şişen evren teorileri) Mıknatısın durumu bir üflemedir. Çünkü magnetik akılar S kutbundan N kutbuna bir uzay kafesi modeli biçiminde yani üçboyutluda şişerek akarlar. Bunubir kağıdın üzerine döktüğünüz demir tozları ile test edebilirsiniz. Kağıdın altına mıknatıs koyduğunuz anda, dağınık demir tozları, hemen magnetik akılar halinde dizileceklerdir. İşte bu balon gibi akılar bir üflemedir. Tümden gelimli olarak biz bilim adamları şu soruları da sorar dururuz: "Niçin evren saf enerji halinde kalmamış da, toplam enerjinin bir kısmı maddeye dönüşmüştür? Yani saf enerjik bir evrene göre madde olarak yoğuşmuş bir enerji evreni vardır?" Biraz daha yukarı çıkalım: Niçin enerjisiz bir evrene göre enerjili bir evren seçilmiştir? Onun üstünde şu soru var: "Varlık niçin yokluğa göre mevcuttur?" Yani biz varız, yoktan varolduk, var olmamız seçildi. Bunun üzerindeki soru "Varlığı kim var etti?" Bunun üzerindeki son soru yerine bir YANIT var:"Allah Ruhundan üfledi!"

Allah ruhundan üfledi, önce varlık yokluğa göre mevcut oldu. Yani yokluktan varlığa ve varlıktan çokluğa bir balon şişmekte, doğa istemleri bu yönde akmakta, öyle üfürülmektedir. Sonuçta "Sonuşmaz sonsuz indirgenemez özünlü intrinsic- imajiner-holografik Enoorji yani esiri takyon enerjisi =NUR oluştu. (Melekler ve ruh'un koordinatları imajiner, kompleks sayılardan oluşur ve ışıktan hızlı olduklarından özkütleleri sıfırdan küçük olur, zamanları ters akar vb.) Bu Nur'a göre bir de yanına NAR (Enerji) tercih edildi. Yani bir balon daha üflendi. (Cinler enerji insanlardır, ışık hızında madde enerjiye dönüşür.) E=mc2 olduğundan saf enerjiinn bir kısmı kendini korurken (Görünmeyen ışıma Bozonlar ve gök kavramı) bir kısmı da  maddeye döndü (Fermionlar, görünen ışıma ve quantlar yani elle tutulur madde, yer kavramı) İşte bu aşamada Cinden başka İNSAN da yaratılıyordu.

Kırkıncı gün, geri sayım bitti: ALLAH RUHUNDAN ÜFLEDİ. İlk atamız, gözünü açıp hemen oturdu, Hiç çocukluğunu yaşamadığı için 49 yaşında  koskoca adam olarak bir kerede doğmuştu, Ama üflenen ruhu sabii ve saf idi, "Safiyullah" lakabını alıverdi. İlk mimiği yeni doğan her çocuk gibi ağlamak olmuştu. Ana-babası olmadığını korkuyla anladı ve "Ebüvve" (Ebeveynlerim! demek o günden bize yadigar kaldı.Yeni bebekler bu şekilde ağlıyor) sonra "Inga" (Ben ğaybdayım=Kayboldum ben!)  diye ağladı. Allah'ımız tecelli etti ve  "Baban yerine RAHMAN (Baba gibi merhametli) ve  anne yerine RAHİM (Anne rahmi gibi şefkatli ve merhametli) olarak ben varım seni terbiye edenim, sen kaybolmadın." diye vahyetti.

Bu vahy üzerine ağlaması durdu. Şirin bir bebek gibi gülümsedi ve şen kahkaha attı. Hiç gülmeyi bilmeyen çok ciddi olan melekler şaşırdılar. Ağladıktan ve güldükten sonra, ortasını buldu ve nötr bir ifade takındı yüzüne, merak gibi...

O an Rabbimizin  ilk emri olarak İKRA  vahyolundu (Bu ilk VAHY hem hitap=konuşmak, söylemek hem kitap=Yazmak, kayda geçirmek" anlamında jokey bir yüklemdir, okumak, konuşmak, kitap, hitap, kelam, kalem  aynı kategoriden kelimelerdir ve bir İKRA emir kipi tümünün yerine geçmektedir.

Rabbimiz "Konuş" buyurdu, Safiyullah  "Bi" diye kekeledi (Bi=Arapça başlamak ve yanında olmak, filanca adına buradayım der gibi. .. İng. Begin ve By,  Alm. Beginnen ve Bei, örneğin Beim Gott=Allah adına gibi)

"Bİ"den sonra hemen ekledi "BİSMİ" (İkra bismi... ilk ayettir. İsmin nedir=Şesmi?  anlamına da gelir?) dedi. Allah'ımız yanıtladı, "Rabbike=Senin Rabbinim=Öğretmenin, eğitmenin, okutmanın, pedagogunum)

Safiyullah "Rabbimin ismini nasıl isimlendirip okuyacağım?" diye sordu. Rabbimiz, "ismimi çevrende şu zikreden meleklerden öğrenebilirsin." buyurdu.

