HANS von AIBERG'İN YENİ YAZILARI - 2 :

 

Selam Sevgideğer Hanif Dostlar,

Yurt dışında yaşayan bir çok okurum ve izleyicim, yaşadıkları ülkelerde adımın bilim terminolojisinde çok az geçtiğini ya da hiç geçmediğini yazıyorlar ve nedenlerini soruyorlar. Gelin sizlere bir gençlik öyküsü anlatayım. Ama çok dikkatli okuyunuz, araştırınız, test ediniz ve bana bu konuda dilediğinizi sorunuz; çünkü sıkı durun, sırlar kapısı aralanıyor:

İlk gençliğimde, computer denilen bilgisayar sistemleri bulunmuştu ve bu sistemlerle birlikte büyüdük. Yani, bilgisayar denilen nimetin yaşıtı olduğum için, yaşlanmış emekli olmuşlar gibi bilişim ve iletişim dünyasından kopmadan, atbaşı birlikte geliştik. Dolayısıyla, bu alana meçhul asker anıtı gibi büyük katkıları olan biriyim. Meçhul kahraman ne demek, önce bunu irdeleyelim.

Kendi dönemimde, Univac, Enivac gibi markaları olan ve bir salon büyüklüğündeki bir konsola ancak yerleşebilen, çekirdeği ise üç buzdolabı büyüklüğündeki ilk bilgisayarlar bulunmuştu.Öyle ki, bazıları, dakikası bin dolardan kiralanıyor, hantal Cobol program diliyle ve analojiyle (benzeştirilerek) çalışıyorlardı. Muazzam bir enerjiçekiyor, yüzlerce flamanlı lamba ve bunları soğutmak için dev tesisler gerekiyordu.

Devasa bilgisayar teknolojilerinin içine ilk girişim, UCLA'ya bağlı, Berkeley Enstitüsü, Lawrance Laboratory'de, atomaltı parçacık çarpışmalarını görüntüleyen simülatöre sahip IBM firması sayesinde oldu. Bu dönem, gizli Müslüman olduğum günlerdi (Bkz. Al-i İmran Suresi,113 -114 ve 115.ayetler). Çok başarılı bulunduğum için, NASA (Houston) tarafından maalesef gizlice ve (Müslüman olduğumu fark ettikleri için) şantajla UCLA'dan ödünç alınırken, prosedür gereği adımı da değiştirerek, zorla buluş yapmaya zorlandım. Uzay dönüşü Dünya atmosferine giren kapsüllerin aşırı ısınmasına dirençli seramik ile alaşım yapılan Teflin-1 diye bir maddeyi ve uzay kazalarında olası vücut ısı kaybını, kanı mikrodalga ile ısıtarak ve yapay olarak yükselten Magneton'u istemeden buldum (Teflon tava patentini, Fransız Dupont firması; mikrodalga fırını ise, herkes, kendi patentiymiş gibi yağmaladı. Gizli Müslümanlık ile meçhul kahramanlık böyle berbattır; kimseye tavsiye etmem). 

Birleşik Amerika serüvenim WWW firmasının bana yaptığı bir teklifle son buldu. Sözkonusu müteahhit firma, (eski adıyla Yeşilköy) şimdiki adıyla Atatürk Hava Limanı tesislerini ve yeni terminalini inşa eden WWW (World Wide Wilcox) firması olup, onun radar-bilgisayar sistemlerini kuran taşeron Selenia firması adına "Bilgisayarı ve Türkçe'yi en iyi bilen" genç müdür olarak işbaşı yaptım. Dört ayak üstünde ve kendi yurdumdaydım. Bir yandan görevimi, diğer yandan da bilgisayar konusundaki yeni teknikleri ve bulgularımı geliştirecek ortamın içinde sessiz araştırmalarımı yaptım. Çünkü böyle bir ortamın patronu olmak için, birkaç yüz milyon dolarınız olması gerekiyordu. 

İlerleyen teknolojiyle birlikte flamanlı lambaların yüzlercesinin yerini tek bir transistor aldı. Böylece bilgisayar sistemlerinin boyutları küçüldü. Daha sonra binlerce transistor bir entegre devreye sığıştı. Mikro teknoloji ilerledikçe binlerce entegre tırtıl devre bir tek mikrochip'e (mini-yonga) ufaldıkça ufaldı; ufaldıkça ucuzladı.