Melekler kendi matematik dilleriyle "1,  0,  1 ve/veya 0" diye zikretmekteydiler. Meleklerin sayısal dilindeki bu  ifadeyi Safiyullah  sözele (sayıdan sese=harfe) çevirdi ve (1=Al, var olan ise  0=LA, yok olan ise ve Hu=Vahyin kaynağı ise, Vahyin kendisi de (HU=O=EL EV/VE LA, ) olacağından tamamı AL+LA+Hu olur. O halde Rabbim ALLAHüwe diye söyledi .Melekler bu sayı ve ses dönüşümüne çok şaşırmışlardı, Çünkü o güne dek geçerli tek dil olan evrensel lisandan başka ikinci bir dilde  AL+LA+Hu biçiminde tam karşılığı çıkmıştı.

Safiyullah "Akıl ettim" devam etti "Bismi ALLAHu hem babam (RAHMAN), hem  Annem(RAHİM) yerine geçensin " dedi. Çünkü  onun toprağı yeryüzünden geldiği için, örneğin bir maymun bebeğin anne ve babasını araması gibi içgüdüsü Ebüvve (Ebeveyn)lerini aratmıştı. (Rahman ve Rahim Esirgeyen, bağışlayan demek değildir.)

Rabbimiz onun BİLİMİNİ sınamak için devam etti: "Üç isim saydın, ben üç  ALLAH mıyım? Sen beni üçledin mi"

Safiyullah "La İlahe (Allahlar yok) illallah! (sadece sen tek ALLAH varsın) demek istedim, seni tenzih ederim Yarabbi!" dedi. O günkü seremoni için orada bulunan tüm melekler ve Azazil bir daha şaşkınlığa düştüler. Çünkü La ilahe illallah bazında LA=0 ve de El, İl, Ül, Al=1 olduğundan Hu=El EWWELA= 1 ve/veya 0" olduğundan ortaya ikili sistemde (Digital) bunun tamamında 1 ve 0 olduğundan, Melekler kat be kat şaşırdılar, çünkü akıl etmedikleri muhteşem bir sayısal kombinezon ortaya çıkmıştı.

Rabbimiz, "La ilahe İllallah demeyen, diliyle söyleyip  kalbiyle onaylamayan ve lafta kalan, Allah'tan başka ilahlar (Resuller, Evliyalar, Şeyhler vb.) edinip de  Hanif olmayanların çevrimini yap!" buyurdu. Ew we la'nın EW=Arapça veya, İngilizce OR, gibi WE=Arapça Ve ingilizce AND'in tersini aldı (yani PS'nizdeki Hesap makinenizin binary olan sekmesinin sağ tuşlarında görülen Xor, Not ve Lsh tuşlarını kullandı. Nor ing. Neither....nor biçimiyle Or=Veya'nın tersidir. Not ise And'in (ve) tersinmesidir. )

Safiyullah "Cehennem meleklerinin sayısı 19'dur" dedi(Müddesir suresine bakınız). Melekler bu işlemi tersine alamazlar, çünkü bilmemektedirler. Onlar La ilahe illallah'ın tersi olan "La Allah illa ilahe" diyemeyecekleri için bir kez daha şok oldular. Cinler ve şeytan ise bütün matematik ilmini bilmemektedirler. Safiyullah, Sayısal şifreleri sözel olarak da  açıyordu. Hem hayvanlardan farklı olarak MATEMATİĞİ anlayan MATEMATİK ZEKASI hem de DİL-LİSAN yani sözel yeteneği ortaya çıkan Safiyullah'a, Sayı-ses ilişkisi üzerine yeni bir dil oluşturan bu AKILLI yaratığa nasıl şaşırmasınlar ki?

Rabbimiz, "Bu yaptığın yöntemi herşeye uygulayabilir misin?" diye vahyetti. Safiyullah "Hiç bir şey akıldan büyük değildir, her şey aklın içindedir. Akıl Rabbim hariç herşeyden büyüktür.. Akıl bilimi akleder. Bilim Allah'ın Alim ismidir, her şey bilimin içindedir. Akletmek bilmektir, bilmek ise Rabbini bilmektir, Rabbini bilmeyen kendini bilemez. Cahil olmaktan sana sığınırım." dedi. Artık cümleleri mükemmelleşmişti. "Meleklere duyurarak beni isimlendir" buyurdu. Vahyin kaynağı görünmediğinden Safiyullah meleklere dönüp "O" dedi, "HALLAK" (yaratıcı)  Yanındaki katip meleğe hitabetti: Sen Melei Allak ve kendini gösterdi "Ben ALAK" dedi. (Alak suresi) HALLAK ALAK'ı yarattı.

Rabbimiz "Oku insana bilmediklerini öğreten=BİLİM adına O halde her eşyayı isimlendir" buyurunca,  Kiramen Katib Meleğin kalemini göstererek, " EL KALEM" dedi. "Kalemle  kelamı yazmayı öğretensin bana en büyük ikramın olan akıl olmasaydı, bilmediğimi öğrenemeyecektim, kalemle yazamayacaktım ve bir hayvan cinsi olarak kalacaktım. Sen en büyük ikram sahibisin Rabbim!" dedi.  (Nun ya da Kalem suresi, Kalem arapça değildir, çünkü Sami dillerinden de eski SANSKRİTÇE (Sankritçe ve Sami-Hami'cenin ata dili) Kalam, Latince CALAMUS (kalamus okunur, Mürekkep balığı yani Kalamar da Calamus'un  türevidir. )

Kalemi aldı ve dik tutarak bu "BİR sayısıdır ya da ELİF harfidir, kalemin boyutu vardır." Harf ismini koymuştu. Melekler şok üzerine şok geçiriyorlardı. Kalemin ucundan bir nokta koydu: "Bu nun=Nokta'dir  noktanın boyutu yoktur." dedi. (Arapça nukta ve nun=N harfidir. Zaten arapça'da nokta, Latincedeki sıfırdır.)

Kiramen Katib'in defterini gösterdi: "Bu Kitab'dır Levh=İki boyutludur, eni ve boyu vardır. Bu defter mahfuzdur, (Belleği, hafızası vardır.) Kalem onu 1 ve 0 yazarak Ketebe aynı zamanda arapça yazmak demektir. Kalem de aynı anlama gelmektedir.)

Kiramen Katib'in defterini üzerine koyduğu Kürsüyü gösterdi. "Bu Kürsi'dir, üç boyutludur. 'Eni, boyu yüksekliği (ya da x,y,z koordinatları ya da üç kartezyen açısı) vardır.

Safiyullah sırayla eşyaya ve kişilere  isim verdi. Olanı biteni derin bir hased ile izleyen, pabucunun dama atıldığını düşünen kıskanç Azazil'e sıra gelmişti.

Safiyullah, Azazil ile ilk tanıştığında  Azazil kıyasıya kıskandığı bu yeni Halife'den daha akıllı olduğunu göstermek için "Benim adım Azazil" dedi. ve hasud olduğu kişi tarafından isimlendirmesine fırsat vermek istemedi. Ama Safiyullah onun melekler gibi NUR'dan değil NAR'dan yaratıldığını anladı ve tüm isimler içinde  tek yabancı nesne olduğunu kendisi gibi Cennet'te yaratılmadığını, başka bir sistemden (Dünya) buraya ithal edildiğini
algıladı. "Azazil değilsin. Azil'sinb." (azazİL, son İL eki sadece  meleklere verilir. Azl ise azlolunmaktan geliyor.) "Azledilmek" sözü o kadar etkili oldu ki, Azazil panikledi."Sence ben neyim?"

Safiyullah" Sen eşya değilsin, (EL=1 değilsin) Sen ŞEY'sin (LA=0=Şey)" dedi. (Arapça ŞEY  aynen vardır ve biz türkler de kullanırız. Şey TEKİL,dir. Bunun arapça çoğulu  EŞYA'dır ki bunu da Türkçemizde aynen kullanıyoruz.  ŞEY'lerin çoğulu olan Eşya özelliği yoktu. (Nötrinolardan yaratıldığı için Şey=0 (LA, yok)  kapsamındaydı. Çünkü benzetilemeyen veya bellekte yer etmeyen veya ilk kez tadılan, analojisi olmayan, adını çıkaramadığımız şeylere "ŞEY" deriz. Ama onun çoğulu olan EŞYA bildik, tanıdık olduğundan AL=1=Var anlamına gelir.

Safiyullah'ın meleklerle ortak yanı ikisinin de Nurdan yaratılmasıydı. Meleklerden farkı ise onlarda olmayan NEFS'in (Enerji bedenin) olmasıydı. Safiyullah, onun meleklerle olan farkının kendinde de olduğunu anlamıştı. Meleklerde olmayan NEFS sadece Azazil ve kendinde vardı. Safiyullah sadece eşyayı (var olanı) adlandırabiliyordu. (Bakınız ayetler) ama Nefsi olan ŞEY'leri yani eşya olmayanı adlandıramıyordu. Azazil'e "Sen  eşyadan eşya'ten değilsin, Şeyl'densin =Şey'tan'sın dedi. Sen ve ben aynı CİNS'iz Sen sönmemiş ateşsin ben yanmış (Kül, karbon kimyasıyım) ikimizin arasında yanmış-yakılmış ya da sen sönmemiş ben sönmüşüm ilişkisi var. İkimizin buradaki tüm varlıklardan farkı ikimizin de özkimliği=nefsi var, ikimiz CİNS'iz" dedi. (Cin+İns gibi, çünkü E (Enerji) bazlı Azazil ile m(madde) bazlı İNS E=mc2 uyarınca birbirine eşdeğerdir. Safiyullah bunu farketmişti. Cins aynı zamanda cins isim yani sıradanlık, İNS ise "Özel isim yani ÖZEL BİRİ, Özellikli biri, sıraüstü tek bir kişi demektir. )

Safiyullah Rabbine sordu: " Sen anam babam değilsen ben de senin evladın değilsem benim yerim ne?" Rabbimiz vahyetti:"Ben Allah,  Rahman ve Rahim'im (senin baban annen değil)  mabudunum, sen de (benim çocuğum değil)  Abidimsin." (Kulumsun demek: Abid melek gibi memluk=Köle gibi kul kategorisinden değil, özgür (hür nefsi olan, İradei Cüziyye sahibi) Kul klasmanındandır. Melekler zikretmek zorundadır, insanın ise özgür iradesi vardır.Dilerse Rabbini zikreder dilerse (bazı Çukurovalı ve fellah geçinen kendini bilmez müslüman kanrdeşlerimiz gibi) Allah'ımıza  galiz küfürler yağdırır ki Ateist ve Satanistler=Şeytana tapanlar bile böyle küfürler bilemez. Fakat bizim bu yaptığımız inkar,  melekler ve Şeytan'a yasaklıdır. Şeytan Cennet haznedarı olarak Cennet'e alındığından, konuştuğu, tanıştığı  Allah'ı kendisi inkar edecek kadar aptal değildir. Ama ateist ve sataniste bir de Hanif olmayana inkar ettirir.)