Sonra, bu yüzyılın en büyük darbelerinden biri yapıldı. Apple'dan Johns (Macintosh markalı minicik monitorlu, 500 kilobayt hafızalı ve de siyah-beyaz) ilk masaüstü bilgisayarı yani ilk PC 'yi başardı. Apartman büyüklüğündeki devasa bilgisayarlar küçülüp, büro ve evlere girdi. Bunu izleyerek, başka formatlardaki diğer PC'ler evlerimizin konukları olmaya başladılar. Bu PC'lerin giderek monitorları büyüdü, renklendi, konfigürasyonları genişledi. Grafik bazlı şimdiki Win gibi tasarımlardan sonra, bilgisayarlar evlere, dizüstüne, avuçiçine indirgendi, günlük yaşamımızın bir parçası olmaya başladı. 

Bu anlattığım darbe işin bilişim yönüydü. Yani paranın yazı-turası olduğu gibi, bilişimin bir de arka yüzü olan iletişim vardı. Facimile'ler, fax'lar, optik kablolar derken, modem de bulununca, iletişim, yani haberleşme çağı başladığında sanki top bana atılmıştı. Etkim ve katkım, bilişim öğesi yanında, iletişim armağanı konusunda oluştu. 

Bunu t-quark'ının teorik kütlesini bulduğum yıl gerçekleştirdim. (T=Top=Tepe quark = T ve H harfinden oluşan Ta-Ha Suresi'nin harfi mukataasıdır. Arapça dili beynin sol yarımküresinden yöneltildiği için ve bilindiği gibi, sağdan sola yazılır. Ama sayılar beynin sağ yarımküresinden yöneltildiği için, soldan sağa yazılır ki bu büyük bir kolaylıktır.

Karmaşık bulan okurlarım bu paragrafı okumadan atlayabilirler: Arapça'da üç türlü T (Tı, Ta ve Te) ile üç türlü H (Hı, Ha ve He) harfi vardır. Cifir denilen gizli bilimler gereği, TI-HI (Tıb = Lokman Hekim ve Hıdır = Hızır As. ikilisi), TA-HA (Tahayyül = Tahyon = Hayal ve HA = Halo Uzay = Hologram ikilisi ) ile TE-HE (Tekvir Suresi ve Hüve = Allah'ın O = Üçüncü tekil şahıs olan HÜ(we) tekil zamirinin, öznesinin şifresi) dir.  Bunun gibi, örneğin, TE=Tekvir Suresi ve HU (Tekvir Suresi 17.ayetteki HunnesH=Hunnes=Sıfır tekilliği) gibi türetmeler ve kombinezonlar kurabilirsiniz. Sesler (harfler) sayılara dönüştürüldüğünde, Ta-Ha tersine, HT olarak yazılır. 

Ancak, şimdi okurlarım bu bölümü dikkatle okumalıdır; çünkü evrensel gizemleri Dünya'da ilk ve tek olarak burada açıklıyorum: 

Bir fikir jimnastiği yapalım: Hiç bir şeyi yaratmayan, sadece kendi zatı bulunan Rabb'imizin sınırsız değil, bir tek adı olmalıydı. Tek varlık, tek mevcut  zat olduğu için, EL (AL) harfi tarifi ve yanındaki Külli Şey'in  herbiri sonsuz olasılıklı potansiyel olarak yaratılmaya hazır bulunduğundan (ki Samice ve Sankritçe'de EV veya AW ile gösterilir), yani sonun başlangıcı ve/veya başlangıcın sonu demektir. Bir çember düşününüz ve bir noktayı başlangıç olarak "oluş" diye işaretleyiniz; sonra, çemberi izleyiniz ve en sona geleceksiniz ki, bu aynı zamanda "ölüş", ya da Başlangıcın Sonu = Sonun Başlangıcı olan iki değil bir tek nokta demektir.

Yaratan'ın yaratma öncesi adı, EL-EV (AL-AW) bu anlama geliyor. Bunun anlamı "Allah'ı sürekli bir yaratım içinde görürsünüz. Sonsuz ihtimale dayalı sonsuz tane evreni yaratıp, daha sonra yoketmektedir" ayeti uyarınca ismi azamı ELEV (Alaw)'dir. Zaten her şeyin öncesi, en evveli odur. Ve yarattıktan sonra da yarattıklarının takipçisi, yani himayecisi ve velisi (VELİ = AL WELİY) de odur. 