Safiyullah: "Anladım ben senin kulunum, seni bilmekle hükümlüyüm ve seni bilmek için bilim ile yükümlüyüm.  Sen anam babam değil, insan(ların) ilahısın. Sen İlahinnas'sın sana aykırı gelen ise .İnsan ya da Cinden olsun Şeytanlardır. (Minel Cinneti Vennas) "

Azazil son derece panikledi, çünkü orada yargılanıyordu. Meleklerin içini dışını bilmediği Azazil'in içini kuşkusuz Allah biliyordu ve Safiyullah'a da bildiriyordu. Azazil'in öfkesi kabardıkça kabarıyordu. "Sen çamur parçası ukala, ne demek istiyorsun?" diyerek Safiyullah'ın üzerine yürüdü ve yumruklar tekmeler attı. Barış gezegeni Cennet'te ilk kez bir kavga çıkmıştı. Ama garip bir şey daha vardı: Meleklere dokunabilen Azazil'in yumruk ve tekmeleri boşa gitmişti. "Nasıl olur, nasıl olur, ben sana zarar veremiyorum?" diye histeriye tutuldu.

Safiyullah, "Şey'tan olan ŞEY, ey Hannas (Nötrino'dan yapılmış) olduğun için beni ancak  "Yüvesvisü, fisidurinnasi=İnsanın sadrına (Nötrino rüzgarı olan)  vesvese ile etkileyebilirdin. " dedi. Azazil, ben sana zarar veremiyorsam sen de bana veremezsin."dedi. Safiyullah, "Benim seni buradan kovacak silahım var." dedi.

Azazil psikopati krizlerine tutuldu var gücüyle "Hiçbir şey beni buradan çıkaramaz, dağdan geldin bağdakini mi kovuyorsun? Başar bakalım, neymiş silahın görelim?" diye bağırdı.

Safiyullah, "Euzü Billah, Bismillah!" der demez, sanki bir korunma kalkanı oluştu,İçine girmek bir yana, vesveseleri bile çarpıp geriye döndü ve kendini vurdu. Anlamıştı artık bu Safiyullah'tan köşe bucak kaçıyordu. Safiyullah," Hannas'ı  (Nötrino'nun) isimlendiremeyişim normal, çünkü o hiç bir şey. Oysa ben maddeyim ve kendimi isimlendiremiyorum. Benim adım ne?"

Vahyedildi: "Senin ırkın İNS. Senin adın ise bana "İnsanların ilahı dediğin için" ADEM olsun, ben insanların ilahı'yım, sen ise insanların atasısın. (ATA=Adem aynı kelimedir.)

Safiyullah, "Ben Adem'im, ben Adem'im. ben Adem'im"diye çok sevindi, sonra merak etti, "Neden kendime ben demekte zorlanıyorum?"

Vahy geldi: "Ben nasıl Allah, Rahman,  Rahim diye tek kişiysem, Adem sen de  tek ad altında üç kişisin." Safiyullah:"Ama ben iki saydım, yerdeki şu koza ve ben..." dedi.

Vahy: Yerdeki tek başına ve senin Cennet suretindir bu doğru ama Adem sen iki kişisin, iki ayrı nefissin!" buyurdu.

Bir şey daha ortaya çıkmıştı. Adem olarak kendine verilen ismi dijitalize ettiğinde gördü ki, benliğinde X ve Y gibi iki sayı vardı. Gerçekten tek değildi. Koza ise sadece Y idi.

XX, XY ve YY gibi üç cins olduğunu hayretle anladı. Adam=XY olması için ayrıca XX ve YY gibi üç kombinezonu gerekiyordu. Ayrıca dört tane "Adem içinde Adem" olduğunu da farketti. Sonucu tekrar etti: Ben de şu Koza(Allah) dışında,  baba (Rahman) ve ana (Rahim) olarak İKİ CİNS VAR: XY ve XX biri anne  gibi dişi, diğeri baba gibi erkek...Rabbim, benim bir şe dileme hakkım var mı?" diye sordu.

Allah'ımız Bizzat ve ilk kez Adem'e Cemalini teşrif etti: "Evet Ben Allah'ım, hiç istemem hep veririm. İlk arzunu söylemeyi akıl ettin. Ben bilenim Alimler Alimiyim, senin ne demek istediğini de bilenim. Şeytan dediğinin de içinden geçeni bilenim.. Sen iki cinsini XY ve XX'ini ayırmak istiyorsun. Öteki yarınla arkadaş hatta daha ilerisi olmak istiyorsun. Bunu yapacağım. Öncelikle senin hür iradene soruyorum, şimdiki şu bilincin çift nefisten hangisinde kalsın? XY'de mi XX demi diye sormayacağım. Şimdi O Kozayı izle ve oradan çıkaracağım iki cinsten Hangisi olacağına karar ver."