Yaratan'ımızın bu iki ismi (EL EV + VE Lİ) olarak (Sonun başlangıcı, başlangıcın sonu; olduran da, öldüren de odur) uyarınca tescil edilmiştir. Anlamı, ezeli oluşu, yaratılmaksızın eksi sonsuzdan artı sonsuza (ebede) daim (devamlı gidişi), neden ve sonucun aynı yerde birleşmesi (OL = ÖL buluşması, tekleşmesi) anlamına gelmektedir. 

Allah'ımızın en büyük adı, EL EVVEL (EL-EV + VE-Lİ) (Herşeyin en öncesi) anlamındaydı. Bizi yarattıktan sonraki adı ise, HU diye değişti. Çünkü evren bir kürenin yüzeyi ya da bir tabaka kağıdın eni-boyu gibi iki boyutludur. (Matematikte x ve y boyutları, ya da Cifir'de ben ve sen boyutları). İki insan, ben ve sen diye selamlaşabilir; ya da madde insanlar ile enerji insanlar, yani cinler E=mc2 eşdeğerliği nedeniyle birbirleriyle tanışabilirler, selamlaşabilirler. 

Ama, gerçekte evren, bir kürenin yüzeyi gibi iki boyutlu değildir. Saklı iki boyutu daha vardır. Bunlardan biri soyut sayılarla anlatılan Zaman (Kur'an'da Dehr) ve diğeri de kürenin çapı olan (Rahman Suresi 33.ayette bildirilen) Aktar-ı Semavat (matematikteki z boyutu) dur. 

Ben ve sen, ikimiz bir kürenin yüzeyinde tokalaşabilir, randevulaşabiliriz. Ama z boyutu, kürenin yüzeyi değil, çapı boyunca sonsuza giden bir dikmedir. Orası bizim iki boyutlu yüzeyimiz (Arz) olmadığından, Ben ve sen olarak bildiğimiz evren tabakası değil; dikmeolduğundan (Semavat = Gökler) göremeyiz . Bunun için o görünmeyen z boyutunun adı, O (Hu)'dur. Allah'ın görünmezlik boyutuna, ben ve sen boyutları O = 3.Tekil şahıs Arapça Hu (Hüve, El Hüve, Ya Hüve Yahu, İngilizcedeki He=O ) diyoruz. 

Allah'ımızın her şeyi (Külli Şey'in) yaratmadan önceki adı, El Evveli (Al Awwala)'dır. Ama, bizi yaratınca, bu ismin diğer adı O = HU (Arapça hüve diye yazılır, devam ederseniz hüwe diye okunur, durursanız hu diye okunur) olmuştur. 

Arapça Al (El, İl, Ül vb.), var olan bir şeyin başına gelir ve harfi tarif olarak bilinir ( İng. The/ Alm. die,der,das/ fr.Le la /İsp. El ve La vb.). Türkçe'mizde harfi tarif yoktur; bu yüzden de İngilizce'deki The, a, an gibi tarifleri hiç anlayamadan öğreniriz. Ama Arapça başta olmak üzere gelişkin tüm dillerde harfi tarif vardır. 

Al harfi tarifi, The gibi var olan ve tanınmış, bilinen belirli bir ismin başına gelir. (Bir kalem = Al kalem gibi). Al yerine ters olarak yazılan La (Lam Elif) ise, La (Le, Li, Lü) okunur ve "Yok, sıfır, hayır, değil" anlamında kullanılır. La Mewcude = Mevcut, var değil, vücuda getirilmemiş anlamındadır. Örneğin, üç bacaklı iki başlı bir kuş yoktur ve tanımayız. O olmayana deriz  (No, Not, nothing, kein-nicht, nes pa, ön ekini getiririz.) 

La = 0
değerine ve Al = 1 değerine, yani ikili sisteme sahiptir. EW, Arapça veya anlamına gelir. (Mehmet veya Serhat gibi), WE ise, bildiğimiz ve bağlacıdır. (Ahmet ve Alper gibi). 