Rabbimiz, keramik halindeki kozayı aldı biçimledi, sonra ona "Ruhül Kudüs'ünden üfledi. Adem gibi çok güzel bir yaratık ortaya çıktı. Sonra o yaratığı uykusundan uyandırmadan ikiye ayırdı. İkiye ayrılma tam gerçekleşti. İki cinsten biri diğerinden daha güzeldi. Bunun adı Huri idi ve YY olarak dijitalize olmuştu. Ayrılmayla birlikte biri YYy diğeri YYx olarak ayrıldılar.

Adem" Ne güzeller Rabbim!" dedi. Bunlardan YYy gibi olmak isterim çünkü, ben kendimi (aynasız) göremem ben güzel olan cins değil; yakışıklı olan Cins olmak isterim, O zaman O'nu hep görürüm, hep gözümün önünde olur. Ben "yakışıklı " unsurunu seçtim. Arkadaşım ise güzel=Cinsi latif unsuru olsun!"

Rabbimiz yanıtladı: "Ahitleş benimle, Cennet'te uyku yoktur, seni uyutacağım, böylece uyku ile şimdiye kadar ne konuştuksa bunları unutacaksın. Konuştuklarımızı, senin soyundan gelecek olan Elçilere vereceğim ve o kutsal kitaplarda bunların tamamını okuyacaksın. Cemalim dahil hiç bir şeyi hatırlayamayacaksın, Şeytan ile konuştuklarınızı da hatırlamayacaksın, Şeytan dilerse sana ve ikinci sen olan eşine dokunacak, korunma kalkanın olmayacak. Lanetli ağaç dışında buradaki sonsuz nimeti her şeyi yiyip, içip ebediyen burada kalabilirsiniz. Ama eğer onu tadarsanız, Şeytanı aldığım yere, Dünyaya sürgün gidecek ve ölümü tadacağınız için ebedi bir HAYAT  yerine kısıtlı bir Ömür vereceğim, bedenen ölecek, Ruhen yine ebedi olarak ya buraya döneceksiniz, ya da ebedi cehenneme gireceksiniz. Çünkü sizi şeytan aldatacak ve Lanetli Ağaçtan İncir yiyeceksiniz ve giyineceksiniz. Dünya gezegenine sürgün edileceksiniz, orada zürriyetini çok kalabalık olacak, orada öleceksiniz, kıyamet ardından bir daha dirileceksiniz ve üç sınıf halinde eylemlerinize göre Cehenneme, Cennete veya  Cemalime geleceksiniz. Bu sizin ve sizden doğacakların tamamı için için bir sınavdır.  Sınav başlamıştır, Ahit gereği bütün bunları hatırlamayacağın için uyutacağım.

Adem (Uyku olmayan Cennette)  yeni bir koza dönemine girmiş gibi uyuya kaldı. Her şeyi unutmuştu. Rabbimiz Hurileri Firdevs cennetinden kaldırarak, Naim ve Aden Cennetlerine aldı. Adem Kendinden Allah, Rahman(baba) ve Rahim(Ana) üç ismin karşılıkları olan MADDE DİGİTALİZE olgusunu artık hatırlamayacaktı. Geriye kalan Rahman=Baba ve Rahim=Anne cinsleri ile yetinecekti.  ALLAH ismine denk gelen gurupla birlikte, bedenleri  digitalize oldu. Uyku döneminde dörde ayrıştı. Rahman'a dönük yanı yani tercihi olan cins  XY= ADAM, Rahime dönük yanı arkadaşı olarak seçtiği cins ise HAVVA=XX  idi. Daha önce ayrılan YY=Huriler. (Erkek huriler, Ğılmanlar Germanlar=YYy, Dişi huriler  yani Huriye, Vildanlar, Walkiri=Valhuri'ler=YYx insana unutturuldu. Onlar birbirlerinin kardeşiydiler ve insanlar gibi doğarak değil, melekler gibi kopyalama sistemiyle çoğalıyorlardı.

Çamur doğurmuş ve İNS diye bir yaratık birden ortaya çıkmıştı. (İN=Açığa çıkan tersi Cin:Gizli, saklı)  İNS=s harfi salsal yerine geçiyor.  Salsal bir bataklık balçığından süzülmüş, sonra toprak gibi kurutulmuş anlamına gelmektedir. Salsal için ilk dörtlü "O,Co,H ve N elementleri" ikinci dörtlü "Metan, Amonyak, Karbondioksit, Su buharı" bileşikleri, üçüncü dörtlü A,G,C,T nükleotik asitleri ve/veya bazları yanında bir de dördüncü dörtlü vardı. XXx, XYy, YYx, YYy...

İlk şekillenenler Adem (Adam, türkçedeki "bu ne biçim adam?" der gibi) ve HAVVA (Eva, Val, Vilde... Türkçedeki EVE kelimesi. Bunun türevleri ev ve yuva. Evlenmek=Ev satın almak anlamındadır. Gerçekte bildiğimiz evlendirilme ise, EVE+R+MEK=Dişi eş almaktır. Fiilin kökü EVE'dir. R kaynaştırma eki, ve MEK ise mastardır. Eve'nin türevleri çoktur. Evecimen=Evcimen, Evegil=Evcil, Yuva+kurmak hatta göçebe yörük kültüründe konaklanan Ova ve kurulan yuva Oba buraya dayanmaktadır. Turan dillerinde Y harfi zaman zaman başa gelir ve türetme yapar. Otağ ya da aslı olan otak (büyük çadır) ile Yatak bile aynı şeydir. Yuva ya da EVE kelimesi ev (House, Haus) gbi somut değil "Home ya da Heim" gibi soyut anlamlar taşır: Yuvayı dişi kuş yapar ya da baba ocağı, ana kucağı gibi duygusal motiflerdir.)