O halde, Allah'ın en büyük ismi olan EL EVVELİ = El ev/ve la ismini yazdığınızda karşılığı El = 1, EV veya, VE = ve, La = 0 olduğundan, şu mantık önermesi ortaya çıkar:1 ve/veya 0 = H.

Öte yandan, Arapça sağdan sola, fakat rakamlar soldan sağa yazıldığı için, bunu tersine çeviriniz. Yani,
Hüve = 0 veya/ve 1 denklemi ortaya çıkar. Bunun anlamı, H harfi yerine 0 veya/ve 1 yazmanız gerekir. Örneğin, LA İLAHe İLLALLAHü yazdığınızda, bunu bineer / ikili cebire çevirebiliriz. LA = 0 ve AL(üstün, ötre ve esire denen harekesine göre el,il,ül diye de yazılır.) Dolayısıyla, = 1'dir. 

ALLAHü = AL= 1 LA = 0 H = (El Evvela) diye yazacağız. Bu arada, Türkçe ve/ veya'yı da karışmasın diye İngilizce AND ve OR diye düşünün. 

La İlahe İllallah'ı 01 and 0 (H) 1010 (H) çıkacaktır. H = El Evvel olduğundan, bunun değeri olan 1 and/or 0 H harfinin yerine yazılınca tümünden şu sonuç çıkacaktır: 10011

Bu sonucun ne anlama geldiğini görmek için, önce KK (Kur'an'ı Kerim)'in Müddesir Suresi'nin 30. ayetinde "Aleyha tis'ate aşer = En baştakinin üzerinde 19 vardır." ayetine bakınız.

Aleyha = "Onun üzerinde en baştan beri (ilk evvela ) 19 vardır" demektir. Bu Cehennem ile bağlantılı olamaz, çünkü Cehennem daha sonra yaratılmıştır. 

Tis'ate aşar = 19'dur. Şimdi konuya bir ara vererek, karşınızdaki bilgisayarınızdaki donatılardan hesap makinesini seçip açınız. Üzerine 19 yazınız. Daha sonra, hesap makinenizin F8 tuşuna basarak veya hesap makinenizin görünüm menüsünden ikili sistemi seçip, tıklayınız. Göreceksiniz ki, 19 yerine 10011 ikili sayı kombinezonu gelecektir.

La ilahe illallah (Bunu ilk bulan ve kullanan Hazreti İbrahim olduğundan, onun dinine en doğru din Hanif denilmiş, sayısız ayetle övülmüştür). 19, işte Ta-Ha, ya da sayı olarak soldan sağa yazılınca, Hı-Te olarak karşımıza çıkıyor. Konuyu biraz derinleştirelim.

Aritmetik baştan beri biliniyordu. Ama Kur'an'ı Kerim (KK) ile indirilen ve Al Cabir'in bulduğu Cebir (Algebra, negatif sayılar kombinezonu) ve bunun uydusu olan Al Ğul ritma (Algoritma) ders kitaplarına girince, bu bulgunun niçin herşeyin ta kendisi olan bilgisayar matematiğine girilmesinin en baştan beri unutulduğunu, ya da gözden kaçtığını derin bir hayretle farkettim. 

O zaman algoritmayı analoji ve logaritmanın yerine geçirip, a ondalık sistem yerine, 19'luk sistem (Nasıl ki, ikilik, beşlik, sekizlik, onluk sayı sistemleri varsa, 19'luk bir sistem niçin olmasın?.. mantığıyla) oluşturdum.

Basit bir hesap makinesinde, karekök içinde -4 sayısının karekökünü almaya kalktığınızda, size "İmkansız işareti" verecektir. Yani bu saçma bir sayıdır demeye getirecektir. Oysa bilgisayarlara öğreten biz insanlar değil miyiz? Doğada var olan bir sayıyı nasıl olur da saçmadır diye elinizin tersiyle iteler ve gözardı edersiniz?

Ben de yeni bulgumu bilgisayara öğrettim. Bilgisayar kök içinde -4 sayısının çözümünü 2i ya da 2j olarak verdi ki, böyle bir programlama insanlık ve bilim tarihinde ilk kez başarılıyordu. 

Mühendisler böyle bir sonuç olduğunu biliyor, ama hesap makinelerinde "Hayali, saçma, imajiner, absürt" diye kabul ediyorlardı. Ama benim HT sisteminde anormal (anomali) olarak nitelenen bu sayılar soyut idi ve her sayı sisteminin dönüştürgeciydi. Sayıların anası gibiydi. Birbirinden farklı hangi sistemi verseniz, onların ekok ve ebob'larını alıyor ve sonra o sisteme (digital, heksan, ondalık vb.) çeviriyordu. 

Bu sistemimi, önce dünyanın patronu olan Birleşik Amerika askeri amaçla kullandı. Onların ambargosunu kırdım ve daha basit bir model oluşturdum. Bu da HTT sistemiydi. H = Hans, T=Türk temelinde HTT, yani Hans'ın teletextini oluşturdum. 

Bunlar, kısa bir süre sonra TV'lerinizdeki ünlü tele-text sistemi oldu. HTT yayını yapan bir TV kanalından ana menüyü ve bunların altındaki alt menüleri yazıyorsunuz. O sayfa taranıyor ve az sonra ekranınıza geliyor. Örneğin, haberler, hava durumu, borsa, spor vb.

HT adlı bu sistemi,TV teletexti yerine, bilgisayar LAN (Yerel ağ) ve TP (Protokol) olarak denedim, başardım. Bunların performansından emin olunca başarımımı Turbo Pascal dilinde ve bedava olarak postaladım. 

Niçin bedava?..Çünkü amacım, insanlık uygarlığına iletişim faktörünü de armağan etmekti. Buluşumu freeware olarak Linux denilen ve şirketleşmemiş başka bir yazılım biçimi olan Linux kullanıcılarına postaladım. Ama, bunu Linux kullanıcılarından önce, sanayii casusları aracılığıyla diğer firmalar fark etti. Arkası malum: Win-97 ve diğerleri (Netscape ile Express). 

HTTP veya HTML yazılıyor,da bunun ne olduğunu hiç merak ettiniz mi? İstediğiniz kadar araştırınız. Her kelimeyi yakıştırsınlar, ama onun 10011, ya da ondokuzluk soyut sayı sistemiyle çalıştığını halen hiç bir kimse kesinlikle anlayamaz. Çünkü, onun sırrı bende (Benden de önce LA İLAHE İLLALLAH ilahi cümlesinde saklı.)

Remil'de, ya da daha kolay anlaşılsın diye edebi vezinlerde (Failatün, feulün gibi.) aruz vezni şiirlerinde bir çizgi ve bir noktadan oluşan örneğin 1.1..1 gibi yazılımlar vardır. 19 ise 1..11 biçiminde yazılır. Gerek Kur'an'ı Kerim'in (KK), gerekse ikili dijital lojik sayısal sistemler, yani cep telefonunuzdan bilgisayarınıza, faksınızdan TV'nize, yıldırımın çakmasından MP3 cihazınızın çalmasına ve her trlü elektronik cihazın çalışmasına dek, sistem sadece dijitalize olan 0 ve 1 ikiz sayılarının ve-veya-değil-her ikisi de değil biçiminde sıralanmasından oluşur. 

Zaten 1985 yılında sevgideğer okurlarıma pek anlaşılamaz gelmesin diye basitçe şöyle yazmıştım:

Sanki, "Arş bir Bilgi-İşlem Merkezi, Sanki Kürsi bir monitör (ekran), sanki Levhi Mahfuz (Levh = Manyetik levha, manyetik band, manyetik hard disk ve de Mahfuz = Hem saklı, hem hafıza kelimesinde olduğu gibi) Bellek (Ram,Rom, HD gibi), Kalem bir klavye (Keybord, mouse, cursor- imleç sürücüsü yanında program dili), Sur Borusu (Nefhi Sur) enerji üreteci vb." demiştim. 

Dile kolay, bunları 1985 yılında yazmışım. 16 yıl önce... Bunları aynen şimdiki gibi yazmış olsaydım, sevgideğer okurlarımın hiçbiri anlamayacaktı. Şimdi ise daha rahatım ve daha çok teknik terim yazabiliyorum. (Zaten benimle elektronik posta yoluyla haberleşen çoğu okurumun, söylediklerimi şöyle ya da böyle aşina olarak anladıklarını varsayıyorum).