Bu ayrım sırasında erkek ve dişi cinse (Cenin, dölüt, embrio'daki  "Hücre göçü" benzeri bir HOLOGRAM uygulanmıştı. (Kaburga kemiğinden yaratılmak, palavradır.Doğru olan Tarık suresindeki gibi erkeğin belkemiği ve kadının göğüs kemiği çifti vardır. Yani ne kadın erkeğin eğe=kaburga kemiğinden yaratıldı, Ya da tersine erkek belkemiğinden yaratılmadı.Bütün bunların anlamı çok başka ve daha makul. Ben bel kemiği ya da Kaburga kemiği yerine, buralardan çıkan SU'yu yani X ve Y dijitalizasyonunu yeğledim. Toplam 49 yaş olan ikisi 7 kare  eksi 4 kare= 33 yaş görüntüsüne bürünen XY ile bunun tersine 49-33=16 (Dördün karesi) ise 16 yaş görüntüsünde ve tüm kadınlara verildi.)

"İki Adem" uyandığında birinin XY ve Ötekinin Güzel Cins Ademin XX olduğunu farkettiler. İkisi de unutma uykusu içindehiç bir şey anımsamıyordu. Sanki iki kişi aynı anda yaratılmış gibi algılıyorlardı birbirlerini. (Adem'e ilk sayfalar inene kadar da bilmeyeceklerdi.)   Olan şuydu tek Adem'in 'Çift eşeyli Adem) X yanı olan dişilik (iri memeleri, iri ve yuvarlak kalçaları, rahimi, deri altında onu beyaz gösteren yağ dokusu ve yoğun sinir telleri  Havva'ya geçmişti. Kendinde kalan Y ise onu süt vermeyen güdük memeli (Mammalia sınıfı) dar kalçalı, rahimsiz (Doğum görevi  dişiye geçmişti. Bunların yerine prostat gibi organlar vardı.)  deri altı kas dokulu olduğu için dişiden daha yağız görünüyordu.Yoğun kas telleri yanında sinir telleri sayısı azınlığa düştüğü için "Kaba, hoyrat ve duyarsız" görüntü çiziyordu. Böylece bedenlerdeki "Ziynetleri" paylaşmışlardı. Tamamen düz (Ziynetsiz) Cinsel bölgeden başlayan ayrılma sonucu Adem'in(XY) organı dışarlak, testisleri aşağıya, diğer yarısı XX'in ise organları içe çekilmiş, yumurtalıkları yukarı gitmiş, göğüsleri büyük olmuş ve Allah'ın Rahim adı, olan Rahim karnına monte edilmişti. Kaslar, mantık, yakışıklılık, vekar ve heybet  erkekte, yağ dokusu , duygusallık, güzellik ve zerafet ile panik ve gözyaşı ise kadında kalmıştı.

Ama unutturulan üçüncü cinste. ne erkeğin kaba-hoyratlığı ne kadının kaprisleri yoktu. Çift eşeyli bir tek safiyullah tek eşeyli iki cinse (ve kozayla bir üçüncü cinse) bölünmüştü. Her bir yanı ayrı ayrı kendi  nefsini algılıyor ve bağımsız davranıyordu. Adem başına gelenlere çok şaşkındı. Öyle ya, kendi bütünü içinden üç ayrı nefis (Kimlik) ayrılmıştı. İlk yaratıldığı  gibi değildi. Erkekti, bir yanında ise kadın vardı. Adem 33 yaşında ve dişi ise 16 yaşındaydı. (İki kadının tanıklığıyla ilgili ayeti araştırınız. 16+16+1=33) 

Adem'in  "Sol yanı=Havva dünyada olacaktı; sağ yanı=Huri ise Cennette kalacaktı. (Eva eşleniği Walküriye=Vildan Huriye ve Adam eşleniği erkek huri=Ğılman)

Sonrası bildik biçimde gelişti. Allah ile olan Ahit  gereği, hem bu ahit hem  şeytan'ın hasetliği ve "Euzü Billah" kalkanı unutturulduğu için  Şeytan yani Cennet haznedarı Azazil onlarla çok iyi(!) bir arkadaş oldu. (Ayetlerde "Bunu bana şeytan unutturdu" ifadesini araştırınız.) Azazil bu sahte dostluk maskesinin ardında vesveselerini Adem'den daha hassas bir varlık olan Havva üzerinde daha etkili uygulayabiliyorlardı.

Sonsuz sayıda her meyve ve nimet ile ırmaklar dolusu akan içecekler alabildiğine serbestti. Ancak bir tek AĞAÇ meyvesi yasaklanmıştı. (Ayetlerde Şeceretil Mel'une=Lanetli ağaç diye bildirilir. Ruhların yaratıldığı ilk ahit (Elestiküm. kalu bela evresi Allah'ımız ile ilk Ahit leştiğimiz yerdi. Akıl ve Ruh bir kerede iman ettiler. Ancak NEFS (Ayrık kimliğimiz ve aykırı kişiliğimiz) tüm cezalara (Cehennem ateşi dahil) direndi ve "Ben senin Rabbin değil miyim?" diye her seferinde soran Yaratanına "Sen sana ben bana, ben de varım, ben küçük tanrıyım. küçük dağları ben yarattım" dedi. O Islahevinde tüm cezalar uygulanmıştı.