Düşünebiliyor musunuz sevgideğer okurlar, çok önceden bugünleri haber verirken kendimi nasıl kısıtlamışım? "Bu adam neler saçmalıyor" diye okurumun daha sonra mahcup olmaması için, bildiğimin milyonda birini bile kitaplarıma koymamışım.Yazdıklarımı da cılız ve güdük tutmuşum, bir futurolog olarak geleceği çok iyi bildiğim halde bilmiyormuş gibi yapmışım.

Kur'an'ı Kerim (KK)'in inme sırasına göre Önce Alak (İkra), sonra Nun(Kalem) Suresi inmiştir.

1. İkra:Oku (Program dilini öğren) İkra'nın ilk harfi olan elif 1 biçiminde yazılır.

2. İkinci inen surenin başındaki N (Nun = Nokta'nın kısaltılmışı). Tıpkı Mim (M harfi) nasıl ki Muhammed, Mehmet demekse, Arapça orijinali Nukta olan Nun diye kısaltılır.

3. Nun nokta, Sıfır boyut = Boyutsuzluk = Nun = Nokta = Kuantlar demektir. Nokta arapça sıfır olarak yazılır. Ardından gelen kalem ise hem Arapça hem batı dillerinde 1 olarak yazılır. (Latince Kalem Calamus'tur. Kalem ya da mürekkep balığı anlamına gelen ve deniz mahsülü olarak sofralarımıza konan Kalamar kalem kökünden türetilmiştir.)

Bir = 1, tek boyut demektir. Nokta boyutsuz fakat kalem tek boyutludur. Bunları nokta (sıfır) ve kalem (bir) olarak yazarız. Bunun anlamı, elektromagnetizmanın yönetimidir. İkili-dijital sistem, ya da evrenin bu kuvveti iki sayı ile yönetilir (1 ve 0).

Daha sonra anlaşılmıştır ki, kuantlar noktasal değil; sicim biçimindedir. (KK'de Ankebut Suresi 41, 42 ve 43. ayetler, evrenin yapısını birbirine örümcek ağı biçiminde tutunmuş kuant iplikçikleri diye açıklar ve bu misali tüm insanlara verdiği halde yalnızca alimlerin anlayacağını bildirir (Evren hattı).

4. Levhi Mahfuz: Nokta boyutsuz, kalem tek boyutlu, fakat bir defter gibi olan Levhi Mahfuz en ve boydan oluşmuş iki boyutludur. Bu tip quantlara da, "Evren yüzeyi, evren zarı (membran)" demekteyiz. Artık burada iplikçikler değil, evrenin sanki bir balon gibi yüzeyi sözkonusudur. Buna 10 boyutlu evren denmektedir.

5. Oysa Kur'an, sadece boyutsuz nokta - tek boyutlu kalem - iki boyutlu Levhi Mahfuz'dan da öte Kürsi ile alimlere misal vermiştir. Yani kuantlar üç boyutludur ve bakış açısına göre değişmektedir. Evren zarı düz değildir tünel biçiminde kıvrılmıştır. Tünel'in KK'deki adı Habl'dir. Anlamı, Adem As.ın öldürülen oğlu Habil kelimesinde olduğu gibi, "içe kapanık, içine dönük, açılmamış, açılamamış" demektir. 

Al-i İmran Suresi 103. ayette, Halbillahi = Allah'ın İpi diye geçerken, çok iyi bilinen bir ayette de, Hablil Verid = Şahdamarı diye bildirilir. Yani, "Allah size şahdamarınızdan, Aort damarınızdan da yakındır" diye kullanılmıştır. z boyutu dediğim HU dikmesi de buydu!

Karadelik-Akdelik tünellerinin ve Quantum Teoremi'nin üzerine kurulan Tünel Süreci, Habl  şifresiyle ve misaliyle bildirilmiştir. Üstelik bunun yapısı da anlatılmıştır. 

Evren 11 boyutludur. Bunlardan 7 boyut (Bakınız Kur'an'da Sebti Mesani), bu şahdamarı yani Habl'in kesiti kadar bir aralığa kıvrılıp kalmıştır ve genişleyen evren ile birlikte açılamamıştır. O görünmez 7 kıvrılı boyut kuant-Planck çapının ardında kalmış, ama evrenin xyz üç boyutu ve bir de zaman boyutundan kurulu olan 4 boyutlu uzay-zaman'a açılmıştır. Zariat Suresi 47.ayette olduğu gibi, evrenin bu dört boyutu sürekli genişlemektedir, evren her dakika daha da büyümektedir. 

Tüm bunları yazmamın nedeni, 19 sisteminin nasıl çalıştığıdır, neleri kapsadığıdır. O kadar uzaklara gitmenize de gerek yok, bugün bizler e-posta ile haberleşiyorsak, bunu HT (http,html) 19'lu sistemlerine borçlusunuz. Artık sadece kendi başımıza bilişmiyoruz, ağ bağlantılarıyla iletişiyoruz da. 

Şimdi sevgideğer okurlarım, diyebilir misiniz ki, "Avusturya'da her kaynağı aradım, sizin isminize rastlamadım. Muamma ve sır mısınız yoksa şarlatan mısınız?"

Bizlere rastlamanız neredeyse olanaksızdır. Transistör dedim, arayın ve bulun, bunu kim icat etmiş? Yanıtını vereyim: Hiç kimsenin adını bulamayacaksınız. Ama biri bunu bulmuş olmalı değil mi? Bulduysa niçin hiç bir yerde adı yok?

Yine entegre devre diyoruz. Bunu kim buldu? Yine bulucusunun adı yok değil mi? Mikroçip dedim, bunu kim buldu? Araştırın var mı acaba bir isim?... Avusturya'da değil, Dünya haritasında arayın, cevabı yok!

Gelin bir tek yanıt bulalım: Onlar isimsiz kahramanlar, meçhul bilginlerdir. Bunun tersine, bazı meçhul kahramanların adını haritalarda görebilirsiniz. 

Zig-Zag'ın kurucusu Axel Heiberg'in adı Kanada'nın kuzeyinde, kendi adıyla anılan bir adaya verilmiştir. Kanada hükümeti, tarihçesinde bu adanın isminin nasıl ve kim tarafından verildiğini bilmiyor, bilemiyor ve sadece "Herhalde bir kaşif olmalı" diye tahmin yürütüyor...

Biraz gelişkin bir atlas bulup, Dünya'nın en büyük adası olan Grönland'ın en kuzeyindeki burnun adına bir bakınız. Morris Jessup (Ketchum) diye yazar. Şimdi bu ZigZag'ın değerli üyesini araştırınız. Sadece bir okyanusbilimci olduğunu, UFO'lar ile ilgili bir kitap yazdığını, intihar ettiğini ama Philadelphia deneyini yaptığını göreceksiniz. (Üç dakika içinde bir askeri gemi 1100 km. öteye giderek, uzay-zamanda ışınlanmıştır. Jessup bunun yapımcısıdır.) Bir de Grönland yetkililerine sorunuz, bu ismi buraya kim verdi? Yanıtı yok!...

Yine aynı haritada, aynı Grönland'ı bulunuz ve batısında Thule ve parantez içinde Kanaak yazılı olduğunu göreceksiniz. Thule bizim dilimizde Zül diye okunur. Kanaak: Qaanaaak, Qarnak da çifte boynuz, Viking miğferi demektir. Oraya birileri Zülkarneyn adını vermiş, peki iyi bu ismi kim verdi? Kur'an'da Zülkarneyn (Kehf suresi 83. ayet)'den haberi olan Eskimolar mı isimlendirdi acaba?...

Aylardan Haziran, isim olarak Hızır ayı demektir. Eski verileri de yazan şu saatli maarif takvimlerine bir göz atın, Haziran yanında Hızır diye de yazar. Bütün bunları kim isimlendirdi?

Mars gezegeninde bir kanalın adı Steeve Hawking'dir. Ama bu isim daha Stephen Hawking doğmadan 8 yıl önce oraya verilmişti. Acaba neler oluyor dersiniz?

Ve daha da araştırınız, örneğin mikro-işlemcileri, modemi, etherneti kim buldu? Haydi bir isim getirin! Yoksa hiç bir isim bulamadınız diye bunların gökten melekler tarafından indirildiğini mi sanıyorsunuz. Fikirlerinizi ve araştırma sonuçlarınızı hasretle bekliyorum sevgideğerler...

Zig-Zag'dan sevgilerle...

13 Haziran 2001