Ancak, "Lanetli Ağaç'tan sürekli gelen nefsin gıdası hiç kesilmemişti. Bu kez ve son olarak, Nefsin besini olan Lanetli Ağaç yasaklandı. Nefs kısa bir süre sonra açlıktan pes etti. "Evet Ya Rabbi, sen benim Rabbimsin"dedi. O günden sonra lanetli ağaç da Adem gibi üçe ayrıldı. Cennet'teki biçimine "TUBA" ağacı dendi, Cehennemdekine Zakkum adı verildi. Posası, kozası ise Firdevs ve Aden Cennetlerinin sınırına yasak meyve (Yenmesi menedilen tek Cennet nimeti) bırakıldı. Tuba (Cennetteki ters çekim, yani ırmakları başyukarı akıtan, meleklerin ğöğe düşmesini=uçmasını sağlayan anti-gravitasyon= Levitation nedeniyle kendisi de ters duran bir ağaçtır.. Kökü Arş'ta=Yukarıda, nimetleri ise aşağıdadır.)

Zakkum=Zıkkım ağacı da bunun tersine bildiğimiz çekimin çok şiddetlendirilmişi=örneğin Jüpiter ya da Güneş gibi dev kütlelerin aşırı-çekim etkisiyle insanları kalkan balığı biçimine getiren ve en yüksek sıçramanın iki santimi geçmediği (Ay kütlesi küçük olduğundan insanlar 6 metre yukarı zıplarlar) bir biçimde yer alır. Kökü her yere yayılıp basıklaşmıştır. Öyle ki, alt kat cehennemlikler Zakkum meyvesine bile erişemeden 'sadece, kökünü yemek zorunda kalırlar. ("Zıkkımın kökünü ye" bedduasını anımsayınız.)

Yasak ya da Lanetli ağaç ise bir istisna olarak "Yan" durmaktadır. (Evinizin duvarında kökü olan ve yatay duran bir biçimi gözünüzde canlandırın.) Onda bir türlü değil her türlü meyve tek örnek halinde vardır. Tuba'nın ki, Zakkum'unki ve "Nefsin terbiye edildiği Kalu Bela meyvesi gibi... Bu ağaç özel biçimiyle (Yatay ve kızıl ateş rengindedir) zaten diğer helal edilmiş nimetlerden soyutlandırılmıştı.

Azazil, Havva'ya vesveseler verdi. Adem'in kendinden bıkacağını, Huri olan diğer cinse gideceğini sanarak, iyiden iyiye şartlandı. (Huriye, Vildan Valhuriye, Walkürie=  Vil, Val ve Havva'nın Avva olan biçimi aynı köktendir. Walküriye'ler ise eski germen efsanelerinde, Walhalla=Allah'ın holü, toplantı yeri, İngilizce Hall, Alm, Halle ile eşdeğer anlamlıdır. İnanışa göre buraya Şehit germen savaşçıları çıkarılır. Orada muhteşem bir manzarada ve kendilerine bal şerbeti ikram eden Valkhuriye=Valkyrie, Walkürije'ler armağan edilir. Wal ile Bal arasında da bir bağlantı vardır. Örneğin Türkolojiye vakıf olanlar anımsayacaklardır. Eski türklerin Beşbalık=Baş cennet, Hanbalık=Han Cenneti" adlı başkentleri ve bunun  terminolojileri vardır. Özellikle Cennetteki Bal ırmaklarını anımsayalım. Balık olan kelimenin bildiğimiz balık ile ilgisi yoktur. -IK (AK, EK, İKİ vb.) türetmesi olup ÇİFT BAL anlamındadır.Eski Turanca'da organlarımızın On (UN, IN yani tek olan demektir. Bir=Pre=ÖN ile bağlantılıdır.) O halde IK-EK-AK'ın (İki ve ikirmik=Yirmi )tersine çift anlamı vardır.

İlkine örnek "Al+ın,(alandan ALIN)  Bur+un, (Burmaktan, ele gelen dışarlak en uzun organ olan burun) Kar+ın (Hem karaciğer hem karın) gibi tek organlardır. İkincisine örnek, Şak+ak, (Çift şaklayan) Yan+ak, (İki yanda duran) Dud+ak, (Tutmaktan, frnansızca touche, ing. Touch gibi,  tut+ak) Böbür+ek=(Börülce= fasulya ye benzeyen bir çift anlamında Böbrek) Dam+ak (Çift dam, iki çatı), taş+ak (Dışa taşan çift) gibi organlar Anadil Turanca'dan Türkçeye geçen en eski kelimelerdir. (Örneğin Türkçe soğuk su, Kore dilinde soksu'dur. Eskimoca Qaanaak=Grönland'da Thule=Zül okunur, adlı bir yerleşim biriminin eskimoca adıdır. Kaanaaak'ın sondaki AK takısının anlamı, ana dili olan Turanca ile aynıdır. Eskimoca ve Finogriyen ile Macar dillerindeki KAYAK ve Kayık, çift omurgada kayan demektir ki, Türkçe ve Moğolca'da da aynıdır.),KAAN  boynuz KAANAAK=İki boynuz demektir.İng. Corn ve Arapça Karn) ile tıpatıp özdeştir. Laponca KARNAK=Çift boynuz, Ren geyiği demektir.Bunun gibi diğer Finogriyenler ve moğollar da KARN'ı kullanırlar.Moğolca'ya örnek
Tarak, (Çift çift tarayan) gibi ikinin katları halinde adlandırılırlar. Ayrıca daha sonraki dönemde tıptkı inglizce gibi "S" çoğul eki kullanılmıştır ki, LAR, daha sonra Türkçede çoğul eki olmuştur. OKS=ÖKÜZ=Çift boynuzli, OMS= Omuz=Yumurta gibi yuvarlak bir çift omuz. Körs=Körüz=Göz, Yıl=ışık çoğulu Yıldırım'dan türeyen YILDIZ gibi, Al, Yal=Ateş'ten yalaz ve Al=Alev gibi Al renkli olandan (Nar'den) YALbus=Yılbız=Albız=İblis=Şeytan gibi kelimeler kök lisanlardan gelmiştir.  Bu sunduğum kelimeler Sami dili kadar eskidir. Nuh'un dört oğlu Ham, Sam, Yamm ve Yafes'ten türeyen bu ilk dört dil ailesi birbiriyle eşit zamanda türemişlerdir. Turanca, Nuh'un sarışın oğlu Yafes (Yavuz, hatta daha sonra Oğuz) 'in dilidir. Yafes'in en küçük oğlu Turan'ın eşi olan Athena (Açina, Asena, dişi kurt mitleri bile bu verilere dayanır. Elbette bunları modern  Hadis kitabına dönmüş olan İnternet sayfalarında ya da Türkoloji kitaplarında bulamayacaksınız. Orada her şey "Göreceli" yani referansı kendi zehabı ve zannı olan kişilerin yazdıklarıdır.

Havva iyice Azazil'in vesveselerine kaptırmıştı kendini ve her fısıldanan (Yani Adem duymasın diye sadece O'na söylenen fısıltı, fisudirinnasi...) vesveseye inanıyordu. Komşu Cennetteki kendi gibi dişi olan Vildan-Huriye (Walküri)nin Adem'i elinden almasından, Adem'in onu tercih etmesinden korkuyordu. Sonrası biliniyor, "Ölümsüzlük ağacı diye bildirilen Lanetli Ağaç'tan ünlü meyveyi bir kerede yedi. İşte o an, "Nefsini terbiye eden lanetli" ağaç terbiyesizlik ederek, ona Nefsinin içgüdülerini göstermişti. Beslenme (Yedikçe doymuyor acıkıyordu.) Savunma (Özsavunma yapacağı yerde, Adem'e saldırıyor ve barış gezegeninin huzurunu kaçırıyordu.)  Üreme içgüdüleri ayaklanmıştı. (Kendinin çıplak olduğunu, cinsel organlarının sanki bir çirkinlikmiş gibi ortaya çıktığını görüyordu ve öylesine paniklemişti ki, İncir yaprağıyla kendini örtmeye çalışıyordu. Asıl dehşetli olan, o yediği şeyin, diğer yedikleri gibi, bir parfüm biçiminde uçması yeteneğini yitirmişti. O yediği, şimdiye dek hiç bilmediği bir biçimde, içindeki bir yere çökmüş ve dışarı çıkmak bilmiyordu. İlk kez ağrı, acıyı hissediyordu. Tüm bunlar bilmediği yabancı duygulardı.

"Ey Nisa (İnsan dişisi) Niçin bir dal ile kendi altını delip, yediğinden kurtulmak istiyorsun? Niçin  ziynetini  o yaprakla örtüyorsun? Defol Cennet'ten in yeryüzüne! Adem senin vesvese ettiğin gibi artık öteki eşiyle kalacaktır. (Huriye, Vildan ile...) "

Adem en sevdiği varlığın şeytan ile birlikte  TARIK aracılığıyla SÜRGÜN GEZEGENİ DÜNYA'ya (Topraklarının geldiği yere) gönderileceğini görünce, (Asker ölmez misali, analarının aslanoğulları diye şımartılan biz erkekler dişisini korumak uğruna canından bile vazgeçecek kadar  fedakardır, kendini sevdiği uğruna göz kırpmadan feda eder ya, işte bu motivasyon ile) Adem, yasak meyveyi yiyerek "Beni de kov, onsuz Cennet'i bile istemem" dedi. "Soyunun ve aşağıların en aşağısına inin. Sen de Şeytan defol oradan in aşağı Siccin'e" buyurdu. Yeni ahitler yapıldı, sözleşme uyarınca, şeytan kıyamete dek, Ademoğullarından ayarttıklarını kendi yurdu olan Cehennem'e ayartacaktı. Bunun dışındakiler ise pek az bir azınlık olarak Cennet'e girecek, öteki "Adem-Havva"larla yeniden buluşacaklardı. Böylece Cennet ehli hem kendisi hem karşıt cinsi hem de üçüncü cinsi olan Huriler ile birleşecek. ve İLK YARATILDIKLARI GİBİ TEK VÜCUT olacaklardı. Böylece ikisi ve Şeytan Tarık ile yeryüzüne sürgün edildiler.. 

 

10 Temmuz 2001